30
Mayıs
2024
Perşembe
MEDYA

REYTİNG TERÖRÜ SİLAHLI TERÖRDEN DAHA TEHLİKELİ

Reklam verenin desteğiyle ile yaşayan televizyon kanalları ekonomik krizi en yoğun hisseden sektörlerden biri. Bazı programlar birbiri ardına yayından kalkıyor, çalışanlar işten çıkarılıyor.

Yıllardır güvenilirliği tartışılan reyting ölçme sistemimiz acaba farklı olsaydı, medyada hangi taşlar yerinden oynardı diye bir sorunun peşine takılıp, soluğu İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Batmaz'ın yanında aldım. Kendisi reklamcılık, iletişim ve siyaset alanında pek çok eser vermiş bir isim. 1987'de, ABD'de Annenberg School for Communication'da, yüksek lisansını tamamladıktan sonra SBF'den ayrıldı ve Manajans/Thomson'da iletişim araştırmaları bölümünü yönetti. 1987'de PİAR'ın Türkiye Medya Araştırması'na Reklamcılar Derneği tarafından denetçi tayin edildi. 1990'da Panajans adıyla kendi şirketini kurdu, medya araştırmalarına devam ederken Boğaziçi Üniversitesi'nde de reklam dersleri verdi. Televizyon İzleme Araştırma Kurulu (TİAK)'nun kurulmasıyla birlikte müşteriler bazında televizyon reyting ölçme işlerine başladı. O dönemde bir İngiliz şirketi olan AGB'nin (Audits of Great Britain) denetçiliği teklif edildi, ancak iş daha sonra Ali Atıf Bir'e verildi.

Bugün İstanbul Üniversitesi'nin rektör adayı olan Batmaz'la söyleşimi "biraz dişimizi sıkalım, en geç on-on beş yıl sonra bu reyting ölçme sisteminden kurtuluyoruz" diye özetleyebilirim. Tabii RTÜK, kendisine kanunla verilmiş reytingi denetleme yetkisini kullanmaya daha önce karar verirse o başka...

AGB, Türkiye'nin tek reyting ölçen şirketi. Bir başka şirket daha olsaydı aynı sonuçları mı alırdık acaba?

Bir ülkede bir tane reyting şirketi olur. Neden? Eğer o şirket yanlış bile ölçüyorsa herkes eşit olarak aynı yanlışa göre hata yapsın diye. Bir şirket daha olsa reklamcının kafası karışır. Bu iş yayın yapan insan veya izleyici için yapılmıyor. Hem reklâm ajansı için yapılıyor medya planlaması yapsın diye, hem de reklam veren için yapılıyor. Yayın şirketi, yani televizyon sahibi, programcı, onun içeriğini oluşturan insanların reytingle ilişkileri yok. Türkiye bunu tersinden okuyor. Tersinden uyguluyor, tersinden anlatıyor.

Televizyonlar reklam ile değil devlet tarafından finanse edilse bu daha kötü sonuçlar doğurmaz mı?

Yoo, BBC devlet tarafından finanse ediliyor, reklâm almıyor. Ama düzgün programlar yayınlayabiliyor. O ülkenin politik rejimine bağlı. Amerika'daki bazı televizyonlar da düzgün yayın yapıyor. Ama sonuç itibarı ile siz reklâm ile finanse edilen bir yayın yapıyorsanız bu yayını her zaman için reklam verenin isteklerine uygun yapmak zorundasınız ki reklam veren sizi finanse etmeye devam etsin.

Bu da yüzde 90 oranında abuk sabuk programların hedefi haline gelmem demek. Devletin beni koruyucu bir işlevi olamaz mı?

Devletin ideolojisine bağlı. 50'li, 60'lı yıllarda Amerika'da da bu sizin önerdiğiniz türden öneriler yapılmış. Denmiş ki, bu bir toplumsal içerik. Herkes izliyor. Dolayısıyla tutup bunu bir reklam veren veya reklam ajansı gibi çok özel çıkarlara hatta kamuya karşıt çıkarlara sahip olan bir sektörün merhametine bırakırsak, bu iş bozulur. Bu teklif, devlete karşı olan bir ideolojik yapı yüzünden benimsenmemiş. Ve özel şirketler, zaten daha önce radyo araştırmaları, basın araştırmaları yapan şirketler, bu televizyon izleme araştırmalarını başlatmışlar.

Siz baştan beri bu sistemin yanlış olduğunu savunuyorsunuz. Yanlışlık ölçüm sisteminin kendisinde mi? Yoksa ölçenlerde mi?

Türkiye ve dünya açısından özellikle ABD açısından bakarsak, hem sistemde data çıkarma ve bunu kullanma açısından büyük bir yanlışlık var hem de o sistemi ölçenlerde hata var. Bu sistem çok istismara açık bir sistem. Ama istismara açık olmasa bile yanlış bir sistem.

AGB'nin sistemi bütün dünyada bizdeki gibi mi uygulanıyor?

Sistem bütün dünyada uygulanıyor. Ama değişik firmalar vasıtasıyla uygulanıyor. Ölçüm sistemi basit bir sistem. Frekans takip eden veya belirli frekanslara programlanmış bir kutu diyelim, people-meter dediğimiz bir cihaz televizyona yerleştiriliyor. Uzaktan kumanda aletleri ile bunların düğmelerine basıyorlar. Ve merkezî bir bilgisayar ağına bu datalar hangi frekansı, hangi uzaktan kumandaya sahip olan kişinin izlediğine dair bilgi geçiyor. Sistem bu.

Bu sistem Türkiye'de çok eleştiriliyor. Dünyada da böyle tartışmalar oluyor mu?

Oluyor, ancak dünya ile Türkiye arasında temel bir farklılık var. Türkiye'nin nüfusu, coğrafyaya heterojen olarak dağılmış. Homojen olarak dağılmamış. Yüksek gelir grubunun olduğu İstanbul Ulus'ta, people meter verdiğiniz bir aile Bolulu bir kereste tüccarının ailesi olabilir. Alt katında da yedi dil bilen bir reklâm ajansı müdürü oturabilir. Bunların sosyo-ekonomik düzeyleri, gelirleri, dünyaya bakış açıları farklıdır. Reklam veren, reyting şirketinin Ulus'ta çok yüksek sosyo-ekonomik statüdeki bir insanı ölçüyor zannederken, o Bolulu kereste tüccarını ölçtüğü için farklı bir sonuç alırsınız.

Bu aletleri yerleştirenler bu gerçeği bilmezler mi?

Bu örneklem seçilirken kasten oraya konulabilir. Ya da tesadüfen konulabilir. Amerika'da çok uzun yıllar test edilmiş bunlar. Bu türlü sakatlıkları görülmüş sistemin. Ve Amerika'da şu anda örneğin Chicago civarında suburb'lerinde yani çok zenginlerin, orta üst sınıfın oturduğu yerlerde seçilen örneklem, tüm Amerika'da tüketici nüfus coğrafi olarak çok homojen dağıldığı için ve bilinebilir demografik değişkenler önceden saptanabildiği için bütün Amerika'yı temsil eder hale gelebiliyor.

Bizim denek aileler Türkiye'yi ne ölçüde yansıtıyor?

Bakın bu işler şöyle yapılıyor. AGB, TÜİK, eski DİE gibi kuruluşlardan genel veriler alıyor. Türkiye nüfusu nasıl dağılmış? Okuryazarlık nerelerde var, nerelerde yok? Çalışan, çalışmayan... Üst gelir grubu, vs. DPT'nin illere bağlı gelişmişlik endeksleri var. Oralardan birtakım bilgiler alınıyor. Ve bu people-meter'ları koyacakları örneklemleri bunlara göre saptıyor. Ya da zaman zaman bir establishment survey yapıyorlar. Sanki hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi çok geniş örneklemde bu biraz önce değindiğim dataları güncelliyorlar. Mesela DPT'nin on yılda birse bu endekslemesi, bunları üç yılda bire, iki yılda bire indiriyorlar. Ve daha iyi bir temsiliyet sağlamaya çalışıyorlar.

Devletin resmî kurumlarının istatistikleri dikkate alınmasına rağmen sistem neden güvenilmez sonuçlar doğuruyor?

İki nedenle. Bir tanesi, devletin verdiği bilgiler de güvenilmez. Çünkü devletin verdiği bilgiler de bu bahsettiğim nüfusun heterojen dağılımını saptamaya yeterli değil. Yani nüfus sayımı da yapsanız, tam sayım veya istatistik örneklem sayımı da yapsanız, o kadar mobilize olmuş bir toplumuz ki kimin nerede, ne zaman oturduğunu bile bilmiyoruz. Yani Ümraniye on yıl önce solcuydu. Şimdi sağcı oldu. Aynı insanlar mı bunlar? Değiştiler mi? Yenileri mi geldi, eskileri nereye gitti? Bunu bilmiyoruz. Biz hep kafamızdan diyoruz ki aynı insanlar değiştiler. Belki de değişmediler. Başka yere gittiler, yenileri geldi. Bunu saptayacak devletin olanakları da yok, niyeti de.

Peki, ikinci sebep?

İkincisi, reyting şirketi istediği kadar devletten alsın veriyi, örneklem yapısını kasti olarak değişik seçebilir. Bakın asıl yanlışlık şu: TV reytingini ölçme işini koordine eden TİAK adlı kuruluş aslında reklam verenlerin kuruluşu olması gerekirken Türkiye'de, medyanın kuruluşu haline dönüşmüş durumda. Ve reklam verenlerin büyüklerinin çoğunun da zaten medyası var. Mesela Karamehmet'in Turkcell'i, Aydın Doğan'ın Petrol Ofisi. Yani büyük reklam verenlerin çoğunun zaten kendi medyası olmasıyla çok karışık bir durum oluşmuş durumda. Bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumda ki siz TİAK'ın iş verdiği ve kontrol ettiği reyting kuruluşuna istediğiniz kadar objektif olun deyin, orada birileri bir şeyler karıştırıyor olabilir. Yani iş sadece nüfusun bozuk dağılımından değil, Türkiye'deki sermaye yapısının medya ile ilişkisinin bozukluğundan kaynaklanıyor.

Denetçilerin durumu nedir?

Denetçilerin çok önemli bir fonksiyonu yok. Denetçi işin operasyon olarak düzgün gidip gitmediğini reyting ölçme kuruluşuna iş veren TİAK'a bildiren kişi. Basit bir sistem bu. O kadar abartmayın. Bir alet vasıtası ile (people-meter) yapılan bir araştırma. Önemli olan örnekleminin temsili olması. Örneklem temsili olamıyorsa gerisi boş. Sonuçta denetçinin burada "ben denetledim iyi oluyor bu iş" demekten başka hiçbir ilişkisi yok sistemin işleyişinde.

Kasten yanlış örneklem seçmelerindeki çıkarları ne?

Basına da yansıdı bazı olaylar. Programcılar gidip denek satın aldılar. Yüz lira, iki yüz lira verdiler. Benim öğrencilerim var mesela. Burada okuyanlar. Tesadüfen soruyorum derslerde. 'AGB people meterı var mı sizin evinizde?' diye. Kütahya'dan şuradan buradan öğrenciler çıkıyorlar, var, diyorlar. 'Peki ne yapıyorsunuz onunla?' diye soruyorum. Biri, 'bizimki çalışmıyor' diyor. Öbürü 'Para veriyorlar istediği programı seçiyoruz.' diyor. Bu türlü istismar her zaman olmuyor. Bunu da genellikle programcılar yaratıyor. AGB'nin bazen haberi bile olmuyor. Medyanın kendisi yapıyor tüm bunları, ölçüm şirketi sadece teknik olan hatalardan sorumlu. İsim vermeyelim ama bir yığın ünlü insan gidip denek satın alıp onları kendi programlarını izlettirme yoluna gidiyorlar AGB örnekleminde.

Peki bu bilgilerin gizli olması gerekmiyor mu? Programcı nereden alıyor bu adresleri?

Biraz önce anlattım, çarpık yapıdan dolayı zaman zaman iş AGB'ye kadar uzanabiliyor. Zaten AGB'yi finanse eden o medya kuruluşu. Bu kişilerin kötülüğüne kalmış bir şey değil ki. Zaten iç içeler. Siz öyle bir medya sektörü yaratmışsınız ki, bir kuruluşa TİAK, televizyonların reytingini ölç diyor. Ama ölç dediğiniz kuruluşun ölçtüğü medya zaten sizin ve aynı zamanda kendi ürününüzün reklamını yayınlayan medya. Çünkü reklam veren de sizsiniz, medya da sizsiniz, TİAK da sizsiniz. Hatta belki de AGB de. Bunun, son Turkcell-Mustafa filmi sponsorluğu krizi ile Ertuğrul Özkök'ün yaptığı çıkışta kullandığı gibi, bir tabiri bile olduğunu öğrenmiş durumdayız: "Emzirme." Yani kendi çocuğunuzu emziriyorsunuz, reklam vererek. Meme de sizin, süt de, çocuk da. Bu canlı varlık olduğu zaman doğal da, iş televizyon reytinglerini ölçmeye geldiği zaman, çok anomalik. İşte burada çıkar ilişkileri birbirine giriyor ve bizdeki tuhaflıklar ve reyting terörü yaşanıyor. Bu reyting terörü, silahlı terörden daha tehlikeli.

Biraz abartmadınız mı?

Hayır. Çünkü reytingin belirlediği şey çok uzun dönemli ulusal bir kültür. İşte burada George Gerbner'ın kultivasyon teorisi devreye giriyor. Televizyon, aslında, geleneksel sosyalizasyon kurumlarının tamamını içinde barındıran dev bir sosyalizasyon kurumu. Okul da var içinde, cami de, aile de, ahlâk da, her şey. Toplumun içinde birey olmanız için gerekli her türlü enformasyon var televizyonda. Yani, bizdeki medya kendi kendini emziriyor finans olarak, bir de bizi emziriyor kültürel olarak. Televizyonun emzirme yöntemiyle oluşturulan reytinge dayalı içeriği ise her gün yeniden kültürümüzü, televizyon programcılarının istediği gibi oluşturuyor.

Reytinglerin manipülasyonu her zaman olan bir hadise değil, dediniz demin.

Evet ama sanki her zaman oluyormuşçasına kuşkulanabilmemiz için elimizde yeteri kadar ampirik veri var şu anda. Hatta bazılarını AGB'nin kendisi de kabul etti. Etmemesi mümkün değildi. Çünkü şahitli şaibesiz şeyler bu olaylar. Daha da önemlisi, Türkiye'de reyting denilen şey zaten yanlış ifade ediliyor.

Nasıl yani hocam?

Biz bir televizyon ölçümü yaptığımızda iki tane oran buluyoruz. Bir tanesi "reyting" dediğimiz sayı, öbürü de "share" dediğimiz sayı. İlkine izlenme oranı, ikincisine izlenme payı diyoruz. Oran, bir televizyon programının bir dakikasının Türkiye'deki televizyon sayısı kadar bir büyüklük içinde ne kadar izlendiğini ölçüyor. Pay ise o anda açık olan televizyonlar içinde ne kadar izlendiğini ölçüyor. Mesela gece saat ikide share yüksektir, reyting düşüktür. Çünkü o sırada kapalı olan çok fazla sayıda televizyon vardır. Herkes uyumaktadır. Açık olanların içinde reytingi düşük olsa bile share yüksek olur. Ama akşam saat sekizde prime time dediğimiz bir zamanda bunun tersi olur.

Yani share çok düşüktür. Reyting yüksek. Peki bu neyi gösterir?

Bu, kullanım açısından bir şeyi gösterir. Share denilen oran programcı için geçerlidir. Reyting denilen oran reklamcı için geçerlidir. Bizde tam tersi yapılıyor. Programcı, yani medya için reyting kullanılıyor. Bizim reytingimiz şu, bizim reytingimiz bu deniliyor. Reklam veren de söylemiyor hiçbir şey. Zaten kamuya açık yapmaz o medya planlamasını. Ama onun kullandığı şey zaten reyting. Hülasa, share'i kullanması gereken adam share'i bilmiyor. Bunun sonucunda bu reyting denilen olguyu kullanıp, ben daha iyiyim, ben daha fazla izleniyorum diyen medya bizi yanıltmış oluyor. Ben son üç aydır gazetelere bakıyorum. İzlenme payı diye bir şeyden bahsediyorlar. Ama o pay denilen laftan reytingi mi kastediyorlar, share'i mi kastediyorlar anlamış değilim. O günkü AGB verilerine bakmak lazım. Bu kadar da zamanım yok.

Gelelim people meter yerleştirilen evlere. İzlendiğini bilenler, davranışlarını değiştirmezler mi?

Sistem yanlışlığı tam da sizin bu söylediğiniz şey. Bu, davranışları bozar tabii. Bana al kardeşim bu uzaktan kumanda cihazını, izle televizyonu, ben de seni izliyorum derseniz, bunu dediğiniz anda ben kendimde bir yükümlülük duymaya başlarım.

Belki de tersine işimi yapmam yani...

Yapmam, yaparım, kaçarım. Ama yani büyük bir ihtimalle kendi niyetimle ilgili olmayan şeyleri yapabilme isteğim uyanır. İzlenen insanın değiştirdiği şeyin net cevabını bulamayız. Bir tanesi, kasti değiştirir izlediği programı. İzlerken statü kazanmaya çalışabilir, o gün kahvehanede ya da işyerinde "iyi" diye duyduğu programları izlemeye çalışarak. İkincisi, "Bana ne kardeşim. Ben zaten o bulaşık makinesini, çamaşır makinesini alıyorum. İzlemesem de olur." der. Ya da, "Basayım düğmeye, gidip bulaşık makinesini doldurayım." diyebilir.

Ha bir de bu hediye meselesi var tabii!

Tabii bedava yapılmıyor bu iş. Bir hediye karşılığı yapılıyor. Buradaki etik problem de çok tartışıldı bu işin uzmanları tarafından. O yüzden karar kılındı ki insanları zengin de etmeyecek, çok yoksun da bırakmayacak hediyeler veriliyor. Bu sefer kayıtsızlık haline dönüşüyor iş. Zaten örneklemin bir miktarı da, sanıyorum yüzde yirmisi kadarı, bu nedenlerle hemen hemen her yıl değiştiriliyor.

Bunun dışında teknik sorunlar da var mı?

Var tabii. Türkiye'de televizyonların frekansları sabit frekanslar değil. Yani Kırşehir'de yayın yapan bir televizyonun frekansı İstanbul'da aynı kanalın frekansı ile aynı değil. Bu bazen Kırşehir'de yayın yapan frekanstaki insanların kasti olarak frekans değiştirmelerine bile sebep olabiliyor, çok çeşitli nedenlerden.

RTÜK bunları izleyemiyor mu?

İzleyemiyor. İzlese bile sonradan fark ediyor. Ama sizin people-meter'ınız o anda çoktan ölçmüştür bile yanlış programı. Bu nedenle belki de yanlış bir frekans ölçmüştür. AGB Show-TV zannediyordur, çünkü people-meter'da o program kayıtlıdır, oysa orada artık Kırşehir TV yayın yapmaktadır. Böylesine teknik bir yanlış pek yaygın olmasa da, % 1 olsa, gerçekte % 8 olan reytingi, % 9 yapar. Bir reyting puanı, 270 bin kadar kişi. Medya planları bu sayı üzerinden yapılıyor. Bu da epey bir sapma demektir.

Reytingi neden RTÜK ölçmüyor?

Ben RTÜK başkanlığı döneminde Fatih Karaca'ya yazılı olarak başvurdum. Bakın dedim, sizin yasanızda reyting ölçme hükmü var. RTÜK ya ölçtürecek, ya ölçecek ve kendisi denetleyecek. Bunu yapmamak yasal suç şu anda. Ben RTÜK'ü savcılığa versem, takibat yapmak zorunda savcı.

Evlerine people-meter konan insanlar da programcıyı arayabilir. "Bana para verirsen ben de senin programını seyrederim." diyebilir. Bu denetlenebilir mi?

Mümkündür. Bu denetlenebilir mi bilmiyorum ama denetçinin görevi bu değil. Denetçi dediğimiz şey araştırmanın yani ölçümün örneklem yapısının düzgün olduğunu ve tüketimi en yüksek olan bölgelerin temsil edici olduğunu tespit etmektir. Reklamverenin derdi satın alanların temsiliyeti. Onun derdi değil Hakkari'ye people-meter koymak. Orada deterjan kaç tane satacak? AGB'nin örneklemi İstanbul'u temsil ediyorsa onun için yeterli. Ama biz devlet olarak Hakkari'yi de düşünmek zorundayız. RTÜK'ün görevi ile TİAK'ın görevi arasında çok önemli bir kamusal fark var şu anda.

TİAK zaten reklamverenlerin üst kuruluşu.

Dolayısıyla AGB denetçisi diyecek ki, oradaki örneklem temsili mi? Ama sizin bir gazeteci olarak, benim de bir bilim insanı olarak, istediğimiz şey değil bu. Reklamveren satın alma gücü nerelerde fazlaysa ve nerelerde yaygınsa onu temsil etmek istiyor. Biz ise tüm ulusu.

Bu hep böyle mi gidecek? Alternatif bir sistem önerilemez mi? Bu bir sosyal proje haline getirilemez mi?

2003'te Cem Uzan'ın Star Televizyonu açısından yaptığı işlere belirli şekillerde bilim adamı olarak müdahil oldum. O konularda yazılar yazdım. Maksadım da size şimdi anlattığım şeyleri eleştirmekti. AGB'nin sisteminin kötü olduğunu ve bu sistemin istismara açık olduğunu, dolayısıyla sizin sorduğunuz gibi başka bir sistem getirilemez mi sorusuna cevap aramaktı.

İyi de, Cem Uzan bunu bir ahlaki mesele olarak ele aldı da size bunun için mi bu imkanı verdi?

Zannetmiyorum. Cem Uzan'ın derdi o günkü durumda Star Televizyonu'nun daha düşük reyting almaya başlamış olmasını insanlara ifade ederek, bu AGB sistemi yerine başka bir sistem oturtmaktı. Bir sistem geliştirdi Telsim'e sahip olduğu için. Bu yeni sistemi Arbitron denilen başka bir şirket Kanada'da, Belçika'da uygulamaya başlamıştı o sırada. Sistem de şu: Televizyon programlarının içine insan kulağının duyamayacağı desibelde dijital bir kod koyuluyor. O dijital kod da pager türü bir aletle alınabiliyor. Ve aynı AGB gibi bir bilgisayar merkezine aktarılıyor.

Aktarıldığı zaman ne oluyor?

Pager'ı üzerinde taşıtan herkes, etrafında var olan, seyretse veya seyretmese açık televizyon yayınlarının hangi saatte açık olduğunu, yani şu veya bu biçimde izlendiğini, hiç frekans saptaması yapmadan, daha ciddi bir data olarak bir merkeze GSM ile aktarıyor. Yani nerdeyse real time, online bir reyting ölçüyor. Cem Uzan, İTÜ ve TÜBİTAK'a önemli miktarda bir paraya bu, "pager" türünden ölçüm aletinin prototipini yaptırdı. Daha sonra bu pager içindeki chip, cep telefonlarına takılacak böylece izleme örneklemi iki milyon insana kadar çıkabilecekti.

Kaç tane yapıldı?

Üç yüz tane yapıldığını duydum. İki üç tane prototipi de gördüm. Uygulamaya kalkıldığı anda Cem Uzan'ın bütün şirketlerine el konuldu. Bu olayı TÜBİTAK'a gider sorarsanız size anlatacaklardır. Çünkü iki TÜBİTAK uzmanı ile ben doğrudan bu konuda konuşmalar yaptım. Bir de güzel ve öğretici bir olay aktarayım. Cem Uzan'ın Ulusal Araştırma Şirketi, benim aracılığımla, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne üç yıl için iki milyon dolar vererek, bu sistemin İstanbul Üniversitesi çatısı ile yapılmasını teklif etti. Ben de sözleşme metnini, İletişim Fakültesi'nin dekanı aracılığı ile o zamanki rektör Kemal Alemdaroğlu'na ilettim. Dekanın dediğine göre, Rektör Alemdaroğlu, "Boşver bu işi, zaten Uzan şaibeli biri." demiş ve reddetmiş.

Belki de dekan becerememiştir projeyi sunmayı...

Bu da olabilir. Proje gerçekleşmedi. Zaten iki üç ay sonra da tüm varlığına el konuldu Uzan'ın. Oysa, paranın beş yüz bin dolarını peşin ödeyecekti Uzan. Anlaşma metninin bir kopyası bende hâlâ duruyor. Yani bir iletişim fakültesi, en yeni teknoloji ile reyting ölçme işinin yürütücüsü olacaktı ve döner sermayesi, neredeyse bir tıp fakültesi kadar para kazanacaktı. Dekan ve Alemdaroğlu reddetti bu projeyi. Fakat ironiktir, aynı rektör üç ay sonra, Star Grubu'na el konulma sürecinde, Can Ataklı'ya kameraların önünde taziye ziyaretine gitti. Türkiye'nin durumu bu. RTÜK, yasasında olduğu halde yapmıyor; TİAK çapraz sermaye yapısına sahip bir medyada bu işi zaman zaman beceremiyor. Bir medya patronu da üniversite-sanayi işbirliğini gerçekleştirme isteği ile bir proje sunuyor ama üniversite bu projeyi reddediyor. Konu da, hepimizin bir terör biçiminde her an ensemizde hissettiğimiz, reyting meselesi. Bilmem anlatabildim mi?

Dünyada da Türkiye'de de alternatif bir sistem arayışı var yani...

Evet. Çünkü people meter'ı sadece bir evdeki belirli bir sabit televizyona koyabiliyorsunuz. Dahası, o kadar çok yayın modülü çıktı ki, artık uydu kanalı var, kablo kanalı var, dijital platform var, internet var ve geleneksel karadan (teresteryal) yayın veya havadan (on-the-air) yayın dediğimiz şey var. TV kanalları genellikle yurtdışında bunlardan sadece bir tanesinde vardır. Yani mesela Show TV sadece bir tanesinde var. Öbürlerinde yok. Veyahut Star bir tanesinde var, öbürlerinde yok. Bizde her kanal her yerde var. Dolayısıyla kimin nereden ne izlediği belli değil; ama siz sadece normal antenle alınabilen karadan (teresteryal) yayın veya havadan (on-the-air) yayın kanallarını ölçüyorsunuz people-meter ile. Diğerlerinin hiçbirini ölçemiyorsunuz.

Digitürk'ü, D-Smart'ı ölçemiyoruz yani?

Hayır, onu nasıl ölçeceksiniz? People meter'ınız onu ölçmüyor ki. Öyle bir teknolojiniz yok.

Türkiye'de sistem her yerinden dökülüyor. Zaten bu dijital platformlar kendi kendilerini ölçebilirler.

Cem Uzan'ın şirketlerine el konulunca bu parası ödenmiş, ısmarlanmış 300 prototipe ne oldu?

Ne olduğunu bilmiyorum. Gidin Cem Uzan'a sorun. İki üç tanesi imal edildi bunların. Pager gibi takılacaktı. Ve test edilecekti. Test edilme aşamasına gelinmişti. O anda, Cem Uzan'ın şirketlerine el konuldu. Arbitron'a gitmişler. Arbitron çok büyük bir para istemiş patent için. Cem Uzan da ben kendim yaparım bunu demiş. Kendisi yapmış. Tabii pahalı bir sistem. Bunu ancak ya çok büyük bir sektör kendi içinde anlaşarak yapabilir, yani reklamveren ve medyası ayrışmış bir sektör yapabilir. Ya da devlet yapabilir. Ya da GSM şirketi.

Cem Uzan'ın sistemi uygulanabilseydi medyada bütün taşlar yerinden oynar mıydı?

Bırakın medyadaki bütün taşların oynamasını, devletin bütün taşlarını yerinden oynatırdı. Bugün ideoloji denen şey televizyondan yayılıyorsa, halkın manipülasyonu televizyonlarla yaratılabiliyorsa, böyle bir sistemin var olması bile taşları yerinden oynatır; ciddi bir yapı değişikliği getirir. Sadece medya taşları ile ilgisi yok bu işin. Ben zannetmiyorum RTÜK gibi bir kuruluşun böyle bir işe girmek isteyeceğini. Karşısındaki sektör sadece medya değil, dev şirketleri olan tüm bir kapitalist yapı. Şaka bir yana, sadece ben olursam RTÜK başkanı, belki iş değişir.

Asıl sorun RTÜK'ün kanuni yetkisini kullanmaması

RTÜK neden bu işlere müdahil olmuyor?

Çünkü 2012'de varsayıma göre her yer dijital olacak. Dijital yayını yapmak kolaydır da bütün analog televizyon setlerinin dijital ile değiştirilebileceğini ben düşünemiyorum. Türkiye'de elli milyona yakın televizyon setinin birdenbire 2012 yılında hepsinin dijital olması mümkün değil. Belki de, RTÜK varsayıyor ki böyle olacak. Ama büyük bir ihtimalle olmayacak. Olursa da bütün bu konuştuklarımız tarih olacak. O zaman, reyting denilen şey, online ve real-time gayet güzel ölçülebilir hale gelecek. Ve "tam sayım" olacak o zaman; örneklem sayımı değil.

Bu da AGB'nin yok olması demek herhalde..

AGB de biliyor bunların hepsini. AGB de tedbirini almıştır.

O zaman sıkalım dişimizi. Az kaldı...

Zannetmiyorum bunun olabileceğini. O hedefe on beş yılda ancak ulaşılır. Elli milyon setten bahsediyoruz. HDTV dedikleri şey, high defination television, çok pahalı. Ve insanlar sadece daha iyi görüntü seyretmek için fazla para vermezler.

Bu söyleşim bir işe yarar mı dersiniz?

Yarayacağını tahmin etmiyorum. Konjonktür olarak nedir ortam onu da bilmiyorum. Ben hatta şaşırdım siz bana telefon ettiğinizde 'bu konuda bir söyleşi yapalım' dediğinizde. Bence bugüne kadar olan asıl sorun RTÜK'ün kanuni yetkilerini kullanmaktan kaçınıyor olması.

Yani RTÜK de mi reklamverenin ve medyanın baskısı altında?

RTÜK belki bir kurum olarak baskı altında değildir ama bazen kamusal kurumlar da bir şey yapamaz hale gelir. Yani ne yapacak? Bütün taşları yerinden mi oynatacak? Sonunda RTÜK başkanı bir devlet memuru, üyeleri de konudan anlamayan insanlar. Orada değerli uzmanlar var ama onlar da idare mahkemeleri ile uğraşıyorlar. Sonuç itibarıyla bu olay bir devlet politikasıdır. RTÜK de devletin bir kurumudur. Ama unutmayalım, reyting terörü, silahlı terörden de tehlikeli. Ben yıllar önce "Televizyonlar MGK gündemine alınsın." demiştim, MGK kalmadı ama devlet televizyonları gündeme almalı. Televizyonlara çekidüzen vermek, silahlı terörü bile önler belki. Televizyonlar kamusal taşıyıcı, kamusal frekansları kullanıyorlar çünkü.

Nuriye Akman - Zaman
Yayın Tarihi : 10 Kasım 2008 Pazartesi 15:01:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?