Tatil, diye adlandırılan dinlencenin dönüşünde, çevrenizdekilerin sorduğu ilk soru “Tatil nasıl geçti” ise, en yaygın yanıt da “Tatilin iyisi kötüsü olmaz” cümlesidir. Dinlenceyi, salt çalışılan iş yerinden uzaklaşma olarak algılayanların bu görüşüne katılmak mümkün değil. Her şeyin olduğu gibi tatilin de iyisi kötüsü vardır, hatta olmalıdır. “İyi” ve “kötü” öznel kavramlar olduğuna göre, tatilin niteliğini de kişinin öznel beklentileri belirler. Gideceği yerde dinlence, eğlence, temiz deniz, dağ havası gibi özelliklerden hangisini bulacağını baştan belirleyenler, aradığı özelliklere ulaşmışsa, “iyi tatil” geçirmiş olacaktır. Aksi durumda, eğlence arayanlar kendilerini dağ başında, dinlence arayanlar kendilerini yüksek sesli müziğin gece boyunca dinmediği beldelerde bulabilir ki, böylesi bir tatili, kimse “iyi tatil” olarak adlandıramaz.
Anlaşılacağı üzere tatilin iyisi kötüsü, gittikten sonra değil, gitmeden belli olur. Aslında tatilin en heyecanlı bölümü de o beklenen anın yakınlaştığı dönemlerdir. İzin zamanı yaklaştığında “acaba neresi” sorusu akla düşer ilkin. Beklentiler doğrultusunda gidilebilecek seçeneklerin ön bilgileri toplanır. “Nerede kalınır, nereler gezilir, nerede eğlenilir?” gibi pek çok sorunun yanıtı bulunduğunda nereye gidileceği de kesinleştirilmiş olur. O andan itibaren de tatilde yapılacaklara yönelik hayaller kurulmaya başlar. Kimileri konuyu iyiden iyiye abartıp, her gün farklı bavullar hazırlasa da, bu hayal anları bazen tatilin bizzat kendisinden bile “tatlı“ olabilir.
Sonuçta o “kutsal yoluculuk” başladığında, onca zamanın stresi çoktan geride kalmıştır bile. Hele karar verilen belde deniz kıyısında ise, mavinin tonlarının o ilk göründüğü an, insanın yorgunluğunu alıp götürüverir. İçinde yaşayanlar tarafından “tatil yöresi” gibi algılanmasa da, dışarıdan gelenler için İzmir’in de böyle bir özelliği var. Manisa’yı geçip Sabuncubeli’nden aşağıya doğru kıvrılmaya başlayınca kendini gösteren İzmir Körfezi, tatilin “fiili” olarak başladığını ilan eder. Buradan sonra ister Bodrum, ister Marmaris, isterseniz Çeşme yönüne gidecek olun, tatil havası İzmir’le birlikte solunmaya başlamıştır. Hatta Alsancak’ta bir tur atıp, Kordon’da bir şeyler yudumlama zamanınız varsa, İzmir tatile “tatlı“ bir başlangıçtır! Hele Cumhuriyet Gezi’nin bu haftaki rotası gibi, sizin de yönünüz Çeşme ise, zaten tatil çoktan başlamıştır.
Türk’ün Türk’le tatili
Çeşme’yi İzmir’in güneyindeki tatil beldelerinden ayıran en büyük özellik, daha fazla yerli turist ağırlaması. Diğer gözde sahil beldelerinin aksine Çeşme’de “Türk’ün Türk’le tatili” daha mümkün. Bu özellik, sahillerdeki yapılanmalardan eğlence mekanlarının çaldığı müziğe dek pek çok alanda kendini hissettiriyor. Yabancı turistler hiç yok değil, ancak Marmaris, Fethiye, Antalya, Bodrum gibi merkezlerle kıyas dahi kabul etmez oranda daha az. Ancak turizmciler, bu oranın artması için uğraş veriyorlar.
Çeşme’nin yerli turist ağırlıklı turizm sezonu geçirmesinin en önemli etkenlerinden biri İzmirlilerin bu beldeyle olan ilişkileri. Çeşme, İzmirlilerin “arka bahçesi” gibi. Hele kentin batı ve güney bölgelerinde ikamet edenler, en azından hafta sonları soluğu Çeşme’de alıyor. Kuzeydekilerin tercihi ise genellikle Foça oluyor. Özet olarak, Çeşme’nin konuklarının önemli bölümü, çok uzaklardan gelmiyor. Bağlı olduğu İzmir’den Çeşme’ye koşanlar, buradaki doluluğu önemli ölçüde artırıyor. Zaten pek çok İzmirlinin yazlık tercihinde de Çeşme ön sıralarda bulunuyor. İzmir’de yaşayıp hali vakti yerinde olanların büyük bölümünün perşembe akşamından Çeşme’yi mesken tuttuğu biliniyor. Hatta bu durum, İzmir ekonomisinin yeterince gelişememesinin de baş faktörlerinden biri olarak gösteriliyor. Yani Çeşme, ekonomiyi doğrudan etkiliyor!
Yarımada turu
İzmirli iş adamları çok da haksız değil. Yanı başınızda böyle bir güzellik dururken, ofisin kasvetli ortamını kim ne yapsın? Aslında Çeşme’yi salt ilçe merkezi olarak düşünmemek, “yarımada” olarak ele almak gerekiyor. Eğer yarımada turunu layıkıyla yapmaya karar verirseniz, Çeşme konukluğunuz süresince sıkılacak vakit bulmanız güçleşecektir.
Yarımada turu için öncelikle otobanı defterden silmek gerek. İzmir-Çeşme otoyolu varılmak istenen hedefe en kısa sürede ulaşılmasını sağlıyor, ancak yol boyundaki inanılmaz güzellikleri de ıskalamanıza neden oluyor. Yine de “ilk hedef Çeşme” diyenler otobanı kullanarak, İzmir’den ayrıldıktan sonra yaklaşık 45 dakika içinde Çeşme merkezine ulaşabilirler. Turumuza yarımadanın kuzeyinden başlayalım. Mandalina bahçeleriyle kaplı İnciraltı‘nı geçtiğinizde İzmir’i geride bırakmaya başlamışsınız demektir. Denizin tüm maviliğiyle eşlik ettiği Narlıdere yolu, manzarasıyla yolculuğunuzu renklendirecektir.
Güzelbahçe’ye yaklaştığınızda saatinize ve midenize bir yoklama çekmenin zamanıdır. Öncelikle karnınızın sesine kulak verin. Eğer “açım” diyorsa, saatinize bakın ve günün hangi zaman diliminde olduğunuzu önce bir kestirin. Sabah saatlerindeyseniz, yol boyunca sağlı sollu dizilmiş kahvaltı mekanlarına uğrayabilirsiniz. Eğer akşam olmak üzereyse, güneşi Güzelbahçe’nin Kilizman bölgesinde batırmanızı öneririm, tabi önce balıkçı barınağına uğramak şartıyla.
Buradan satın alacağınız taze balıkları, hemen arkalarındaki deniz kenarına sıralanan restoranlarda pişirtebiliyorsunuz.
Tatil ekibinden arabayı kullanacak olanlar, şimdiki öneriye çok kızacaktır, ancak deniz kenarında balık yerken iki kadeh rakı yuvarlamak, yolculuğun yorgunluğunu en aza indirecektir.
Ege’nin kalbinde
Hepsi ayrı birer yazı konusu olan güzergahtaki beldeleri kısaca tanıtarak geçmek istiyorum. Güzelbahçe’nin ardından sırada Urla var. Yapılarıyla ve baş yapıtlar çıkaran şairleriyle “Ege’nin kalbinde” olduğunuz hissini veren Urla, biri “giden” diğeri “gelen” iki şairle öne çıkıyor. Yorgo Seferis ve Necati Cumalı‘nın Urlasında hala iki şairin izlerini bulmak mümkün. İlçenin limanına gelmeden sağda beliren adacık, hala turizm anlamında değerlendirilemese de başlı başına görülmesi gereken bir yer. Eskiden “karantina adası“ olarak kullanılan bölgede şimdi devlet hastanesi var. Adanın nimetlerinden ise çoğunlukla devlet memurları yararlanabiliyor.
Çeşmealtı yönünden ilerleyerek bu bu bölgede denize girebileceğiniz güzel koylar bulabilirsiniz. İçmeler ve Özbek’teki sahilin özellikleri sizleri tatmin etmeye yetecektir.
Koylara dalarken...
Biraz ileride, yarımada turunun hakkını vermek veya doğrudan Çeşme’ye ulaşmak arasında bir karar vermek gerekiyor. “Turun hakkını verelim” derseniz, Mordoğan-Karaburun yol ayrımıyla birlikte kuzeyden ilerlemeye devam edebilirsiniz.
Güzergahta önce Gülbahçe çıkacak karşınıza, ardından Karapınar ve Balıklıova. Bu güzergahta öylesine güzel koylarla karşılaşacaksınız ki, hemen aracınızı durdurup kendinizi bu koylara bırakmak isteyeceksiniz. Ne yazık ki, denize biraz daha dikkatli baktığınızda bu isteğiniz törpülenecek, belki de vazgeçeceksiniz. Çünkü bu güzergahtaki en güzel koylar, üstelik kıyıya olabildiğince yakın biçimde-maliyeti düştüğünden olsa gerek-balık çiftlikleri tarafından işgal edilmiş durumda. Yine balık çiftliklerinin eline geçiremediği müthiş koylar bulmak mümkün.
Kıvrım kıvrım...
Bu güzergahta aracınızı olabildiğince temkinli sürmeye gayret etmelisiniz. Zaten kıvrım kıvrım ilerleyen yol aşırı hız yapmanıza izin vermiyor, ancak yine de dikkatli olmakta yarar var. Bu hem güzellikleri ıskalamanızı, hem de kaza yapmanızı önleyecektir. Balıklıova’nın ardından Mordoğan ve devamında Karaburun, tatilde sakinlik ve huzur arayanların adresi. Buraların merkezinde ve köylerindeki taş evler, meraklılarının ilgisini çekecektir. Her iki ilçenin merkezindeki balık restoranları da yalnızca meraklılarının değil, karnı acıkan ve lezzete önem veren her faninin ilgisini üzerine çekebilecek güzellikte. Ancak asıl güzellikler, üstelik “bakir” güzellikler ileride saklı. Karaburun’a vardığınızda, öyle bir noktaya gelmiş olacaksınız ki, ya yeniden ana yola çıkmak için tüm yolu geri döneceksiniz, ya da “daha ileri” deyip bu bakir güzellikleri keşfedeceksiniz! Karar belli gibi. Öyleyse deponuzu doldurmayı ihmal etmeden yola devam. Sahil yolunu takip ederseniz, karşınıza çıkacak güzellikleri, eşe dosta anlatmaya doyamayacaksınız. Üstelik Çeşme’ye gelen pek çok arkadaşınızın sizin gezdiğiniz yerlerden haberi olmadığını öğrenip gururlanacaksınız.
Karaburun’un hemen ilerisinde Bozköy ve Tepeboz köylerini yukarıda bırakıp sahilden Yeni Liman’a ulaşacaksınız. Burası da küçük ve huzurlu bir belde. Güzergahın yine üst kısımlarında Haseki, Sarpıncık köyleri var. Hele Sarpıncık Köyü’nün altındaki Karaburun Feneri, görenlere deniz üzerine hikayeler yazdıracak cinsten.
Antik kentte orkinoslar
Yolun devamındaki bük ve dalyanlar birer fotoğraf hazineleri. Kullanacağınız yol dar, ancak trafik fazla işlemediğinden tehlike düzeyi düşük. Doğayla baş başa güzergahın ucunda Ildır’a ulaştığınızda, asıl Çeşme’yle karşılaşmış olacaksınız. Çeşme’nin bu antik yerleşimi, Erythrai kentinin üzerinde yükseliyor. Plajı ve doğası oldukça güzel. Ancak burada da orkinos çiftliklerinin konuşlanmış olması, bölgenin değerini turizm açısından düşürüyor.
Ildırı geçtikten sonra artık “resmen” Çeşme topraklarına girmiş sayılırsınız. Bundan sonra, adını sık sık magazin gündeminden duymuş olabileceğiniz koylar, birer birer önünüze sıralanmaya başlayacak. Yalı‘daki Germiyan Koyu ilk önce karşınızda belirecek. Devamında Ardıç, Şifne ve Paşalimanı. Bu bölgenin yüzme amaçlı en çok tercih edilen yerlerin başında geldiğini ve bu yüzden oldukça kalabalık olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Gerçi, kalabalıklığı az ilerideki Ilıca Plajı kadar değil, ancak yine de hatırı sayılır sayıda kişi buralarda serinlemeye çalışıyor. Özellikle hafta sonlarında nüfus daha da artıyor. Bu bölgede yazın serinlemek için denize girebileceğiniz gibi, kışın ısınmak için de mavi sulara kendinizi bırakabilirsiniz. Çünkü denizin içinden kaynayan termal su, kış aylarında bile denize girmek isteyen, ancak soğuktan korkanların başvurabileceği bir adres.
Gece gündüz hareketli olan koyların başında ise az ilerideki Aya Yorgi Koyu geliyor. Magazin habercileri ile iç içe olmak isteyenlerin tercih ettiği bu koydaki tesisler, hem gündüz hem de gece eğlence vaat ediyor.
Kuş değil yemek!
Henüz Çeşme’nin kuzeyindeyiz ve rotamızda daha gidecek çok yer var. Aya Yorgi’nin ardından sırada Dalyan var. Burası, özellikle akşam yemeğinde balık isteyenlerin tercih ettiği bir bölge. Artık yarımadanın kuzey ucundan güneye doğru yol almanın zamanıdır. Güzergahta Çeşme’nin kent merkezi var. Merkez, konaklama ve eğlence konusunda sınırsız seçenekler sunuyor. Bu seçenekleri değerlendirebilirsiniz. Bu arada kent merkezinden tekne turuna çıkmak isterseniz, Eşek Adası‘na uğramayı ihmal etmeyin. Çoğunluğu eskiden İzmir’in dar sokaklarında hizmet veren eşekler, burada emekliliğin tadını çıkarıyor. Siz de onların bu keyfine tanıklık edebilirsiniz. Çeşme’ye gelmişken yapmadan dönmemeniz gerekenlerin başında kumru yemek geliyor. Ülkenin büyük bölümünde “kuş“ olarak bilinen bu sandviç, Çeşme’nin en meşhur unsurlarından.
Gitmezseniz olmaz!..
Çeşme kent merkezini hemen dibindeki Sakız Adası‘yla baş başa bırakıp güney turuna çıkmanın zamanıdır. Öyleyse Çiftlikköy yönüne doğru ilerleyeceksiniz. Bu güzergahta karşınıza çıkacak ilk güzellikler, daha ileride sizleri bekleyenlerin yalnızca ip uçları. Hele Altınkum’a kadar gelip, sahile doğru bir göz attığınızda, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Ancak birileri buradaki güzellikleri çoktan fark etmiş bile. Rus oligarkları, çoktan bu kartpostal güzelliğindeki koyları kapatmış. Bizler ancak, yerli turist olarak, yabancıların işlettiği bu tesislere, “döviz bırakarak” girebiliyoruz.
Altınkum’un devamında Alaçatı var. Ancak buraya güney güzergahından devam etmeye çalışmak çok kolay olmayabilir. Onun için kent merkezine dönerek, kısa bir yolculukla güneydeki Alaçatı‘ya ulaşabilirsiniz. Aslında gönlüm, burasını Çeşme’yle birlikte anmaya el vermiyor. İdari olarak Çeşme’ye bağlı olan bu belde, oluşturduğu dokusuyla Çeşme’nin genelinden öylesine farklı ki. Hiç dinmeyen tatlı esintili rüzgarı, Arnavut kaldırımı sokakları, begonviller sarkan taş evleriyle Alaçatı, Çeşme seyahatinizde “gitmezseniz olmaz” bir yer.
Aslında görüldüğü gibi Çeşme, kendisi gitmezseniz olmaz bir yer, yeter ki konakladığınız yere tıkılıp kalmayın!