18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Darbe var... Darbe var!

Önceki gün 27 Mayıs idi... 1960 yılında dünya darbeler antolojisine geçen klasik bir "cunta" darbesinin 52. yıldönümü ve sonraki türlü musibetlerin anası! Ama hayrettir; darbe denince mangalda kül bırakmayanlar neredeyse Mustafa Kemal'i bile hilafeti kaldırdığı için yargılamaya kalkışacak olanlar, anlı şanlı liberaller ve liboşeler -belki de kaçırdım- bu yıldönümünde köşelerinde ve TV programlarında pek değinmediler. Galiba tek istisna NTV'de önceki gece yayınlanan dengeli "Yakın Plan" belgeseli idi. Bir de Merdan Yanardağ'ın yazısı.

***

Teğet geçişti... Çünkü o gerçek darbe, bazılarının gönüllerine göre bir darbe idi ve askerleri o zaman kendileri ve kendileri gibiler tahrik etmişlerdi. İdam cezasına karşı olanlar, üç devlet adamının düzmece gerekçelerle idam edilmeleri karşısında suskun kaldılar. Bazıları şimdi Ergenekon dalgaları, Silivri'de olanlar ve meslektaşlarının orada çektiklerine fazla ses çıkartmıyorlar ya! Bu sözde aydınların ihanetidir. İşlerine gelince "unutmak" onlar için ezeli şifadır.

Bu darbeden sonra "Ak Devrim" bayram ilan edilmişti, 12 Eylül 1980 darbesine kadar "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" olarak kutlanırdı. Ama o askerler riyakarlığın idrakiyle bu bayramı kaldırdılar. Çünkü 27 Mayıs onların "müdahalesinden" hem yöntem, hem anlam ve hem de amaç bakımından çok farklıydı!

***

Darbeleri ve müdahaleleri doğru saptayarak, ibret -ders- almak gerek. Meclis'te bir komisyon galiba bunun için kuruldu ve çalışıyor. Ancak yaklaşım yanlış. Aslında geçmişteki darbelerin neden yapıldığı objektif olarak araştırılmalı ki; gerçekten ders alınsın. Eğer bu yapılmaz gerçekler doğru saptanmazsa tekerrürler kaçınılmaz olur. Şu sıradaki "davalar ve tutuklama" sürecinden, Silivri'de çekilenlerden, ileride türlü hesaplaşma ve musibetlerin çıkacağı gibi.

***

Şu sıra "28 Şubat" yargılanmakta. Acaba bu konuda teşhis doğru mu? Aslında bu askeri müdahale "balans ayarı", zamanın Başbakanı Erbakan'ın "kadayıfın altı kızarınca", Cumhuriyetin yerine fesli takkeli şeyhlerle, gerici bir devlet kurmak girişimini önlemek için yapılmıştı. Kısacası şimdiki AKP iktidarının yapmak istediklerini...

Şimdi kaybettikleri zamanı kapatıyor ve "gecikmelerin" rövanşını alıyorlar.
Tutuklama dalgaları ardı ardına devam ediyor... Son "Beşinci dalga"da muvazzaf ve emekli komutanlar toparlandı. Gidiş kaçıncı dalgaya kadar? Tarık gibi "son gemi" de yakılana kadar mı?

Başbakan Erdoğan, "Dalgalar artık boğuyor. Bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga falan bunlar toplumun huzurunu da kaçırıyor kusura bakmasınlar (her halde özel yetkililer) o dalgalarda ülke boğulur" diyordu. Bu uyarı herkesten önce kendisine raci!

Merak ediyorum, artık tsunami boyutuna ulaşan yeni dalgalardan sonra ne buyuracak?

Ders alınacaksa 27 Mayıs'tan, çok ders alınmalı. Özellikle o darbeden bir gün önce ülkenin her yerinde göklere çıkarılanların, evlatlarını kurban etmek isteyenlerin, o sabah toz duman olmalarından!..

***

Can Dündar dün, Milliyet gazetesindeki köşesinde "Celladına aşık olmak" diye bir yazı yazmış. "Stockholm Sendromu"ndan söz ediyor. "Stockholm Sendromu", 1973'te Stockholm'de banka soyguncularının oradaki insanları rehin aldıktan sonra, durum uzadıkça rehinelerin soygunculardan taraf olma hali.
Bu hal, bu sendrom "Celladına aşık olmak" rehinenin rehin alana, kurbanın avcıya, mahkumun celladına aşık olma hali olarak psikiyatri literatürüne geçti.

Şimdi Can Dündar, bir kısım muhabir ve köşe yazarının Ak Parti İstanbul İl Kongresi'nde konuşan Başbakan'ın yazarlar hakkında ağız dolusu aşağılayıcı sözlerine rağmen, Başbakan'a tepki göstermemelerini, hatta onu övmekte devam etmelerini "Stockholm Sendromu"na bağlamış.

Ama unutmamalı; başka bir sendrom da vardır; "Brutus Sendromu"... Gün gelir bugün övenler ertesi gün döner, ihanet ederler baltalarıyla sapları keserler!..
 

Yayın Tarihi : 30 Mayıs 2012 Çarşamba 00:06:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?