25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Pembe İncili Kaftan

Türkiye ile İsrail arasında derin bir kriz var… Bu krizin şu sırada patlak vermesi ve ayrıntıları hakkında yorum yapmayacağım; ancak şu kadarını söyleyeyim; İsrail Devletinin ve Ordusunun genelde, Filistin’de ve özellikle Gazze’de yaptıkları karşısında, Başbakan Erdoğan, ilke olarak haklı!

Bu krizin sonu nereye varır? Bilemem ama eğer kontrol edilemezse iki taraf için de vahim neticeler doğuracağı muhakkak!

SİYONİSTLER VE MUSEVİLER

Türkiye açısından vahim bir ihtimal, bu krizin ve İsrail Bakanlarının küstah hareketlerinin, Musevi Vatandaşlarımız aleyhinde tepkilere hatta eylemlere, yol açması… Zaten gerginleşmiş olan ortanda bir de bu eksikti!

İsrail Devletini ve Siyonist yöneticilerini, bu hareketlerini tasvip etmeyen, TC’ne hep sadık kalmış Musevi vatandaşlarımızdan soyutlamamız gerek!.. Diplomasi ve değişen koşullar, zorunluluklar, Türk-İsrail ilişkilerini düzeltir, ama Musevi vatandaşlarımıza karşı tepkilerin muhtemel sonuçları kolay onarılamaz!

KÜSTAHLIK

Bu bunalım esnasında, İsrail makamlarının Bakanlarının gösterdikleri küstahlıkları “ Türkler de İsrail ordusuna ahlak dersi verecek son ülkedir” gibi sözleri… İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon’un “Kurtlar Vadisi” dizisine ilişkin rahatsızlığı iletmek üzere davet ettiği Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u Bakan Lıebermman’ın, talimat ve senaryosu üzerine, önce dışarıda beş dakika ayakta beklettikten sonra, özenle düzenlenmiş odada kendisinden aşağı seviyede bir koltuğa oturtması kolay hazmedilir, affedilir ve unutulur gibi değil!

ÖZÜR

Sonra da özür bu kabahatten bu terbiyesizlik ve küstahlıktan da büyük… Ayalon, konuşmadan önce odaya davet edilen TV kameraları önünde, Türk Büyükelçi’yle tokalaşmasını isteyen gazetecileri reddedip, Çelikkol’un anlamaması için, özellikle İbranice olarak, “Biz yüksekte oturuyoruz ve masada sadece İsrail bayrağı var. Ayrıca biz gülümsemiyoruz, bunlara dikkatinizi çekerim” diyor! Yani hesaplı bir ayıp!

Büyük Elçi İbranice sözleri anlamamış olsa bile, oda düzeni muhakkak dikkatini çekmiş ve rahatsız etmiştir!

Bu, diplomaside görülmemiş, utanç verici bir durumda ve o şartlarda, Sayın Çelıkol’un, nasıl hareket edeceği hakkında dışarıdan hüküm vermek çok güç. Ama yerinde ben olsam kalkar kapıyı Bakan yardımcısının yüzüne çarpar, çıkar giderdim. Avakibi (sonucu) ne olursa olsun.

KOLTUK VE KAFTAN

Bu olay bana rahmetli Ömer Seyfettin’in, “Pembe İncili Kaftan” öyküsünü hatırlattı. İran Şahı İsmail Osmanlı Devletini, nezdine gönderilen Türk Elçisi üzerinden, küçük düşürmek ister… Osmanlı devletinin başında Şah İsmail adında bir bela vardır. Ve nezdine bir Elçi gönderilmesi gerekmişti… Gönderilecek elçi cesur, ölümden korkmayan, devletin şanına yakışacak bir kişi olmalıydı… Akla, Muhsin Çelebi gelir… Muhsin Çelebi: Cesur, doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan, akıllı bilgili, Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen, bir baba yiğittir… Çelebi sadrazamın emri üzerine huzura gelir, Sadrazam ondan el etek öpmesini beklerken o eğilmez… Sadrazam kızar ama ona elçilik teklif eder. Muhsin Çelebi bu görevi devleti için kabul eder. Elbette ki bu büyük devletin elçisi; atları, hademeleri ve giysileriyle ihtişamlı olmalıydı; Muhsin Çelebi, yolculuk masrafları için bütün varlığını rehin vererek tüccarlardan borç aldığı on bin altınla karşılar!.. Ve Çarşıdan Kumaşı Hint’ten incileri Venedik’ten gelme Şah İsmail’in hayatında göremeyeceği pembe incili kaftanı sekiz bin altına alır. Muhsin Çelebi, başı dik göğsü ilerde Şah İsmail’in huzuruna varır. Padişahın mektubunu öperek Şaha uzatır. Ayağı öpülmeyen Şah sapsarı kesilir. Muhsin Çelebi sağına soluna bakar ve oturacak bir şeyin olmadığını görür… Şah bunu kasten Elçiyi ayakta bekleterek Onu ve Devletini küçük düşürmek için düzenlemiştir… Muhsin Çelebi o göz kamaştıran “pembe incili kaftanı” tahtın önüne serer ve üzerine oturur. Şah, vezirleri komutanları şaşırmışlardı... Muhsin Çelebi gür sesiyle: “Padişahının hiçbir ecnebi padişah karşısında eğilmeyeceğini” söyleyerek huzurdan izin istemeden ayrılır. Kapıdan çıkarken Şah’ın askeri kaftanı arkasından getirir. Muhsin Çelebi sesini yükselterek ‘bir Türk asla yere serdiği şeyi sırtına koymaz’ der ve arkasına bakmadan temenna etmeden oradan ayrılır.

"Hayal ürünü, hamasi bir öykü" diyeceksiniz. Belki öyle, ama biz, bir zamanlar işte böyle idik. “Muhsin Çelebiler” vardı! ***
 

Yayın Tarihi : 14 Ocak 2010 Perşembe 11:38:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Su Cemre IP: 88.235.231.xxx Tarih : 14.01.2010 23:16:38

A.B.D.nin Afganistan'a vurduğu gündü.Eminönü'nden belediye otobüsüne bindim,Balat yöresinde yaşlıca iki turist otobüse bindi,Eyüp Camisi'ni soruyorlardı,bozuk paraları yoktu,tek anladığımız söz buydu,şoför turist çifte çok kötü bağırıyordu,akbilim ve fazla biletim yoktu,böyle bağırmaya hakkınız yok,onlar bizim konuklarımız dedim,elimdeki tek bileti şoföre uzattım,arka koltuklardan bir beyefendi de bir bilet verdi,herkesin canı burnunda,cahil şoföre sus diyen yok,böyle barbarların elinden her şey gelir,kimse bulaşmak istemiyor.Şoför,''Ama onlar Müslümanlar'ı öldürüyor .''dedi.Büyükelçiye yapılan haksızlık oradaki beyinsizlerin kusuru,ancak,gerçek Türk yurttaşı hepimizden daha çok Türkiyeli, Fatih Sultan Mehmet'in emaneti Musevi yurttaşlarımızın tedirgin olmaları işten bile değil.