“Ergenekon süreci” anlaşılan, sonsuza kadar devam edecek... Bir mucize olmazsa, yeni dalgalarla, yeni iddianamelerle, Kuvvet Komutanları, eski Genelkurmay Başkanları hatta eski Cumhurbaşkanları “içeri alınacak” . Eski Yunan trajedilerinde olduğu gibi, oyun içinden çıkılmaz hale gelince, sahneye bir “ilahi makine” indirilir, trajedi sona erdirilir veya “kördüğümü” İskender kılıcıyla kesilir. “Mucize” dediğim de bunlar!...
HİÇ KİMSE DOKUNULMAZ DEĞİL
Adam “Gazetenin ölüm ilanları sayfasını açarım, adım yoksa yaşamaya devam ederim” dermiş... Şimdi de insanlar, telefonların “ortamların” pervasızca dinlendiği bu kâbus ortamında, iddianamede adları yoksa, yaşamaya, gene de endişeyle, devam eder hale geldiler! Öyle ya, en masum telefon konuşmalarından, dostluklardan akrabalıklardan “gizli ihbarcıların” jurnallerinden, “suç delilleri” çıkarılıyor. Ve bunlara karşı savunmanız mümkün değil! “Sanıkların cezalandırılmasına, tanıkların bilahare dinlenmesine” diye eski bir fıkra vardır. Buna benzer bir durum!
Doğrusu, Atatürkçü dostlarım içerideyken, dışarıda kaldığım için mahcubum... Ve onlara biraz küsüm. Eğer, Atatürk Cumhuriyetini korumak ve düşmanlarıyla mücadele etmek için, gerçekten bir örgüt kurmuşlarsa, bana neden haber vermediler?! Haber verselerdi, onları “terörle bir yere varılamayacağı” hususunda uyarırdım. Ama eminim, gerçek Atatürkçüler teröre tevessül etmemişlerdir, etmezler... “Çete dönemi” o zamanın şartlarında, “Kuvvay-Milliye” idi... Bugün, “Kuvvayı- Milliye” çete değil!
SORACAKLARIM
İçeri alınırsam, beni sorgulayacak ve uydurma delil ve iddialara göre, belki de tutuklatacak savcılara, kendimi savunacak değilim çünkü savunulacak bir şeyim yok! Fakat sormak istediğim bazı şeyleri sormak, söylemek isterim...
Ülkeyi, ne bulur, ne dinlerseniz “at sepete” diye neden bu kadar alt üst ettiniz... Ediyorsunuz?
Türkiye’ye, toplumun akıl sağlığına, düşmanlara karşı direniş gücüne mevhum bir çeteden daha fazla zarar verdiğinizin farkında mısınız?
İhbar varsa, soruşturmak, dava açmak tabii yasal göreviniz ama bu böyle, hoyratça mı yapılmalı?
Gerçek suçlu varsa onları, onurlu insanlarla aynı kefeye koymakla, aylarca içerde tutmakla mı yapılır, bu görev?...
Yargı bu binlerce sayfalık dosyaların içinden, nasıl ve ne zaman çıkacak?
Bağımsız, “kurumsal baskıların” etkisi altında kalmamış yargıçlar, onları sonunda aklarsa, kaybettiklerini nasıl geri vereceksiniz?
Hiç vicdan azabı duymaz mısınız, rahat uyuyabilir misiniz?
İSTİKLAL MAHKEMELERİ-YASSIADA-SİLİVRİ
Yakın tarihimizin en ünlü-çok sanıklı-Mahkemesi Yassıada’da da, acımasız savcılar vardı, Mahkemeyi sirke çevirdiler, hukuk ihlalleri yaptılar ve sözde koruyacakları Anayasayı, kendileri ihlal ettiler! Ve sanıklara “sizi buraya tıkan güçlere sorun” diye “kurumsal baskı altında” olduklarını itiraf eden Yargıçlar üç değerli insanın idam hükmüne imza attılar! Yüzlerce insan aylarca hapis yattı! Ama gene de bu kadar değildi!
Devrimlere karşı gelenleri, asker kaçaklarını yargılamak için özel kanunla kurulmuş İstiklal Mahkemeleri vardı, birkaç yüz suçlunun idam hükmünü vermişlerdi. Babam bu Mahkemelerde yargıç olmasına rağmen itiraf etmeliyim, bazıları da haksız yere idam edildiler! İstiklal Mahkemelerinin önde gelen vasfı “Allah’tan başka kimseden korkmamaktı” Ve gerçekten de Allah’tan korkarlar ve yanlış bir karar vermişlerse, vicdan azabı çekmişler, hükümlerini hemen düzeltmişlerdi!...
ASIL SÜREÇ
Bugün Ergenekon sürecine, 27 Mayıs’la başlayıp, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde çekilen acılardan gelindi. Eğer, bu “Ergenekon süreci” , bir an evvel sona erdirilmezse, bundan sonra, “rövanşlar” , toplumsal musibetler, acılar çıkar!
Yetmişli, seksenli yıllardaki terör süreçlerinde “fidan gibi gençler” idam edildi. 1983’de Dev-Yol davasında idam edilmiş bir gencin, eşine yazdığı son mektup şimdi ortaya çıktı, yayımlandı. Ergenekon mağdurlarının son mektupları da, er veya geç sahiplerine ulaşacak... Ve bu acılara sebep olanlara da lanet okunacak! Bunları -bedeli ne olursa olsun- yazmaya “mecburiyetim” var!
İngiliz Şairi John Donne’un (1532-1671) şu mısralarını Ergenekon infazcıları da biliyor olmalı, bilmiyorlarsa okumalı;
“Hiç kimse kendi başına bir ada değildir... Ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; çanlar senin için çalıyor.” ***