Telif hakkı kime ait bilmiyorum, 27 Mayıs’tan önceki günlerde bir yazar, zamanın iktidarının uygulamaları karşısında, “Bugün canım, yazı yazmak istemiyor” demiş ve köşesini boş bırakmıştı! O “uygulamaların” sonu da kötü olmuştu!
Şu sıralarda, çoğu sabah, televizyonda haberleri dinleyince ve gazeteleri okuyunca ben de güne kötümser bir ruh haletiyle başlıyorum; canım yazı yazmak istemiyor...
Bu sabah da öylesine bir sabah! Önceki akşam internete düşen bir haberin hayret ve şokuyla yatmıştım... Bu sabah TV kanalları ve gazetelerdeki ayrıntılarıyla uyandık!
Yargıç Oktay Kuban tarafından “Haklarında kuvvetli suç şüphesi” olmadığı kararıyla 1 Nisan’da tahliye edilen Çetin Doğan Paşa dahil, 21 kişiyle ilgili savcıların yaptığı itiraz, 4 Nisan’da 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kabul edilmiş. Önce “acaba gecikmiş bir, 1 Nisan şakası” mı diye düşündüm ama meğer gerçekmiş. “Sanıklar” bugün yeniden “toplanıyor”! Sanki “acı bir şaka” gibi!
YENİLDİK Mİ?
Gelişmeler karşısında “Bu asimetrik savaşı galiba kaybettik” diye düşünmeye başlıyorum... Ve canım yazı yazmak istemiyor!
Fuzuli’nin mısraları geliyor dilimin ucuna; “Düşman Kavi... Talih Zebun... Dert çok, hemdert (dert ortağı) yok”. Aslında “hemdert” çok da pek ortaya çıkmıyorlar.
Düşmanların çok “kavi” -kuvvetli- oldukları ortada. Ama gene de olaylar karşısında -ödünç zamanda yaşıyorsam da- yazmamak elimden, gönlümden gelmiyor. Yazacak o kadar çok şey var ki! Ama düşünüyorum; yazıyorum, yazıyoruz da ne işe yarıyor? Karşımızdakiler içeride ve dışarıda çok güçlü! Bizler “ok meydanında buhurdan” gibi kalıyoruz. Estirdikleri yalan, fesat ve melanet rüzgârları karşısında “gel de yazma”.
Bazı dostlar “Türkiye’yi kurtarmak sana mı düştü? Yan gel yat, rahat et” diyorlar! Ama yapamıyorum işte; Mustafa Kemal’e ve babama verilmiş namus sözüm var... Daha önce yazmıştın ama zamanı geldiği için tekrarlayayım; Kore savaşına gönüllü olduğumu babama haber verince rahmetli, “Aferin, benim oğluma da bu yakışır” demiş ve başının ucundan eksik etmediği tabancasını vermiş “Al oğlum; ama bu silahı, ancak gerektiği zaman kılıfından çıkar, fakat görevini yapmadan kılıfına sokma” demişti... Daha önce Amerika’da görevli iken, “Asala” Ermeni tehditlerine karşı, sonra da Türkiye’de PKK ve DHKP tehditlerine karşı taşıdığım baba yadigârı tabancayı artık taşıyamıyorum! Milletimi, Cumhuriyeti ve Ordumuzu savunma silahım, kalemim, bilgisayarım! Ve bunları, elim tutana kadar ve kafam çalıştıkça bırakmayacağım! Düşmanlarımız ne kadar “kavi” ve talihimiz ne kadar “zebun” görünse de... ***
Lütfen üzülmeyin,Dertli'nin dediği gibi';'Ağlatırsa Mevlam Yine Güldürür.''
Telefonlar çalacak
Bu bir korkunun dağıtılmasıdır
Ağır adlı bir lunaparkta
Ey Kesikbaş çıkar hançerini
Bu bir kuzunun damıtılmasıdır
Telefonlar çalacak
Sokak başlarında ölüme koşut
I love you ey Nagant
Bu bir sevinin durdurulmasıdır
Az biraz ve karanlıkta
Telefonlar çalacak ve trak
Bir kuzu daha alnından
(Kaynak: Cumhuriyet Devri Türk Şiiri. Mehmet Kaplan)