Kendi acı tecrübelerime istinaden söyleyeyim: Basını-medyayı karşısına almak bir siyaset adamı, devlet ve hükûmet adamı için eskilerin deyimiyle “fali hayr” değildir, yani iyiye alamet değildir! Gazeteci milleti eza, cefa çeker, ama sonunda fena çarpar, hatta maliye müfettişlerinden fazla!
Diğer bir gerçek: Politikada zenaat “mümkün olanı yapmak” olsa da politikacı, eğer devlet adamı, cumhurbaşkanı, başbakan olacaksa, öfkesine hakim olmak, kelimelerini doğru seçmek ve “sözlerinin ucunun nereye gideceğini” bilmek zorundadır!
Başbakan Erdoğan, öfkesine hâkim olamıyor, sözlerinin nereye varacağını ve asıl önemlisi, tepkilerinin ters tepeceğini de anlamıyor! Basın-medya konusundaki son çıkışları, sözleri bunu bir defa daha gösterdi. Seçim konuşmaları esnasında, tebaasından, hoşlanmadığı gazeteleri, yazarları boykot etmelerini ve eve sokmamalarını istedi... Bu arada, özellikle, Doğan Holding’in üzerine, gazete ve televizyonlarının, yolsuzlukların üzerine gitmesine karşılık, maliye müfettişlerini saldı ve milyarlarca ceza kestirdi! Bu incelemeler “rutindir” derlerse, bu şartlarda ve bu bağlamda, kimse buna inanmaz!
ÖNCEKİLER
Erdoğan’dan önce, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, hiçbir iktidar, hiçbir başbakan, basına-medyaya, yazarlara-çizerlere bu kadar açık savaş açmamışlar, tahammülsüzlük göstermemişler ve aynı “cezaları” kesmemişlerdi! En ağır haberlere -ailelerine de dokunan- yorumlara ve karikatürlere rağmen!
Bu, bir defa, bazılarının devlet ve hükümet adamlığı adabı-seviyesi ve hoşgörüsünden ileri geliyordu. Bir de geçmişten,,. Özellikle, 1950-1960 arasındaki iktidarın hatalarından ders aldıkları için!
Rahmetli Celal Bayar’ı, rahmetli Adnan Menderes’i, hiçbir açı ve bakımdan, Abdullah Gül’le ve Erdoğan’la kıyaslamak mümkün değil. Arada klas farkı var! Ama, DP liderleri, kendilerini, büyük çoğunlukla, iktidara getiren “demokrasiye”, ilke olarak, hatta yürekten inandıkları halde, büyük hata yaptılar: Önce, basının gücünü anlamadılar ve resmi ilan ve kâğıt kolaylıklarıyla “beslenip” sonra da gazetecilerin, yazarların hapsedilmesiyle basının susturulamayacağını anlamadılar. “Oy iktidarı” onları ifsat etti “oy çoğunluğuyla” her şeyi yapabileceklerine inandılar. Acı ve haksız sonlarında basının büyük rolü olduğu göz ardı edilemez.
BENİM TECRÜBEM
27 Mayıs Darbesi’nden hemen önceki, 9 aylık Basın Yayın Genel Müdürlüğü dönemimde, devlet kontrolü altındaki radyolardaki “Radyo Gazetesi” yorumları ve “Vatan Cephesi Harekâtı’yla” -besleme basınla- diğer, gerçek basınla başa çıkılamayacağını, naçizane anlatmaya, basınla iktidar -başbakan- arasında diyalog oluşmasına çalıştım, ama başaramadım. İktidar kendi deyimiyle, “Bir kısım basına savaş açmıştı”. Sonu mâlum!
Bugünle paralellikler çok. “Besleme basının” yerinde, “yandaş medya” , yalaka-çanaka yazarlar var! Ancak, bir şey daha var; medya “holdingleşti” ve “tek ellerde” !
Eskiden basın müstakil ve bu bakımdan da birlik-dayanışmalı ve mali tehditlere bağışıklı idi.
Bugün medyanın “zayıf topuğu” da bu. Holdinglerin, sonunda iktidara muhtaç ve bağımlı olmaları! Yaşanan “savaştan” sonra iktidarla holding arasında uzlaşma-bırakışma olursa hiç şaşmayın!
Bugün büyük gazetelerin başyazarları Başbakan’a ve iktidara, holdinglerinin canı acıdığı için ateş püskürüyorlar! Sözü kişisel bir davama getireceğim; konuyu müsaadenizle şahsileştireceğim. Dört yıl önce Başbakan’ın kendisine “pervasız kabadayı” dediğim için açtığı davayı Yargıtay’ın bozmasına karşılık bir vekâletname şekil hatası yüzünden sürdürmesi ve beni tazminata mahkûm etmesi, emekli ve gazi maaşıma haciz koyması karşısında birkaç dost kalem, Basın Konseyi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bana -eksik olmasınlar- sahip çıktılar, ama o şimdi kendilerine dokunduğu için, kalemlerinden kan damlayan bazı başyazarlardan tık çıkmadı... Oysa, benim davam kişisel değildi, tüm medyanın “sorunu” olması gerekirdi.
SON SÖZ
Tek parti döneminde “Basın kanunlar dairesinde hürdür” denirdi... Asıl sorun ise o kanunlardaydı. Şimdi kanunlardaki hükümler iyi de, “medya” , iktidar ve Başbakan’ın müsaade ettikleri kadar ve müddetçe “hür” !***
Sihhat ve afiyet dileyerek tesekkürler Sayin Altemur Kilic"Cok güzel bir sekilde dile getirmissiniz.Demek oluyor,ki Hürriyet Özgürlük Ve Laik Türkiye Cumhuriyeti yavas yavas yok olmaga baslamistir.Halkin oylari ile iktidar olan Partiler bir daha iktidardan düsmiyecegini sanarak haraket etmektedirler.
Halk günü gelince her seyin hesabini sorar ister Kral ol ister Padisah.Basini istedigi gibi kullanmak yarar degil zarar getirir.Bunu en gec Halk farkina varacaktir.Ve gereken cevabini sandikta verecektir.Demek oluyorki Hükümet olan iktidarlara karsi sagir olacaksin isitmeyeceksin kör olacaksin görmiyeceksin dilsiz olacaksin konusmayacaksin.
O zaman Hükümet icin senden daha iyisi yok demektir.Mademki ögle olunmasi gerekiyor iktidar Hükümetler Halkini refah icinde yasatmaga calissin.Elmanin birisini kendiler yesin bir elmayi,da bes alli Vatandasa ikram etsinler.Inanyorum Halk buna razi olacaktir.Ama hep bana hep bana haraket edildigi müddetce Halk bir gün gelir hesabini sorar,
Görsel basin yazili basin gün gecmiyor ya soygun olmus ya intihar vakasi olmus ya gasp davasi olmus yada fuhus davasi meydana gelmistir vs. Eger basin bunlari yazmasa göstermezse Halk olup bitenleri nerden ögrenecektir.Hükümetler icin Halkin ögrenme hakki yoksa o baskadir saygilarimla.