25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Üç İstanbul – Kaç Türkiye?

Önceki günkü VATAN gazetesinin manşeti, çok anlamlıydı: “Üç İstanbul”. Mithat Cemal’in, İstanbul’da, Saltanatın son günlerinden Cumhuriyet’e kadarki ”üç” ayrı İstanbul’u anlatır! Bu Romanda, zamanın basını, dalkavuklar, işbirlikçileri, züppeleri gericileri, “neme lazımcılar” ve de vatanseverler var; adeta bugünkü gibi!

BUGÜN

20.Yüzyılın başları… Bugün yıl 2010 ve 21. Yüzyıldayız; şu İstanbul’a, ahval ve şeraitine bakın: İnönü stadında, protestocu “Yorum Gurubunu” elli bin kişi izliyor… Kuruçeşme’de, ünlü gitarist Eric Clapton’u dinelemeye gelen binlerce kişi, sahilden teknelere taşıyor…Ve aynı sırada, aynı gün, gene İstanbul’da, rahmetli Abdi İpekçi’nin adını taşıyan kocaman salondan dışarılara taşan binlerce mürit, İsmail Ağa Cemaatinin şeyhi Cüppeli Ahmet Hoca’yı, yeşilli beyazlı kıyafetleriyle vecd halinde, cezbeye gelerek dinlediler! Hoca efendi, Padişah tahtı gibi bir koltuğa oturmuştu, arkasında Osmanlı Arması vardı… Acaba neyi özlüyor, neye özeniyor?

Aynı cemaatin benzer “ayinleri”, Türkiye’nin diğer yörelerinde de, yer alıyor, son zamanlarda. Her yörede, toplumlara baskı yapan, egemen olan başka cemaatler var!

Bütün bu cemaatlilerden en büyüğü, en güçlüsü, namı Türkiye hudutlarını aşan, sözleri dünya basınında manşet olan, itibar gören -ve Türk iç siyasetinde önemli bir faktör- söz sahibi Fethullah Gülen’in cemaati… Her yere sızmışlar!

“Ergenekon Kapsamında” ülkeyi hallaç pamuğu gibi atanlar ve ülkeyi “Korku İmparatorluğuna” dönüştürenler - AKP İktidarı- bu durumu, değirmenlerin suyunun nerelerden geldiğini, araştırmak bir tarafa adeta, göz ardı ediyorlar… Önümüzdeki referandum ve seçimlerde, bu cemaatler, her halde, büyük rol oynayacaklar.

KAÇ TÜRKİYE

Asıl sorun “Üç İstanbul” değil, “Kaç Türkiye”? Türkiye, bugün, her alanda, her yörede, kaç yerinden bölünmüş durumda; bölücülerin hayal ettiklerinden de fazla! Sadece “Fatih - Çarşamba” –“ Etiler-Beyoğlu” arasında da değil!

Sosyologlar bu durumu nasıl yorumlarlar, uygarlıkların - yaşam tarzlarının çatışması mı yoksa uzlaşması mı? Kaçınılmaz bir geçiş süreci mi? …Şu sırada, dünyada, yaşananların da, benzeri mi? Bazı sözde aydınların iddia ettikleri gibi, “resmi tarihle” “haklı” hesaplaşma mı?… Yoksa o “yakın tarihten”, intikam mı?

Aslında fazla yoruma mahal yok: Bu görüntüler ve “ahval ve şerait” anakronik – yani zamanla çatışmaktan öte –TC ve milletimizin geleceği açısından, çok tehlikelidir –vahimdir!

SADECE ŞOV MU?

Geçen akşam Cüppeli Mahmut Hocanın birileri tarafından çok profesyonelce sahneye konmuş, büyük ekranlı havayı fişekli şovuna bakarken dehşete kapıldım. 21. Yüzyıl’ın, 2010 yılında, Atatürk Cumhuriyetine yakışıyor mu bu sahneler ve bu “cemaatler”? Ve her zaman yaptığım gibi, kendi kendime soruyorum; Mustafa Kemal, eğer bugün yaşasaydı acaba ne derdi? Yaşasaydı, önce, bunlar olamazdı… O mesela Menemen irtica Ayaklamasından sonra yaptıklarını yapardı ve “Maskaralar” diye kükrerdi.

Bugünlere, geçmiş hükümetlerin ve liderlerin aymazlıkları, oy hesaplarıyla geldik ama şimdi AKP iktidarının yaratmış olduğu müsait ortam ve ektiği mümbit zemin… Son cemaat manzaraları, eksen kaymalarına ve Türkiye’nin kıblesini Kudüs’e çevirmek çabalarına ne kadar denk düşüyor!

NE YAPMALI I?

Pekiyi; Atatürk’ün Cumhuriyeti göz göre göre altımızdan, hem de sadece bu hallerle değil, her alandaki, sinsi hamlelerle, kayarken ne yapmalı? Bu “ahval ve şeraitte”, bu gerilere doğru gidişi durdurmak için “imkânlar” düşünmek zamanı geldi, geçiyor; Cüppeli Mahmut Hoca olmazsa da, başka birileri, Osmanlı Armalı tahta oturmadan!

Hatırlatalım ; Atatürk, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta: "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" demiş ve işaretini vermişti… 30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren 677 sayılı Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun ile tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve bazı geleneksel unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Kanun, bütün tarikatlarla birlikte; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Bildiğim kadar bu kanun hala yürürlükte! Sayın “Cumhuriyet” Savcılarına saygılarımla hatırlatırım!

Şu sıralarda, nedense, Romalı Senatör Cato’nun (MÖ 95–46) her konuşmasının sonunda söyledikleri dilimin ucuna, geliyor: “Kartaca, muhakkak yıkılmalıdır.”***
 

Yayın Tarihi : 17 Haziran 2010 Perşembe 11:17:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?