18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Cehennemden cehennem, zindandan zindan beğen...

Pazar günleri bu sütunlarda ekseriya hafif konular yazarım ama bugün "hafif" olamayacağım.

27 Mayıs 1960; mevcut meşru hükümeti deviren, günlerce eza ve cefaden sonra üç değerli devlet adamının -Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan- düzmece "Yüksek Adalet Divanı" tarafından, cuntacıların baskısıyla idam edilmeleriyle ve diğerlerinin de aylarca hapis yatmasıyla neticelenen gerçek bir albaylar cuntası darbesinin 52'nci yıldönümü.

Ben, o gerçek darbenin hem yakın tanığı hem de mecazi ve gerçek sillelerini yemiş bir mağduruyum.Yassıada'da dokuz ay yattım. Anılarımı Remzi Kitapevi'nden çıkan, "Kılıç'tan Kılıç'a" adlı kitabımda yazdım. Bu gece NTV'deki "Yakın Plan"da gene anlatacağım.

Klasik bir cunta darbesi

27 Mayıs, Milli Birlik Komitesi'nin, ordunun emir komuta zinciri dışında yaptığı klasik bir cunta darbesi idi. Ordunun daha sonraki yıllarda "Cumhuriyeti Koruma Kollama" anayasal görevi gereği yapılan askeri müdahaleler bazı yazar ve aydınlar tarafından "darbe" olarak eleştirilir de "27 Mayıs Darbesi" adeta meşrulaştırılmıştır. Çünkü o zaman askerleri, CHP ile birlikte bu "liberal" aydın ve yazarlar tahrik etmişler, onları göklere çıkarmışlardı. Ve bu darbeden sonra yapılan aşırılıkları da görmezden gelmişler ve hatta tasvip etmişlerdi.

Darbeye karar verilmiş!

Doğruyu söylemeli; darbenin yapılmasına zamanın "Demokrat Parti" iktidarı ve Başbakan Menderes ile tahrikçiler aşırı hareketleriyle malzeme hazırlamışlar, böylece bir bakıma darbe de kaçınılmaz olmuştu... Yoksa iç savaş çıkacaktı. Menderes nihayetinde durumu idrak etmiş ve seçimleri yenileme kararı vermişti. 27 Mayıs arifesinde Eskişehir'de bunu ilan edecekti. Bunu bildikleri halde fırsat vermediler. Çünkü darbe yapmaya karar vermişler!
Hakikatler sonra unutuldu, unutturuldu ama bizler, hayatta kalanlar bu darbe esnasında ve sonrasında çektiklerimizi unutmadık, unutamadık. Fakat bu yüzden de ordumuza, askerlere asla kin bağlamadık. Bu darbenin mağdurlarından, tek suçu Celal Bayar'ın yakın dostu olmak olan "Bal" Mahmut'un (Baler) Balmumcu Kışlası komutanına dediği gibi "Günahlarımız sevaplarımıza denk geldi, yediğimiz dipçikler de yanımıza kâr kaldı" diyerek haklarımızı ordumuza helal ettik...

Tünelin ucunda ışık yok

Kendi ordumuza düşman olmak mesela, Mehmet Ali Birand gibiler için bir meziyet. Bu zat bir yazısında "Şeytanlar İmparatorluğu"ndan söz ediyor. Gerçekten de şimdi ülkemizde "Ergenekon, Balyoz, Andıç, Kafes,vb.." sürecinde bir "cadı kazanı"nın kaynadığı "Şeytan İmparatorluğu"nda yaşamaktayız...

Bu imparatorlukta yüzlerce asker ve sivil tutuklu. Çoğu, müdafilerin uydurma olduğunu öne sürdüğü iddialarla tutuklu ve yargılanmaktalar. Bu eziyet tünelinin ucunda umut ışığı görülmüyor!..

İşkencelerin en kötüsü...

27 Mayıs darbesinin adalet mercii ve sahnesi "Yüksek Adalet Divanı" idi. Duruşmalar radyolardan yayınlanırdı. Ama bir de halktan özenle saklanan Yassıada zindanı-cehennemi vardı. O, Bizans'tan kalma zindanda zamanın tabiriyle biz "düşükler" en zor şartlarda aylarca yattık. Orada ailelerimiz ve dış dünya ile irtibatımız kesilmişti. Gazete ve radyo yasaktı. Bu durumda dedikodular, rivayetler gırla gidiyordu. Nasılsa gizlenmiş el radyolarından duyulan haberler, koğuştan koğuşa ve havalandırmalarda paylaşılırdı. Çocukların telefon oyunlarında olduğu gibi kulaktan kulağa değiştirilerek abartılırdı. Mesela; adanın havaya uçurulacağı şayiası bile çıkarılmıştı. Habersizlik ve belirsizlik işkencelerin en kötüsüydü...

Sayın yok "Düşük" var!

Resmi çevreler ve zamanın medyası bize "Düşükler" diyordu. Bize gelen sansürlü mektupların üzerinde "Sayın" Altemur Kılıç denmişse, "Sayın" kelimesi çizilir yerine "Düşük" Altemur Kılıç yazılırdı. Bu sırada Ankara'da ilkokul öğrenicisi olan kızım öğretmeni tarafından tahtaya kaldırılmış ve "düşük kızı" diye teşhir edilmiş... Kızım bunun travmasını yıllar boyu üzerinden atamadı.

Bunlar o 1960-1961 "zindanının" şartları.

52 yıl önce Yassıada cehennemi ve zindanı idi. Şimdi yıl 2012 ve Silivri var.

Pardon mu denilecek!..

Hayat şartları koca generallerle, meslektaşlarımız ortak leğenlerde çamaşır yıkatsa da, Adalet Bakanı'nın gösterdiği yaşam, sağlık, gıda ve bazı şartları iyi. Fakat ya manevi şartlar? Mesela sevgili Mustafa Balbay'ın çocuklarının yıllar sonra bile kurtulamayacakları ruhi travmalar!.. Benim kızımın yaşadıkları, bunların yanında hiç kalıyor.

Ve yüzlerce tutuklu ailelerinde yaşanmakta olan trajediler. Onlara sonunda eğer adalet tecelli ederse belki aklanacaklar. "İlahi adalet" daha önce gelmezse! Fakat bu yıkılan hayatlar nasıl onarılacak ve bu mağdurlara kaybettikleri nasıl iade edilecek? Pardon demek yetecek mi?

Yatanla çeken bilir

İleride muhakkak bu dönemler konusunda araştırmalar yapılacak, kitaplar, romanlar, piyesler yazılacak, filmler, diziler yapılacak. Malzeme çok! Ama yazmakla tarif edilemez bu acılar. Yatanla, eziyet çekenler bilir. Şimdi Silivri'de Hasdal'da, Metris'te yatanlar bu acıları fiilen yaşamaktalar.

Farkında mıyız; bizler dışarıda normal hayatlarımız yaşar, maçlara gider, cafelerde keyif çatarken, oralarda sinema filmlerine romanlara konu olacak gerçek trajediler yaşanıyor. Merak ediyorum; bu davaların, bu zulümhanelerin sorumluları, davaların fahri ve sivil savcılarının vicdanları rahat mı? Geceleri rahat uyuyabiliyorlar mı?

...ve kaçınılmaz son!

27 Mayıs Darbesini yapanların sonu ne oldu, Yassıada yargıçlarına ne oldu? Hiç de "yüksek" ve "adil" olmayan mahkemenin o zaman el üstünde tutulan ve sanıklara "Sizi buraya tıkan kuvvete sorun" diyen Salim Başol'u birkaç yıl sonra Ankara'da bir durakta elinde market torbası, otobüs beklerken görmüştüm. Makamlar sonunda kimselere kalmıyor!..
 

Yayın Tarihi : 27 Mayıs 2012 Pazar 10:53:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Milliyetçi Türk Gençliğinin (MTG) açıklaması [18] IP: 95.15.230.xxx Tarih : 27.05.2012 18:16:08

Sayın Barut; yeri gelmişken - uzun süredir açıklamak istediğim - bir hususu belirtirim: " Geçen yorumlarınızdan birinde, 'ben Kürtüm' diyerek -sanki- eziklik duygularınızı ifade etmeye çalıştınız. Türk milleti olarak sizin hiç gerekseminizi eksik etmedik, emeklisi ve çalışanı ile verdiğimiz vergilerle sizleri destekledik; bizlerin sahip olamadığı hakları da sizlere niyaz ettik, daha ne istiyorsunuz! Bugünkü gelişen olaylar dahil, geçmişte ve gelecekteki olayların hesabını, hangi tür sahip olduğunuz vicdanınızla (!) vereceksiniz ! Sizleri kardeş belledikçe şımardınız, hangi iktidarın ve de hangi tür emperyalizmin yanında olduğunuzu - açıkça ve şerefenizle - ortaya koyunuz ! Yorumlarınız, "artık bu kadarı da pes" dedirtecek derecede sabır taşırıcı olmuştur ve tahammül sınırlarımızı aşmıştır !'  Unutmayınız ki, sırtınızı dayadığınız bugünkü yönetim yarın olamayacaktır !


K. Mükremin BARUT IP: 78.162.228.xxx Tarih : 27.05.2012 11:50:46

"Cehennemden cehennem, zindandan zindan beğen... " Yazının başlığının sertliği içeriğinin, eskilerin deyimi ile muhtevasının didaktikliğini (öğreticiliğini) alıp götürüyor. Sizin yazınızın başlığında acımasızca tehdit ettiğniz kişi belli. Ama darbe mağduru birinin ağzından çıkmaması gereken en son söz olmalı.  Demokrasi ile gelenler, demokrasi ile gitmeli. Buna lütfen alışın.

Sizin askere olan sempatiniz Stokholm sendromu. İnanın bana askeri darbeler dönemi bitti. Diyelim ki bir grup asker şaşırdı ve darbe yapmaya kalktı. İnanın bana bu sefer işler çığrından çıkar. Allah göstermesin iç savaş çıkar. Neden mi? Halk, siviller direnç gösterir.  Gelelim AKP'ye; hiç merak etmeyin gidecekler. Çünkü üçüncü dönem seçilmenin ve yüzde ellilere dayanmanın verdiği cesaretle hatalar yapmaya başladılar.

1. DGM'lere karşi idiler. Özel Yetkili Mahkemeleri kurdular.

2. Asker vesayetine karşı idiler. Kendi kafalarına göre şekillendirdikleri bir ordu ile bütünleştiler.

3. Memur ve emekli mağdur. Onları sokaklar döken yüzde birlik zam dilimi. Başbakanın üç dönemde biriktirdiği nakdi servetle eşit.

Sayın yazar keşke AKP eleştirisini askerler üzerinden değil de halkın somut durumu üzerinden yapabilseydiniz.Saygılarımla.K. Mükremin BARUT


Gönül Aydemir IP: 85.101.102.xxx Tarih : 27.05.2012 22:25:34

Sizler her üç darbeyi de yaşamış biri olarak,hangisinde en çok canınız yandı bilemiyorum.Darbenin onca acılarını çekmiş,dünya görmüş onca insanın;12 Mart'ta gençlerin kurşuna dizilmesine,Denizler'in asılmasına;''Üç onlardan üç bizden.'' (diye kadeh kaldırdığı söylenir)hiçir eleştiri gelmemiştir..Merak ederim,Menderesler'i Denizler mi astırmıştı?Bugüne kadar kaç darbecinin çocuğu zarar görmüştür?12 Eylül Darbesi'ne de her hangi bir karşı koyma olmamıştır.Şimdi de benzer sessizlik sürüyor.

Her olağanüstü dönemde kurulan olağanüstü  mahkemelere de kalem kıracak yargıç bulmuştur bu ülke.Benim merak ettiğim,bu kadar gönüllü cellat nasıl üretiliyor?