Önceki gece, SKYTÜRK televizyonunda, Saynur Tezel’in programında, “Ergenekon Soruşturmaları kapsamında” gözaltına alınan, sonra da, tahliye edilen dostum-Strateji Uzamanı Dr. Erol Mütercimler’in başından geçenleri, kendi ağzından dinlerken, sanki bir “Franz Kafka Romanı” –mesela “Duruşma” romanını, okur gibi, dehşetler içinde kaldım… Eğer Mütercimler gibi, cesur bir emekli Deniz Binbaşısı, eğer o dehşete kapılmışsa, uygulamalar gerçekten dehşet verici demektir! Mütercimler, tutuklayan polislerin sorgulama yapan savcıların kendisine, saygılı davrandıklarını söylüyor ve uygulamalar kendi strateji konusundaki uzmanlığına göre, adeta olası buluyor. Ancak kendisine atfedilen ve sonunda “müebbet hapis” hükmüne kadar gidebilecek, ”sözde faaliyetlerinin” neler olduğunu, hangi delillere göre suçlandığını ve –sonra da neden serbest bırakıldığını hala anlayamıyor… Hala şok içinde, Ona bir polisin dediği gibi , “masum” olsa dahi, kurtulma şansı , %50–50; arada neler, olabilir! Kafka romanındaki gibi çıkışı olmayacak bir “Kale” bu!
Ben de, 1960 Darbesinden sonra tutuklanmış akıbetimin ne olacağını bilmeden, Yassıada’da, 9 ay yatmıştım ve o zamanda Kafka’yı hatırlamıştım… Vicdan muhasebesi yapmış ve sonunda Yüce Allaha sığınmıştım! O zamanki yargıya- Yüksek Adalet Divanı'nın “adaletine” güvenemiyorduk, ama şimdi Allah da var –Türkiye’de, savcılar varsa, şükürler olsun “yargıçlar” da var!
Beni, asıl, dehşete düşüren: bir darbe örgütünün varlığına, “peşin hükümle“ olmasa da – Mütercimlerin, deyimiyle, önceden “kabullenmiş” Terörle Mücadele polisleri… Saygılı, fakat terör konusunda iyi eğitim görmüş- “iyi polis -kötü polisi” oynayan polisler… Fakat düşünüyorum: bu polisler benim sevdiğim, hep savunduğum polisler mi? Yoksa adeta, başka bir gezegenden indirilmiş robot “Robocoplar” mı? Ben polislerimi çok severdim! Onlara da güven duyamazsam çok acı!
DARBECİLERİ YARGILAMAK
Asıl amaç belli idi ama gittikçe daha ortaya çıkıyor; “Ergenekon” saldırısının hedefi Türk Ordusu – sadece bugünkü değil, 12 Mart -12 Eylül müdahaleleri de, bu hayâsız saldırının malzemesi! 27 Mayıs 1960 gerçek darbesinden- bazı gönül ve kafalara göre olduğu için- hiç söz edilmez ve uygulamalar dolayısıyla o darbecileri yargılamaktan söz edilmez – mağdurları da anılmaz! Aramızdaki fark da bu; ben O gerçek “cunta darbesi”nin mağdurlarından biri olduğum halde, o acı olaydan ucu “Orduma dokunur” diye, özenle, söz ederim ve “cunta” ile “emir komuta ” zincirinden ayırırım!
Bugünkü saldırıların bayraktarlarından İsmet Berkan, şimdi, eski yaraları kaşıyarak, başta zamanın Genelkurmay Başkanı Kenan Evren olduğu halde: “12 Eylül darbecileri yargılamalı!” diyor! Paşaları tutuklamak yetmedi; bütün geçmiş, askerler, komutanlar da tutuklanıp, yargılanmalı, cezalandırılmalı! Bu, orduya karşı ne derin bir kin, bir hınçtır!
“Su-i Misal, emsal olmaz" : 27 Mayıs ve 12 Mart Müdahaleleri ile bugünü eş tutmak yanlıştır! Kaldı ki, eğer o günlere dönülecekse, bu müdahalelere sebep olan olayların da, muhasebesi yapılmalı ve terör olaylarının “kahramanları” ve hayatta kalanları da yargılanmalı ve de terörün kurbanları da anılmalı! Asıl büyük haksızlık, o zamanlar terörle devleti yıkmak isteyenlerle, devleti korumak için mücadele edenleri, aynı kefeye konulması olmuştu… Eğer, o uygulamalarda solculara yapılanlar hatırlanacaksa, ülkücülerin de “eşitlik” olsun diye, onlarla aynı kefeye konarak, tabi tutuldukları “uygulamalar“da, en azından tarihe kayıt geçirilmeli!
Ve düşünmeli: gerçi, önce bütün milletin alkışladığı o “müdahalelerden” sonra, büyük haksızlıklar işkenceler yapılmışsa da o “müdahaleler” olmasaydı bugün nerede olurduk? Ve bundan sonra nerede olabiliriz?
Fakat gene de değişmeyen-değiştirilmemsi, gereken bir şey var; en sonunda, Türkiye Cumhuriyetini koruyacak olan Türk Ordusudur. Bu güvenceyi bazılarının yaptıkları gibi eski yaraları kaşıyarak ve yeniden kanatarak hırpalamamak gerek!****
Sayın Kılıç. her ne kadar ülkemiz insanı biraz balık hafızalı olarak nitelendirilsede, yakın zamanımızda, sivillerin elinde açmaza giren demokrasimizin defalarca ordumuzun müdaheleri ile normalleştirilmeye çalışıldığına tanık olduk. Dünyada ülkesi dışında, anayasasını ve cumhuriyetine sahip çıkma görevi olan sayılı ordulardan birisidir Türk Silahlı Kuvvetleri. Bu nedenle her müdaheleler hep büyük bir hevesle değil aksine zorunluluk gereği olmuştur. Ordumuz hiç bir müdahelenin sonrasında, ülke yönetimine kalıcı olarak el koymamış aksine olabildiğince kısa sürede sivillere devretmiştir. Ancak kısa ömrümüzde gördüğümüz kadarıyla, ülkemizin sivil siyasileri her seferinde işi bir öncekinden beter batırmaya çalışmışlardır. Son aşama yapılmaya çalışılanlar ise bir ülkenin harakiri yapmasına benzemektedir. Kendisine olabildiğince acı çektirerek öldürme yöntemi Japonlar için bir onur meselesi sayılabilir ama şu an bizde yapılan hiç de onurlu görünmeyen bir mücadeledir.