Büyük Birader’in uzun kulakları hepimizi dinliyor. Insanlar, rahat aşk- meşk konuşmaları yapamaz hale geldiler. Bu Orwell’ın ünlü “1984” Romanının “2009” versiyonu! Şaka götürür tarafı yok. Ama ınsanlar bu uzun kulaklara karşı, “rahat –temiz” iletişim için yarı şaka, yarı ciddi “tele-siz” komünikasyon yöntemleri öneriyorlar!
İşte bazıları:
• POSTA GÜVERCİNLERİ- Telsizler ve telefonlardan önce, hata Birinci Dünya savaşında ve Kurtuluş savaşında, ordular muhaberat için ‘!posta güvercinleri’ kullanırlardı. Hatta özel “Güvercin Birlikleri” vardı. Galiba cezaevlerinde mahkûmlar bu yöntemi kullanırlarmış. Bu yöntem pek de sağlıklı değil, çünkü malum ; “güvercinleri” de vururlar.
• DUMAN USULU – Amerikan Kızılderililerin haberleşme yöntemi... İlkel mors! Ateş yakılacak dumanı kararlaştırılmış şifreye göre battaniye ile “kapatılıp” açılacak!
• BAYRAKLI MORS – Savaş gemilerinde hala kullanılan bayraklı haberleşme. Aletleri dürbün ve belli renkli bayraklar!
• TAM TATAM - Afrika yerlilerinin haberleşme yöntemi. Ama fazla gürültülü!
Başka öneriler beklenir!
ATATÜRK FİLİSTİN VE KUTSAL TOPRAKLAR
Bir okuyucumdan, e-posta ıle aldığım bilgileri aynen –yorumsuz olarak naklediyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Filistin ve Kutsal Topraklarla ilgili olarak 1937' de Meclis'te yaptığı konuşma.
“ Mustafa Kemal Atatürk'ün, Meclis'te yaptığı bu konuşmayı, önce, Ankara'da Türkçe yayınlanan Hâkimiyeti Milliye Gazetesi yayınlamış. Hindistan'da yayınlanan Bombay Chronicle Gazetesi de bu açıklamayı Hâkimiyeti Milliye Gazetesi'nden almış ve 27.8.1937 tarihli nüshasında 'Filistin'e el sürülemez, Kemal Paşa Avrupa'ya ihtar ediyor' başlığı altında bir yazı yayınlamıştır.
(Bu belge, İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü anketini ve 20 Ağustos 1937 tarihini taşıyor. Aslı Ankara'da Milli Arşiv'de 030 10 266 793 25 numaralı dosyada saklı tutulmaktadır.)
“Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hriristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz.
Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet'e lakayt olmakla itti ham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cetlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlar'la mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.''
SURİYE VE LÜBNANIN KURTULUŞU
Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Gazi’nin huzuruna girdiğini ifade eden Hasan Rıza Bey, Atatürk’ün kendisine Suriye ve Lübnan konusunda anlattıklarını şöyle nakletmektedir:
''...1937 yılında Ocak ayında İstanbul'a gelen Atatürk, beni Park Otel'e çağırttı. Gittiğimde kendisini sıkıntılı bir halde buldum, biraz da terli idi. İç salona geçtikten sonra, balkona çıktı, sert rüzgârın karşısına göğsünü germişti; saçları rüzgârdan uçuşuyor ve o, dalgın dalgın, Marmara'yı seyrediyordu. Mutlaka kafasını kurcalayan bir şey vardı Üşütmesinden korktuğum için, 'hava çok sert, soğuk alırsınız, içeri buyurun' dediğim vakit, gene o dalgın hâli ile döndü ve bir masaya oturdu. Bir şeyler söylemesini bekliyordum ki, dudaklarından şu cümleler döküldü:
''...paşa biliyor musun ki ben, Cumhurbaşkanlığı'nı bırakıp, Hatay'a çete reisi olacağım. İşi silâhlı bir hareketle halletmek zorunda kalırsak, tutacağım yolu da çoktan kararlaştırmış bulunuyorum; böyle bir durumda derhal devlet reisliğinden, hatta mebusluktan istifa edeceğim, serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla beraber, Hatay topraklarına geçeceğim; bildiğin gibi, bunun her zaman imkânı ve çok emin yolları vardır. Oradaki mücahitlerle ve anavatan'dan kaçıp bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle, meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım, isterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilân eder ve hakkımızda takibat da yapar.
Bir şey daha söyleyelim; ben bugünkü (1937) Fransız idarecilerinin, Suriye ve Lübnan'a, öyle kolay kolay, istiklâl vereceklerinden emin değilim. Zaten tatbikatı birtakım yersiz bahanelerle üç sene sonra talik etmeleri (ertelemeleri) de buna delil telâkki edilebilir, binaenaleyh (buraya çok dikkat) biz hareketimizi onlara da teşmil ederek, kısa yoldan gerek Suriye ve gerek Lübnan'ın özledikleri gerçek istiklâllerini temin edebiliriz...''
(bkz. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar' , 2 cilt, Yapı Kredi yayınları, 1973) (bkz: 'on yıl savaş' Fahrettin Altay'ın hatıraları.)
Mustafa Kemal Paşa sadece Türk olduğunu ısrarla söylediği Hatay 'ı kurtarmakla kalmayacak, yaygın bir kırsal gerilla savaşı örgütleyip; Lübnan 'lı ve Suriye 'li Araplarla birlikte, onların bağımsızlıkları için, Fransız emperyalizmi ve sömürgeciliği ile savaşacakmış! ***
akçaya hitaben: 1)T.C'nin artık sahte peygamberlerle idaresine gerek yoktur. 2)AB ve ABD, oynadıkları santraç oyunuyla, piyon yaptıkları T.C'ni dize getirmeye çalışmaktadırlar. 3) T.C'de yaşayan bir vatandaş olarak, %98 lik bölümde uyumaya ve aç bırakılmaya mahkum edilmiş olarak,doğal gaz faturasıyla mücadele etmekteyim (deniz fenerinden yardım alamamaktayım) 4)25 yıldır yapılan operasyonlarda çaba gösteren, T.C'ni ve ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ korumaya çalışan TSK 'nın mensupları, aileleri ve çocukları ile mücadele verdi. 5)Benim komşum terörist hamas ile pkk değil, BİZZAT TÜRK MİLLETİMDİR. Ben kendi milletimle aç kalkar, tok yatarım. (kişiye son söz: "senin de nereden olduğun belli oldu !"