26
Mayıs
2024
Pazar
TURİZM

SARAYBOSNA'DAN DÜNYAYA DERS...

1992'den 1995'e, tam üç yıl boyunca üstlerine bomba yağdı. Bin 300 gün dünya ile bağlantıları kesildi. Yüz binlerce kişi hayatını kaybetti. Aç, susuz ve ilaçsız kaldılar, yılmadılar. Toparlanıp, hayata tutundular. Savaş sırasında, tepelerine yağan, sevdiklerinin canını alan mermileri, havan topu çekirdeklerini toplayıp üzerine desen kazıdılar, şimdi hediyelik eşya diye satıyorlar...

Ben bir mermiyi hiç bu kadar sevmemiştim. Ben bir mermide daha önce hiç ama hiç ölüm yerine hayatı görmemiştim. 'Merminin barut haznesini açtığımda, avucuma siyah toz yerine bembeyaz umut aktı' desem inanır mısınız? Vallahi öyle oldu; elimde ağırca bir mermiden yapılmış kalem tuttuğum andan beri, kurşun kalem değil hayır, kurşundan kalem tuttuğumdan beri 'inadına yaşamak' nedir bir kez daha anladım.

Saraybosna denildiğinde aklınıza ne geliyor? Yıllar süren, yüzyılımızın en kanlı, en acımasız savaşlarından birini hatırlıyor musunuz? Daracık sokaklara sıkışıp kalan insanların, şehri kuşatan tepelere tüneyen keskin nişancılarca avlandığı, çocukların üstüne bomba yağdığı, pazar yerlerinde katliamların yapıldığı günleri, sayısız toplu mezarları...

O günler öyle uzakta da değil; tarih sayfalarında, '1992'den 1995'e kadar süren bir savaştır. Üç yıldan fazla süren bu savaş sırasında Kızılhaç'ın verilerine göre 312 bin kişi hayatını kaybetmiş, 2 milyon kadar insan yerini-yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır' diye anlatılan günleri unutmak mümkün müdür ki zaten?
Ama hayır, bu yazıda size o günleri hatırlatacak değilim, aksine, o günlerde ölüm kusan mermilerden, havan toplarından aldığım güçle Saraybosna'da filizlenen hayatı, her şeye rağmen hayata tutunmanın ne kutsal bir başlangıç olduğunu anlatacağım.

Bilmem ki başka hangi şehirde 'barış' her saniye 'savaşı' hatırlatır? Başka hangi kentin duvarlarına 'içten bir kahkaha' olarak vuran ses 'hazin bir hıçkırık' olup geri gelir? Hayatı kutsamanın tılsımı, omuz başınızda taşıdığınız 'kayıplarda' mı saklıdır?

Hadi açık söyleyin, dünyanın neresinde, baharın ilk günü kapalı bir dükkanın kapısına iliştirilmiş bir notu okuyup da gülümsersiniz? Ne mi yazmaktadır notta: 'Güneş nedeniyle kapalı...'

Saraybosna'da bunların hepsi mümkün.

Böyle bir şehir işte Saraybosna.

Hayata tutunmuş acılı ama her şeye rağmen umutlu insanların şehri.

Savaş yıllarında Sırpların amansız kuşatmasıyla dünyayla bağlantısı kesilmişti Saraybosna'nın, hatırlayın. Ne ilaç, ne yardım, ne ekmek, ne su... Çeşmeden su alabilmek için sokağa başını uzatan, bir 'sniper' mermisiyle canından oluyordu.
Ama şimdi...

O mermiler ayakta kalmanın sembolü oldu. O mermilerin kovanlarının pirinç yüzeylerine ustalar desenler dövdü, üstüne de 'Sarajevo' yazıp tezgahlara koydu.
Belki de inat olsun diye mermiden kalem yaptılar. Savaşın başrol oyuncusunu, bir mermiyi kavrayan parmaklar, barışı unutmasın diye midir, nedir?

MERHABA HAYAT

Ama böyle olacağı, Bosnalı Boşnakların, öyle pek de kolay pes etmeyeceği, hayatı bırakmayacağı daha savaş yıllarından belliydi. Gazeteci, şair Miljenko Jergovic, o en büyük kayıpların verildiği, en dayanılmaz acıların yaşandığı günleri anlatırken şöyle demişti: 'Bu şehrin delileri savaş boyunca keskin nişancıların sinirini bozmak için salıncaktan inmemiş. Bu şehrin kadınları bomba seslerine aldırmadan güzellik uykularına yatmış, bu şehrin dedeleri ceplerindeki son parayla Başçarşı'ya kahve almaya gitmiş, bu şehrin tiyatrocuları mum ışığında 'Godot'yu Beklerken'i oynayıp savaşa kafa tutmuş. Bu şehrin müzisyenleri savaşın ortasında uluslararası festival düzenlemiş. Bu şehrin insanları en karanlık günlerde bile 'yaşam'dan vazgeçmemiş'.

O yaşlı amcaların kahve almak için gittiği Başçarşı, şimdilerde cıvıl cıvıl. Sokaklarda sıra sıra turist kafileleri dolaşıyor, cami avluları gönül huzuruyla namazını kılan kadınlarla, erkeklerle dolu.

Başçarşı'daki dükkanlardan birisi Kenan'ın. Kenan'ın önünde boy boy mermi, top mermisi kovanı. Dövüyor, kesiyor, düzeltiyor, parlatıyor... Sonra da satıyor. 'Bu şehrin çevresinde cephane fışkırıyor. Sermaye! Elimizin altında olunca biz de işleyip satıyoruz. Hem para kazanıyoruz hem de sanki o günler hiç yaşanmamış gibi davrananlara inat o günleri unutmayacağımızı ama ayakta da kalacağımızı anlatıyoruz.'

'Bu mermiler, bu havan topları senin ailenden de can aldı mı?' sorusu ise kesik bir hıçkırıkta kaynayıp gidiyor.

BİR GÜNLÜKTEN

Kış. Bistrik taraflarındayım. Mısırlı BM askerlerinin karargahının tam karşısındaki tünelde bekleşen kalabalığın arasındayım. Oradan karşıya, ellerimizdeki su bidonlarını dolduracağımız çeşmeye koşmamız gerekiyor. Ama şu vahşiler buradan burnumuzu uzatmamıza izin vermiyor... Ellerinde bulunan bin türlü silahla saldırıyorlar. Kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan kalabalıktan ise çıt çıkmıyor. Arada, havan mermilerinin kalibresi hakkında yorumlar yapıyoruz. O sıra en çok 60'lık attılar. 120'likler daha uzağa atıldı. Vızıldayarak uçan mermilerin ilki geçtiğinde çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü hemen ardından atılacak olan ikinci havan mermisi mutlaka hedefe isabet ediyor. Bu arada şehirde sirenler de susmak bilmiyor... Çetnikler bizi öldürmeye, biz ise su bulmaya kararlıyız...

Fügen Ünal Şen - Akşam
Yayın Tarihi : 1 Haziran 2009 Pazartesi 18:08:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?