20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

NATO KAFA...

“NATO” kelimesi Türk argosuna ve jargonuna NATO kurulmadan ve Türkiye üye olmadan çok evvel girmişti... Çocukluğumuzda, gençliğimizde galiba Rumca’dan galat “Nato kafa... nato mermeri!” derdik,“Nah kafa, nah mermer!” anlamında! NATO, yani Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü kuruluşundan ve 1954’te Türkiye’nin üye oluşundan beri hele Sovyetler Birliği yıkılıp Soğuk Harp sona erdikten sonra-amacı, anlamı ve üye sayısıyla çok değişti. Anlamı bizim için de çok değişti. 1954’ten önceki yıllarda Türkiye, Sovyet tehdidi karşısında yalnızken, NATO’ya tam üye olarak girmeyi ve güvencesini istemiştik. Avrupalıların, o zaman şimdiki aynı mazeretler ve dirençlerle, Türkiye’yi tam üye kabul etmemeleri, ancak “harcanılabilir ileri karakol” rolü vermek istemeleri karşısında, naçizane ben de yabancı dergilere ve gazetelere nice yazılar yazmıştım. Kore’de askerlerimizin gösterdikleri başarı sayesinde bizi NATO Kulübüne alabildiler. Sonunda da bu örgütün en sağlam çıpası olduk. Bugün eğer AB varsa, bunda bu “çıpanın“ katkısı büyük olmuştur. Bugünkü bağlamda, NATO “kafası” nedir, NATO’nun Türkiye için önemi, bize şimdi biçilmek istenen yeni rol nedir? Kısacası 1950’lerde, NATO’da güvencemizi ararken, bugün endişeyle yeni rolümüzün ne olacağını bekliyoruz. Semboller önemlidir. Zirvenin sembolünde olduğu gibi, NATO’nun klasik eski görev sahasından çıkıp, Asya’ya açılışında, iki kıtayı birbirine bağlayan jeo-politik köprü olarak, Türkiye’ye rol düşüyor.

KÖPRÜ VE BÜYÜK OYUN

Ancak, özellikle bölgemizde ve Orta Asya’da oynanmakta olan “Su ve petrol kaynakları yolları” odaklı yeni “Büyük Oyunda” baş oyunculardan biri mi olacağız, yoksa figüran, mızrak taşıyıcı olarak mı kullanılacağız? Kendi milli çıkar ve endişelerimiz, karşı karşıya olduğumuz başta terör, asıl tehditler ikinci planda mı kalacak? Zirvenin tozu dumanı yatıştıktan sonra gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkar. Ama bilesiniz ki, Mevlâna’nın dediği gibi, “her şey göründüğü gibi değil, görünenler de gerçek değildir” ve bütün dış toplantılarda olduğu gibi her şey önceden kararlaştırılmıştır. Zirve’nin neticesi de özetle, NATO’nun görev alanının Asya’da genişletilmesinden başka Irak’ta, Afganistan’da NATO üyelerine yeni görevler düşeceğidir. Bu görev, üyelerin Irak’a asker göndermeleri şeklinde olmasa bile yeni Irak ordusunun ve polisinin eğitiminde üyelerin bazılarına ve bu arada da Türkiye’ye görev verilmesi şeklinde olacaktır. Bir bakıma Irak’ın da NATO kılıfına “uydurulması” sağlanmıştır. Ancak Irak konusunda ve diğer hususlarda, Avrupalılarla Amerikalılar arasındaki “derin fay hattı” duruyor. Şimdi uygulamalara ve gelişmelere bakalım!

VE AB

AKP İktidarı, NATO “şovunu” AB’den tarih almak maksadı için kullanmak istemiştir. Hemen itiraf etmeli ki çok başarılı organizasyon, katılanları muhakkak ki etkilemiştir. Ne var ki, Aralık sonunda müzakere tarihi verilmesi yapılan övgülere söylenen, güzel sözlere rağmen halâ ortadadır. Chirac’ın, Bush’un Avrupalılara “müzakere tarihi verin artık” uyarısına gösterdiği tepki, olumsuz bir işaret sayılabilir.

Hükümet ve yalakaları, mumu yatsıya kadar yanacak büyük bir aldatmaca tezgahlıyorlar. Verdikleri havaya göre müzakere tarihi verilirse bu iktidar için “büyük zafer” olacak! Halbuki kaç defa yazdım, kimse aldırmıyor. 2005 Mart’ında veya Temmuz’unda müzakere tarihi verilmesi AB’ye üyeliğimizin kesinleşmesi değil, aksine AB sürecinin, daha çetin “ev ödevleriyle” yeni uyum-uygulama dayatmalarıyla devam ettirilmesi! Yani meçhule doğru “sürüngenliği!”

GALA

Başbakan Erdoğan’ın Topkapı Sarayı’nın muhteşem dekoru içinde verdiği muhteşem “gala”da, Türk tarihinin ve kültür zenginliğinin, devlet geleneklerinin ve hoş görüsünün sahnelenmesi, liderler ve medya mensupları diğer yabancı misafirler üzerinde muhakkak olumlu etki yapmıştır. Ama bazılarını asıl korkutacak Yeniçeriler ve mehterin Viyana kapılarını çağrıştırmasıdır... Mehter takımının da AB marşı olan Beethoven senfonisine katılması bazılarında kültürlerin uzlaşması değil çatışması olarak algılanır. Keşke Mozart’ın “Türk Marşı” da çalınsaydı! Emine Hanımın ve Abdullah Gül’ün eşinin türbanları gene sorun oldu. Eminim yabancılar bu konunun önemini pek anlamazlar ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yemeğine Başbakanı ve Gül’ü eşsiz davet etmesini de, belki yadırgamışlardır. Ne bilsinler ki, “türban” AKP’nin, laik Atatürk Cumhuriyetine karşı meydan okuma bayrağı, Cumhurbaşkanın duruşu da Çankaya’nın yani Atatürk’ün cesur duruşudur! Birileri bu yüzden Sezer’i kınamışlar “ne olurdu da zirvede bu olaya sebebiyet vermeseydi” demeye getiriyorlar. Asıl sorulacak soru, bence şu: “Ne olurdu da Erdoğan ve Gül laik bir ülkenin Başbakanı ve Bakanı olarak batı ve çağdışı bir inancın Laik Atatürk devletine karşı bayrağını göstermekten artık vazgeçseler. Bir çok eski takıntılarından, AB uğruna kolaylıkla vazgeçtikleri gibi!”
NOT: Gelin de medyanın gücüne inanmayın. Dostum Şiar Yalçın’la birlikte, “oldukça” kelimesinin, asıl manasının ”mümkün olduğu kadar” değil, “çok” anlamında olmadığını bir türlü TV sunucularına ve habercilere anlatamadık. Ben mücadeleden vazgeçtim. Bir ayrıntı ama, TV ve haberlerde Bush’un korumalarından, CIA veya FBI ajanları olarak söz ediliyor. Öyle değil. CIA istihbarat, FBI da federal güvenlik örgütüdür. Başkanları onlar korumazlar. Başkanı eski bir gelenekten dolayı Hazineye bağlı “Secret Service” ajanları, yabancı diplomat ve ziyaretçileri de başka bir örgüt korur.

Yayın Tarihi : 30 Haziran 2004 Çarşamba 11:38:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?