2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

Saat Kaç?

Bugün Türkiye’nin her tarafında ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, 10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal’in hayata gözlerini yumduğu günün yıldönümünde, saat “dokuzu beş” geçe sirenler çalacak!
Atatürk devrini yaşamış mutlu bir kuşağa mensubum. Benim kuşağım, onun Cumhuriyetinin, nimetleri ve eserleriyle büyüdük ve yaşlandık.

O öldüğü zaman 14 yaşımdaydım... Atatürk’ün ölümünü, Musevi bir sınıf arkadaşımızın, “Babamız öldü” diye, hıçkırmasından öğrendik... Haberi alınca, beni teselliye koşup gelen anamla, Robert Kolejin tepesindeki, yarıya indirilen Türk ve Amerikan bayraklarını ağlayarak seyrettik...

19 yıl, ondan hiç ayrılmadan yanında bulunan babam Kılıç Ali baş ucundaydı. Bir ara “Saat kaç” diye sorduğunda O’na cevap vermişti. Vefatının ardından güzel mavi gözlerini de babam kapatmıştı... O günden sonra babam, ölünceye kadar bu acıyı hiç unutmadı... Her “On Kasım” da ayın acıyı yaşadı! İşte Atatürk benim için, özellikle, böyle kişisel bir şey ve her yıl, “10 Kasım’da O’nu anmak”, başka bir duygu!

Yıllarca bugünlerde, matemini tuttuk... Fakat sonraki yıllarda “iyi ki yaşadı ve bu Cumhuriyeti kurdu” diye Atatürk’ü rahmetle andık.

Ya bundan sonraki yıllarda, hatta gelecek yıl? Ne acıdır ki, hiç emin olamıyoruz... O’nu unutturmaya açıkçası, eserini -Cumhuriyetini- yıkmaya, “Devrimlerini” tersine çevirmeye başladılar!..

Cumhuriyetinin, “2. Cumhuriyetçi” düşmanları, sözde aydınlar, her gün artan dozlarda, ona, şimdilik doğrudan vurmaya henüz cesaret edemedikleri için, kıyısından, köşesinden güya “bilimselce” vuruyorlar... Gelecek yıllarda, “Atakürt” diye onu akıllarınca alaya alanlar daha da, cesaret alacaklar. Çünkü bugünkü İktidarın hazırladığı zemim müsait. Atatürk Anıtkabirinden şöyle doğrulsa da, “Siz olsaydınız, o günün şartlarda, ülkeyi nasıl kurtarır, 2. Cumhuriyetinizi nasıl kurardınız?” diye sorsa, bilmiyorum, nasıl cevap verirler! Şimdi rahat köşelerlerinden ahkâm kesmek kolay! Fakat ben bu adamların o şartlarda yaşasalardı ne yapacaklarını biliyorum: “Artık savaşmak boşuna; düşmanlarla konuşmalıyız, teslim olmalıyız” derlerdi. Sevr’de önlerine konulan, dayatılan, Türkiye’yi bölecek haritayı kabul edip Anadolu’nun bir köşesine tıkılmaya boyun eyerler, eski İngiliz Başbakanı Gladstone’nun dediği gibi, “pılımızı pırtımızı” toplayıp, geldiğimiz yere “defolmamızı” da kabul ederlerdi.

Bugün 10 Kasım’da Ankara’da olacakları biliyorum: Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar vb. tıpış tıpış ANITKABİR’e, onun huzuruna “mecburen” gidecekler ve deftere, Atatürk hakkında, beylik “ezberleri” yazacaklar! Bu yazdıklarına kendilerinin de inanmadıkları muhakkak... İnansalardı, Cumhuriyetini bu hale getirmezlerdi. O’nun Kutsal Çankayası, karşı devrimin “Türban şovuna” sahne olmazdı! Ve eminim, Anıtkabir’in merdivenlerinden çıkarken, içlerinden “inşallah bu son olur” derler ve belki de ayakları tökezlediği için mazeret bularak, huzuruna çıkmaktan, hışmına uğramaktan kaçınırlar! Ama bekleyin, gelecek 10 Kasım’larda, Anıtkabir Etnografya müzesi olur, O’nun hitabeleri de arkeolojik yazıtlar! Olmaz demeyin, olamaz dediklerimiz hep olmuyor mu?

YIKIN HEYKELLERİNİ

Daha önce de, Süleyman Apaydın’ın muhteşem şiirinden alıntı yapmıştım… Fakat belki bundan sonra yazamam diye, bugün, bu dizeleri tekrarlamak isterim… Bugünün, bu yaşadığımız dönemin, en anlamlı, veciz ifadesi olduğu için Mustafa Kemal’in azgından, sözlerini, Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere ithafen, gene, yazıyorum, yazsınlar defterlerine:

Ey milletim, Ben, Mustafa Kemal'im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim.., Hâlâ en hakiki mürşit, değilse ilim,
Kurusun damağım, dilim…Özür dilerim..Unutun tüm dediklerimi..
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
Özgürlük hâlâ en yüce değer değilse eğer...
Prangalı kalsın diyorsanız, köleler. Unutun tüm dediklerimi…
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
Yoksa çağdaş medeniyetin bir anlamı, Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı… Aş tacı edebiliyorsanız
Sanatın içine tüküren adamı. Unutun tüm dediklerimi…
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın. Anlamı kalmadıysa…
Yurtta sulh, dünyada barışın.
Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın.
Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...
Özlediyseniz fesi, peçeyi,
Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi.
Hâlâ medet umuyorsanız, Şıhtan, şeyhten, dervişten. Şifa buluyorsanız, Muskadan, üfürükçüden, Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek...
Kara çarşafa girsin diyorsanız, Yobazın gazabından ürkerek...
Diyorsanız ki, okumasın, Kadınımız, kızımız;
Budur bizim alın yazımız... Unutun tüm dediklerimi.
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi. Rahat Bırakın beni
! "

Ve bir umut: Türk gençleri. Türk ordusu “O’nun heykellerini i ve eserini -Cumhuriyeti- yıktırmaz… Bu umutla ölmek isterim! ***

Yayın Tarihi : 10 Kasım 2010 Çarşamba 10:16:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Cumhuriyetçi IP: 78.161.235.xxx Tarih : 10.11.2010 18:25:25

"Saat Kaç ?" ın anlamını bir yana bırakın !, bugün, "Bu günün anlamını", "Geçmiş yılların anlamını" ve de "Kurtuluş Mücadelesinin anlamını" inkâr eden bir yönetimin -ne yazık ki- boyunduruğu altındayız !..