18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Gaflet-İhanet-Dalalet!

Her gün biraz daha inanıyorum ki, Mustafa Kemal Atatürk, Allah’ın Türk milletine büyük bir lütfü, vediası idi!

Ancak, olup bitenlere, söylenenlere bakarak ve hele sözde Atatürkçü geçinenlerin, giderek araziye uymak için, O’nun ilkelerini göz ardı ettiklerini gördükçe de, 'acaba biz, bu emanete layık mıyız ?' diye acı acı düşünüyorum.

“Konjoktürel”, yani koşullara göre değişen ve Atatürk’ün düşüncelerini de değiştirmek isteyenler türedi. Ama, Mustafa Kemal “Konjoktürel” değildi. Düşünceleri, her sözü, her yazdığı, “Konjoktürel” hiç değildir! Her döneme uyar ve bugün de belki her zamankinden daha da geçerli ve anlamlı.

Ben, eskimişlerden ve Atatürk’ü, düşüncelerini asla özümsememiş olan sahte, konjonktürel, “gardırop Atatürkçülerinden” çoktan umudumu kestim. Şimdi O’nu, Atatürk’e ve eserlerine ve “Büyük Nutuk”una merak sarmış gençlerin, taze, yozlaşmamış ve henüz karıştırılmamış beyinleriyle, daha iyi anlayacaklarına ve bugün için dersler çıkaracaklarına inanıyorum.

GEÇERLİ UYARILAR

Mesela, Büyük Nutuk’un sonundaki Gençliğe Hitabesi’nin sonunda, “ülkeyi idare edenler” hususundaki teşhisi, onların “ gaflet, dalalet (doğru yoldan ayrılma) hatta ihanet” içinde bulunabilecekleri sözleri! Bugün, gaflet-ihanet ve delalet arasındaki çizgiler artık keskin değildir. Bunlar biri birleri ile sarmal olmuştur. Ve de, “ hatta İktidarda olanların (ben ilave edeyim; bır kısım medyanın) menfaatlerini yabancıların (Mustafa Kemal işgalciler diyor) şahsi emmeleriyle birleştirmeleri”, teşhisi bugün AB konusunda sürüngenliğinde de geçerli.

Avrupalıların, kendi milli devletlerini ve milliyetçiliklerini korudukları ve nasıl bır Avrupa düşündükleri ve bu Avrupa’da Türklere yer vermek istemedikleri, daha doğrusu, ikinci sınıf, "iliştirilmiş" oltanın ucunda, kendi çıkarları için tutacakları bir ülke telakki ettikleri, son referandumlar ve beyanlarla açıkça belli.

Ankara’daki, AB Baş Komiseri, Karen Fogg’un halefi Hansjorg Kretschmer söyledi;  “Müzakere filan yok. Sizi müktesebatımıza uyduracağız-işte o kadar”…  Fakat İktidar, hala müzakerelere 3 Ekiminde başlamak ve AB’nin istediği, isteyeceği her türlü ödünü vermeye hazır…

Biz bu züllü neden kabul edeceğiz?. Erdal Şafak, AB hayalinin sona erdiğini uzun uzun yazdıktan sonra ;“Ziyanı yok biz gene müzakerelerde istenilenleri verelim” demeye getiriyor..

Mehmet Ali Birand da, süngüsü biraz düştü; ama hala kuyruğunu dik tutmaya çalışıyor; “Aman Avrupalıları kızdırmayalım, trenden inmeyelim, furgonda yolculuğa devam" diyor.!

Sonunda hüküm hazır; “Biz zaten tam üyeliğe layık ve hazır değildik…imtiyazlı ortaklığa şükredelim"

Ve Ankara’da, AB Büyük Elçileri, sömürge konserleri yeni sürüngenliğin reçetelerini Başbakanın ve Dışişleri Bakanı'nın yüzlerine karşı okuyorlar, onları sorguya çekiyorlar. Bizimkilerden orada tepki yok ,”istim” yarım  yamalak arkadan geliyor… Çıldırmak işten bile değil.

ALMAN KAZIĞI

Ve hani yıllar yılı dost bildiğimiz, AB üyeliğimizin has destekçisi Almanya ve Şansölye Gerhard Schroeder cenapları! Alman Parlamentosu Schroederın dairesi tarafından hazırlanan sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı'nı oybirliğiyle kabul ediyor… ”Soykırım” denmemiş de “katliam” denmiş… Ne büyük lütuf.

Bu tasarının böyle kabulünde, tabii, Almanları kendi yakın tarihlerindeki, gaz odalı fırınlı “gerçek soykırımlarının” kompleksi var. Abdullah Gül’ün dediği gibi bu cinayetlerine ortak arıyorlar. Üstelik, Almanya’nın 1915’de müttefikimiz olmasının "günahının " kompleksi de var…. Ama asıl ortaya çıkan, benim hep yazdığım; bu onbeş yıllık "sürünenlikte" hangi Avrupa ülkesine güvenebiliriz, varoluşumuzu ,geleceğimizi, onların keyiflerine,komplekslerine emanet edebiliriz?. Atatürk’ün dediği gibi, ”Bağımsızlık, asla yabancıların ipoteğine verilemez".

Atatürk’ün bütün sözleri ve uyarıları da neredeyse ANITKABİR’E gömüldü... Mesela “hiç bir bağımsız milletin, yabancıların plan ve nasihatlerine göre yükselemeyeceğini” defalarca söylemesi… Her fırsatta Atatürkçülük taslayanlar acaba O’nun AB Konusuna çok denk düşen bu uyarıyı neden hatırlamazlar ?.. Atatürk ve Ismet İnönü, bugün hayatta olsalardı, önce bu durumlara düşmezdik. Bu önerilerde bulunmaya cesaret edenlere mesela Amerikan Mandasını kabul etmekten yana Mustafa Kemal “maskaralar” demişti’ Bugün de AB boyunduruğunu kabul etmek isteyenlere yakışan sıfat ta budur. İsmet Paşa da ABD tehditleri karşısında “Yeni bir dünya kurulur, biz de orada yerimizi alırız “ demiş, meydan okumuştu. Biz bugün onların kıymetlerini bilmemenin , onların yollarında yürümemiş olmanın cezasını çekiyoruz.

BAŞKA BİR “ELÇİ OLAYI”

Ankara’daki son Büyük Elçiler rezaleti, bana babamdan duyduğum bir Atatürk öyküsün hatırlattı:

Otuzlu yıllar… Mustafa Kemal’in devrimleri, bağımsızlık ve çağdaşlaşma hamleleri, Arap ve Müslüman ülkelerini rahatsız ediyor… Rahatsız olanlar arsında zamanın Mısır Hükümeti de var. Bu sırada Mısır Büyük Elçisi resmi bir yemekte masaya, adetleri veçhile başındaki kırmızı fesle oturur... Mustafa Kemal sinirlenir…. Babama işaret eder; Babam da gider Büyük Elçinin başından fesini alır ve eline verir! Adam ses çıkaramaz , yerinden kalkamaz..!

ACI KAYIBIM

Altmış yıllık bir can dostumu, VATAN gazetesinde kapı yoldaşım sevgili Recep Biginer’i kaybettim. Türk medyası değerli bir gazeteciyi, Türk tiyatrosu da velut bir yazarını kaybetti... Geçen hafta telefonda konuşmuştuk... Geçirdiği rahatsızlıktan sonra “İyiyim” diyordu. Ölümle hayat arasındaki çizgi bu kadar ince!

Yayın Tarihi : 20 Haziran 2005 Pazartesi 11:11:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?