Dostlarım, en yakınlarım, “Türkiye’nin sorunlarını çözmek- ülkeyi kurtarmak sana mı kaldı? Seksen beş yaşında, yan gelip yat –yaşının keyfini çıkar-böyle gelmiş böyle gider” diyorlar. Ve bazıları da öyle yapıyor… Ama ben yapamıyorum; Atatürk, babam, amcam tüm silah arkadaşları, benim de sırtıma, bir görev- Cumhuriyeti korumak ve kollamak ödevini, yüklemişler –onlara layık olmaya çalışıyorum! İşgüzarlık mı? Hüsnü kuruntu mu? “Böyle gelmiş böyle gideceğine” göre, akıntıya, boşuna kürek çekmek mi?
YALAN RÜZGÂRLARI VE ATEŞİMİZ
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, doğru tespitleri ve cevapları –gerçekleri aydınlatıcı bir ışıktı… Ancak bu “ateş” bile, bir kısım yalaka yandaş medyada estirilen “yalan rüzgârları” karşısında, adeta “Ok Meydanında buhurdan” gibi kalıyor. Şimdilerde, bir tarafta “Cemaatçilik” ve işbirlikçisi ”liboşluk”, tüm şer kuvvetleri, diğer tarafta “Milliyetçilik”, “Kuvvayı Milliye”, bir ölüm- kalım savaşı sürmekte! Şimdilik, “Meydan” onların! TBMM’de, egemenlik, “oy çoğunluğuna kayıtlı” ve “şartsız” onların gibi! Bütün kaleleri, Emniyeti, yargıyı, eğitimi ele geçirmiş gibiler! Üniversitelerde- hatta Polis Akademisinde ve Polis okullarında, sözde “aydın” öğretim üyeleri, gelecek kuşakların beyinlerini yıkıyorlar, milliyetçiliğe karşı şartlandırıyorlar!
ORDU
Güvendiğimiz bir tek “ Ordu” kaldı. Bu kaleyi de “hile, desise ve iftiralarla” dışarıdan hatta içerden, ele geçirmek isterler… Millet indindeki saygınlığını yok etmekten başlayarak! Anayasa değişikliği, şimdi bu ölümcül “oyunun” en önemli kavşağı! Planlarına göre, Anayasanın “Değiştirilemez ” maderleri, sureta, aynen kalacak, ama başka maddeler değiştirilerek, yeni ilaveler yapılarak içleri boşaltılacak- anlamları kalmayacak! Mesela, Yüksek Askeri Şura kararlarının sivil yargıya havale edilmesi gerçekleşirse, Ordu “yasal” olarak, taciz edilecek, tayin ve terfiler, emekliye sevk edilmeleri kararları, diğer sivil kurumlarda olduğu gibi, sivil yargıya tabi olacak. Bu davalar sürerken, Ordunun geleneksel iç düzeni bozulacak! Demokrasi adına, diğer ülkelerde böyledir. AB istiyor diye Türk Ordusunun geleneksel ayrıcalığı ortadan kalkacak!
Ağustos sonlarında, 30 Ağustos’ta neler olur? Zaferi mi kutlayacağız yoksa “hezimete” boyun mu eğeceğiz?
Sadece bir günde malûm basında okuduklarım televizyonlarda işittiklerim – tabir caizse, beni “çıldırtıyor”… Herhalde benim gibi düşünenleri de! Örnek: Gençlerimizi emanet ettiğimiz profesörler, “milliyetçilik” ‘anakroniktir’ - yanı “zamana ters düşüyor” … Askerin “vesayeti” kalkarsa, hem “Ne Mutlu Türküm diyene”, hem de, “ne mutlu Kürdüm” diyene eş zamanda kullanılacakmış!
KÜRT SORUNU
Ve bu bağlamda, bu adamlar, Başbuğ Paşa’nın “vatandaşlık” konusunda söylediklerini, hemen kendilerine göre yorumladılar – “Türklük” değil, “Türkiyelilik” diye! Yani “Ne Mutlu Türküm” diyene sözü, Doğuda, dağlardan silinecek, yerine, “Ne mutlu Kürdüm diyene” yazılacak!
Bütün bu gelişmeler, “Ergenekon davasının” Türkiye’nin, en zayıf, bölünmüş ve ortak akılı karışmış bağlamında, yaşanıyor… Başbakan Erdoğan, Muhalefete “Bu konuda bırakışma yapalım- son sözü Yargıya bırakalım” demiş… Şimdiye dek “Davanın savcısı” olarak “Yargıyı” etkileyen, bunca sözünden sonra!
Evet, – son sözü yargıya bırakılmak gerekir- Ama son “hüküm” ne zaman verilecek? Başsavcı Zekeriya Öz, 2004’de yazdığı bir makalede, aynen “Yargının adil olması kadar, makul sürede yapılması gerekir” diye yazmış! … “Makul süre” ne kadardır? İzafi midir? “ihtiyaca, şartlara, göre değişecek mi? O zamana kadar tutuklular dayanır mı- Türkiye dayanır mı?
Bu sırada, bildiğimiz anlamdaki Türkiye'nin, Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyetinin, avuçlarımızdan kaydığının farkında mıyız? Ben farkındayım ve korkarım ki, gözüm arkada kalacak! Eğer bizler eşkıya kadar güçlü olamazsak!
Nedense bu sırada aklıma, Mustafa Kemal’in 5 Şubat 1933’de Bursa’da gençlere söyledikleri, gençlere uyarısı ve onlara ödev vermesi geliyor!****
Atatürk'ün 7 Şubat 1930 tarihinde Balıkesir'deki konuşması: "Halkın saflığındanfaydalanarak, milletin maneviyatına saldıran kimseler ile onların ardından gidenler, elbetteki birtakım cahillerden ibarettir. Bunlar Türk Milleti için yüzkarası oluşturacak vaziyetlerin meydana gelmesinde daima etken olmuşlardır.Milletimizin önünde açılan kurtuluş ufuklarında aralıksız yol almasına mani olmaya çalışanlar, hep bu müesseseler (tekkeler-cemaatçilik) ve bu müesseselerin mensupları olmuştur.. Bu gibilerin mevcudiyetini müsamahaile karşılayanlar, Menemen'de, Kubilây'ın başı kesilirken kayıtsızca seyretmeye tahammül ve hattâ alkışlamaya cesaret edenlerle birdir."(Turgut Özakman'nın " Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi" adlı yapıtından alıntıdır. Sayfa: 230)
Atatürk'ün 5 Şubat 1933 tarihinde Bursa'da, Anadolu Ajansı aracılığı ile yaptığıaçıklama: " Hadiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyasete ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır.. Kesin olarak bilinmelidir ki Türk Milletininin millî dili ve millî benliği, bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır."(Turgut Özakman'ın " Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi" adlı yapıtından alıntıdır. Sayfa: 237)