30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Cenazede Mutabakat

Rahmetli Necmettin Erbakan, önceki gün, İstanbul’da, milyonlarca kişinin katılımıyla, toprağa verildi. İçtenlikle söylüyorum: Ruhu şad olsun- mekânı cennet olsun. Bu kadar büyük katılım, Türk halkının ona sevgisini gösterdi. Önceki yazımda, Erbakan hakkındaki düşüncelerimi, kısaca ifade etmiş ve özetle; “hataları – günahları naşı ile gömülecek –sevapları, hizmetleri yaşayacaktır” demiştim. Ancak, “kırkı dolmadan” hatalarından söz etmenin, günah olmasına rağmen, yanlış değerlendirmeler karşısında, “kırkının” dolmasını beklemeden, münasip – saygılı bir aradan sonra, kendi zamanımda yazdıklarıma dayanarak daha ayrıntılı bir değerlendirme yapmak isterim! Böyle önemli bir kişi hakkında hata ve sevapları, hususunda, o dönemin yakın tanığı olarak, bildiklerimi yazmamak, vatandaşlık ve yazarlık görevimi ihmal etmek olurdu. Eğer sağlığım elverirse, rahmetliyle eski sohbetlerimizi, o zaman yazdıklarımı hatırlatmak isterim.

Ancak, Cenaze merasiminde ve dolayısıyla, söylenen sözler ve yapılan bazı yorumlardan, açıkçası rahatsız oldum; “münasip mühlet” maalesef doldu.

Hocanın vefatı ve görkemli cenaze hayırlara vesile olacağı ve kırgınlıkları unutturup, Erbakan’ın şahsında “milli birliği”, mutabakatı ifade edeceği yerde, maalesef bazı taşkınlıklara ve yanlış sözlere vesile oldu… Hocanın ruhunun, uyanlardan dolayı muazzep olacağına inanıyorum…

Önce, TSK’nin, Genelkurmayın, Erbakan’ın hizmetlerini anması, baş sağlığı mesajı, Cenazeye Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun kurmayı ile herhalde Genelkurmay adına katılması ve çelenk gönderilmesi, bazıları tarafından, Ordunun, “yolunu kestikleri için” Erbakan’dan özür dilemesi olarak tefsir edildi… Bazıları da, “hem yolunu kestiniz hem de özür diliyorsunuz” dediler.

Ama gerçekte, TSK 28 Şubat’tan dolayı özür dilemedi, dilemesine hiç gerek yoktu, bu jestleriyle, büyük incelik gösterdi… Erbakan’ın hizmetlerinden dolayı onunla barışıklığını ifade etti. Tabii, anlayabilenlere!

Aslında, bu hareketin, 28 Şubat üzerindeki tartışmalara nokta koyması gerekirken, tartışmaları canlandırdı ve cevap-açıklama hakkı doğdu.

Fransızlar bir konuyu tartışmaya, ”Bütün orantıları muhafaza etmek kaydıyla” diye başlarlar. Erbakan konusunda da, şimdi kâh samimi, acı yüzünden, ama daha fazla “rövanş” almak için “orantılar” muhafaza edilmiyor… Cenazesi, kasıtlı olarak oraya gelmiş olan Komutanlara meydan okurcasına, “tekbir” sesleriyle, adeta bir “şeriat” gösterisine dönüştü.

Bazıları “Cenazedeki kalabalık, Atatürk’ün cenazecisinden fazlaydı” diyerek, ne demek istiyorlar?... Böylesine bir mukayese yapmak da “orantıları” bozar - bir saygı, sevgi gösterisini- siyasi bir rövanş haline sokar! Ben, Atatürk’ün cenazesiyle, Erbakan’ın cenazesini mukayese tartışmasına girecek değilim… Çünkü her şeyden önce, Erbakan’la, Atatürk, mukayese kabul etmez!

Fakat kayıtlara geçsin; İstanbul’un 1938’deki nüfusuyla, 2011’deki nüfusu arasında çok fark var. O zaman 700.000 idi, bugün 7 milyondan da fazla!

Erbakan, “devlet töreni” istemedi. Bazıları bunu, “devlete kırgınlığına” atfediyorlar. Ancak, benim tanıdığım Erbakan, devletine kırgın olamaz! Fakat dikkatimi çekti-rahatsız oldum; Erbakan’ın tabutu üzerinde yeşil örtü vardı ama bunun üzerinde, eski Başbakan olması hasebiyle, yasal olarak, gereken Türk Bayrağı örtülmemişti.

Acaba bu, Hocanın vasiyetimiydi? Ben, ölünce, tabutumum üzerine, Müslüman inancım gereği örtülecek yeşil örtünün üzerine, muhakkak, Türk Bayrağı örtülmesini, eşime, çocuklarıma vasiyet ettim.

Eğer merhum Erbakan, hakikaten, Türk Bayrağını istememişe “Türk milli görüşlü” olduğuna inandığım, bu kişiyle, aramızda bir “görüş” farkı var demektir!...

Dönelim şimdi canlandırılan 28 Şubat tartışmalarına… Hocanın ruhu, herhalde ölümün ve cenazesinin, sevdiği ordusuna karşı kullanılmasından rahatsız olmuştur.

Evet TSK, 28 Şubat’a Erbakan’ın önünü kesti. O “yol” neyin yolu idi? Ve neden kesildi? Bu hususta da, “orantıları” muhafaza etmek – gerçekleri söylemek gerekiyor; Ordu o yolu kesmeseydi, ”balans ayarı” yapılmasaydı, Sincan’daki çadırda şeriat gösterisine karşı, orada tanklar yürümeseydi, “kadayıfın altı kızarsaydı” da “kanlı veya kansız” bir şeyler olsaydı, daha sonra neler olacaktı? Tarikat ve zaviyeleri men eden laik devletin Başbakanlık konutuna, Erbakan’ın, sarıklı poturlu cemaat, tarikat şeyhlerini davet etmesinin ne lüzumu, ne anlamı vardı? Hocayı rahmetle analım ama gerçekleri, unutmayalım!

HASDAL ZİYARETİ

Eğer doğruysa, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner tutuklulara şöyle demiş: “Biz sizin büyük bir komplo ile karşı karşıya olduğunuzu biliyoruz. Sabırlı olun Türk yargısı bunu çözecektir. Genelkurmay olarak bizim yapacağımız başka bir şey yok. Sizin arkanızdayız ya da yanınızdayız diyemeyiz. Ama sizlerden biriyiz, sizlerin içindeyiz.” Arif olanlar, bu sözlerin derin anlamını anlarlar.

Sayın sevgili Paşama sormak isterim:”Hangi Türk yargısı, acaba ne zaman çözecek”?***

Yayın Tarihi : 3 Mart 2011 Perşembe 00:09:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Su Cemre IP: 88.235.248.xxx Tarih : 4.03.2011 12:58:33

Aristo'dan beri adaletin dört temeli olduğu kabul edilir;cesaret,cinsel ölçülülük, bilgelik,merhamet.Bu dört temelden biri eksikse adaletten söz edilemez. Ülkemizdeki cahileşme sürecinden hukukçular da payını alıyor.Özellikle yargıç ve savcıların ve gerçekten avukatların gerekli donanıma sahip olamadıklarını düşünüyorum.Devlet yargıç ve savcısını en çağdaş,en üst düzeyde eğitmek zorunda.Geçim sıkıntısından gerekli kitabı alamayan,zaman bulamayan ,yabancı hukuk kanakalarına ulaşamayan yargıç.olaya hakim olana kadar insanları tutuklayabilir.Özellikle bilişim dünyasında hepimizin çok eksiği var.