20
Mayıs
2024
Pazertesi
TURİZM

İğneada'nın gerçek öyküsü

Bu öyküyü okumadan gitmeyin İğneada'ya…İnternette yazılanlara da pek itibar etmeyin…. Bir süredir az gidilmiş bilinmedik yeri keşif turumun bu haftaki hedefi İğneadaydı. Tabi ki ilk bilgileri internetten almak üzere İğneada yazdığımda ne kadar doğru bir tercih yaptığımı gördüm. Sakin, bilinmedik keşfedilmedik, doğa harikası, kısaca bir cennet…Notlarımı aldım, diger gezilerin aksine pansiyon ya da motel yerine gençlik günlerimdeki çadır maceralarımı yadetmek adına (igneada ya ulaşınca ne büyük bir risk aldığımı anlayacaktım) gerekli kamp malzemelerimi toparladım ve Cuma günü öğleden sonra yola çıktım. Ulaşım : Otobüs , kendi otonuzla 

 

 

 

 

 

 

 


Yol uzun…. Yola çıkarken unuttuğum mangalı almak üzere otobandan ayrılıp silivriye girmem gerekince yol biraz karıştı ancak; Saray, Vize, Poyralı yolundan Istranca dağlarına ulaştım… Bu kadar yeşili, bu kadar ağacı kimbilir ne zaman görmüştüm…Araba trafiği az , uzun, alabildiğince ağaçlık virajlı yollarda kendinizi yeryüzünde yapayalnız hissedebiliyorsunuz…Kimbilir belki de böyle bir sessizliğe ihtiyacım vardı… Orman o kadar büyük ki…60 km bu kadar yeşil, bu kadar sık bir orman nerdeydi , neden bizim haberimiz yoktu…hem de bu kadar yakınken. Hangisi meşe, hangisi kayın bunların..Palamut ve gürgen de gördüm sanki. Yol üzerinde çeşmeler var, kısacık durup su çiyorum… ormanın sessizliği muhteşem… Not aldığım gezmek istediğim yerlerin tabelalarını görüyorum..Cumartesi buralara tekrar geleceğim demek ki…Demirköyü geçerken yolum 30 km kalmış…Güneş hala batmadı… Nihayet İgneada…Tek katlı evler karşılıyor.. Etrafa bakarken aniden İgneadanın merkezine ulaşıyorum. Minicik bir yer burası… Merkez bir meydandan ibaret… Deniz kıyısında çay bahçeleri var, diger taraflar market, kasap, internet cafe…yazlıkçılara hitaben kurulmuş yapay bir yerleşim yeri sanki… Hiçbir görselliği yok…Yerleşik bir yerin havasını hissedemiyorsunuz… Elimdeki bilgilerde bir yerlerde çadır kurabileceğim tesislerin olduğu yazıyor…Yol dümdüz ilerliyor, sağ taraf tellerle çevrilmiş…uzun çok uzun bir sahil şeridi.. Sol taraf yeşil… ağaçlar var… Aniden çadırları görüyorum…Öylesine yerleşmişler… Şaşkınlıkla bakıyorum…Hani bir başvuru yapacak bir yer, kamp yerine bir giriş yeri arıyorum... Yok…Çadırların yanlarında derme çatma tuvalet benzeri şeyler görüyorum… Nerede bu tam teşekküllü çadır yeri acaba…Yanlış okumuş olamam…Çadır kurmak işte şimdi bir macera oldu…İlerliyorum... Yol üzerinde keşfedilecek bir yer mutlaka olacaktır... Güneş batmak üzere… Sol tarafta bir kızıllık var.. duruyorum elimde fotograf makinesı önce izliyorum…Güneş ancak, bu kadar güzel batabilir.. Gölün üzerinden veda ediyor... Sazlıklarla kaplı…Yeşil, kızıla dönüyor…Bulutlar sazlıkların arasından göle düşüyor. İgneadaya ilk girişimdeki huzursuzluğum gidiyor sanki…Biraz ilerliyor ve bir kamp yerine ulaşıyorum. Soru soracak birisi bulmak ne mümkün. Hemen girişte biriki tane çadır göze çarpıyor. Nihayet birisi ilgileniyor…Çadır yeri için heryer olur diyor da her yer dediği yerde çadırlar var. Denizkenarında ağaç olmayan bir yeri gözüme kestiriyorum…Akşam oldu gibi…hava halen biraz aydınlık.. Çadır kurmak çok zamanını almıyor, sandalyesi, masası derken birden denizin üstünde ay beliriyor…çok güzel bir mehtap var…( mehtap ile yakamoz karıştırılır hep…iğneadayı tanıtan sitelerde yakamoz diye sözetmiş..yok öyle bir şey) Mangal yakıyorum…igneadadan aldığım köfte, sucuk ve rakı ile keyif yaparken denizin sesi, mehtap ve dolunayla geceyi bitiriyorum, Yarın gezilecek yerler çok..

Sabah 7 de güneş çadırı ısıtıyor, direnmek anlamsız.. Kalkıyorum biraz etrafı seyredip kahvaltı etmek üzere igneadaya gidiyorum. Bölgeyi internette tanıtanların yalancısı olarak yöresel kahvaltı arıyorum. Kime sorduysam gülüyor, yok öyle bir kahvaltı diyorlar yalan yazılmış…Moralim bozuluyor biraz ama daha iki gün buralardayım mutlaka güzel yerler bulacağım ümidimi saklıyorum. Normal! bir kahvaltı yaptıktan acaba başka kamp yapılan yer varmı ümidiyle etrafı soruşturuyorum. Aşağıda mert gölünün oraya bakın diyorlar. Mert gölü ile deniz arasında sadece kumsal var ne garip bir buluşma bu.. Kamp alternatifim yok ben yine aynı yerde kalacağım belli oldu. 

 

 

 

 

 

 

Gezime başlıyorum ilk hedef Demirköy dökümhanesi ve duphnisa mağrası... Ağaçlıklı yoldan yine geçiyorum. Yollarda orman işletmesinin tomruk alanları var…Bu kadar ağacın olduğu yerde bütün evler beton hayret. Demirköyün içinden geçip tabelayı izliyorum. Dökümhane az ilerde olmalı…Az gidiyorum uz gidiyorum ama görünürde ne tabela var ne de dökümhaneyi andıran bir yer. Nereye gittiğimi de bilmiyorum. Mesafeyi gösteren tabela yoksunu bu bölgede bu şaşkınlığım ilk olmayacak . Nerde olduğumu, tarihi yerlere giderken yol ayrımlarında tahmin yapmaktan dolayı sinirleniyorum. Neyse ki tüm tahminlerimde yanılmayıp ama ormanın içlerinde acaba acaba demekten yorulup sadece inat ettiğim için ilerliyorum. Yol çok kötü…hayır bu yorum az..berbat…heryer mıcır…toz toprak. Arabanın arka camı artık toz kaplanmış. Ancak 20/30 km ile gidebiliyorum. Veee Demirköy dökümhanesi duruyor sağ tarafımda. Kuleden tanıyorum. Buralarda kazı çalışmaları yapıldığını okumuştum, şimdi ise kimse görünmüyor. Kazı yapılan yerlerin üstünü koruma amacıyla örtmüşler. Sanki uzun süre gelemeyeceklerini biliyor gibi sıkı sıkıya kapalı bütün yerler…Dökümhane kulesi dimdik duruyor. Etrafta dolaşıyorum. Benden başka buyeri inatla bulacak başka kimsenin olmaması şaşırtmıyor. Geldiğim yerden geri dönüp yolağzındaki köylülere igneadaya gidecek başka bir yol olup olmadığını soracağım. Burada ki en güzel şeylerden biri insanları…O kadar sevimliler ki…Bir şey sorduğunuzda elindeki işini bırakıp yardım ediyor. Hepsi çok cana yakın.

Yol üzerinde çilek tarlası var, oraya soruyorum yolu…Dökümhanenin tarihini anlatıyorlar…”Rahmetli Fatih” diyerek başlıyor söze, bir tanıdığından sözedecek diye bekliyorum…Yok yok bu bizim Fatih sultan Mehmet…Devam ediyor “Rahmetli Fatih, İstanbul’u fethetmeden önce yaptırıyor bu dökümhaneyi..burda çok fazla demir yatakları var, orada eritiyor demiri sonra burada topları döküyor. “ Fethin en önemli silahlarından biri olan toplar burada yapılıyormuş…Ne kadar önemli bir yeri gezdiğimi anlıyorum…Ama kaç kişi biliyor burada böylesi tarih hazinesi olduğunu. Dupnisa mağarası çok uzakmış… Dönerken uğra diyorlar. Longos ormanlarını soruyorum…Oradan İğneada'ya gitmek daha kestirme…Yola devam ediyorum. Yol çakıltaşları.. Toz duman içinde…Longos ormanlarını arıyorum. Heryer ormanda koruma altına alınacak kadar önemli bu Longos ormanlarının bir tabelasıda mı yok? Yok… Hiçbir bilgi yok… Bir demirkapı var yol üzerinde. Fidanlık diye yazıyor. Bir memurla konuşuyorum çay içmeye davet ediyor. İşte orda buraların tüm talihsizliğini öğreniyorum. Evet bir longos ormanı var, hatta iki tanesini gördüğüm ama diger 5 tanesine ulaşamadığım çok da güzel göller var. Ancak arabayla gidilemiyor. Evet yol bozuk, arabayla gidilemeyecek kadar kötü. Ancak traktörle gidebilirsiniz. İnanamıyorum…Dünyada bir eşi dahi olmayan longos ormanına ulaşım yok. Bu da ormanı korumanın en güvenilir ! yöntemi olsa gerek. Yol yapılmıyor.. orman yolu diye geçiyor ve tek bir kişide çıkıp bu ormana, göllere ulaşacak yolu yapmayı düşünemiyor. Geyikler varmış ormanda bir zamanlar ama şimdi yok. Öğreniyorum ki dünya bankasından epeyce kredi alınmış buralar için ama buralarda değişen bir şey yok. Herhalde ödeneği alan kişiler korumuşlardır buraları kendilerince…biz göremiyoruz o başka.

Sinirleniyorum ama geri dönmekten başka çare yok. Suyu azalmış dereden bir cesaret geçiyorum, yola batsam kurtaracak birileri de yok. Ama korktuğum olmuyor. İğneadaya geliyorum. Kamp yaptığım yerin az ilerisi limanköy, akşama balık yapmayı düşünüyorum. Bütün balıkçı tekneleri orda. Balığımı ayırtıyorum ve yukarda tarihi fenere doğru çıkıyorum. Yolda tabelalar yine yok. Küfürlerimi sıralıyorum…Neyseki yardım eden birileri hep oluyor. Bir sitenin içinden geçip tepenin üstünde feneri görüyorum. İçerde kimse yok. Sadece dışardan görmek mümkün. Karadeniz uçsuz bucaksız karşımda…Fener en yüksek yerde… Beyendik köyü var yakınlarda…Arkadaşlarım önermişti buraları.. Mutlaka git, uygar bir köy diye…Beyendik köyü digerlerine göre daha gelişkin, daha sempatik. İnsanları digerleri gibi canayakın yardımsever…Köyün dışına çıktığımda türkiyenin çıkış noktalarından birini görüyorum. Hemen karşıda yürüme mesafesinde bir Bulgar köyü duruyor. Akşam balık var, rakı ve salata. Hiçbir şey keyfimi kaçıramaz. Kamp olmayan çadıryerleri, tabelasız yollar, yolu olmayan göller, igneadanın o insaneli değmiş çirkinliği.

Akşam; mangal, salata, balık, rakı ve ben mutluyuz. Sabah yine erken saatte kalkıyorum, güneş çalar saat gibi ..7 yi geçirmek ne mümkün..Akşamdan kalanları topluyorum. Bugün sahil daha kalabalık olacak gibi. Günübirlikçiler geliyor bu kadar erken saatte..Kahvaltı için yine igneada merkeze gidiyorum. Sucuk istiyorum , hani sahanda getirirler ya ondan…Biraz sonra bir kahvaltı tabağında iştima ya çıkmış gibi sıralı suçuk taneleri geliyor…Şimdi bu nedir desem onu da anlamayacaklar. Sucuuukkk diyecekler…Boşver diyorum aldırma Ömer…ye karnını doyur ve kalk. Artık dönüş yoluna hazırlanmak gerek, Dupnisa mağarasını gezeceğim ve ordan eve dönüş..

Çadırı topluyorum , eşyaları yerleştiriyorum. Ve son kez denize giriyorum. Dün de girmiştim…Dümdüz deniz, sakin, inanılmaz uzunlukta bir sahil…Öğlen olmuş…yola çıkıyorum. Dupnisa tabelasından içeri giriyorum ama sonrasında ne kadar yol var kaç km kaldı yine bir bilgi yok…Ve daha büyük bir tehlike bekliyor mazot lambası yanıyor. Ne kadar yol kaldığını bilsem süreyi hesaplayacağım, ne mümkün..Sarpdere köyünde yaşlı bir amcaya soruyorum. Dupnisaya nasıl giderim, kaç km kaldı ve mazot nerde var…Demirköyü geçtim çok oldu orda varmış mazot birde Üsküp de..Önce dupnisa mağarasına gitmeliyim…Geriliyorum, yolda kalsam neyse köy yakın sayılır yürürüm artık. Dönüş yolu maceraya dönüşüyor. Mağaranın kapısına geldiğimde buraların meraklısı çokmuş onu görüyorum. Ne güzel, diger tarihi yerlerde kimse yoktu. Mağaranın girişi biraz tepede, yürüyorum kapıya doğru. Ancak 500 metresi açılabilmiş, diger yerlerin ışıklandırması henüz yapılmamış. Oysa mağara 2.600 metre. İçerisi çok güzel…biraz serin…ve kalabalık…Yarasalar var, insanlar azalınca ortaya çıkıp çığlıkatıp biryerlere saklanıyorlar. Sarkıt,dikitler bir şölen gibi. Acaba mağarada müzik yayını olsa güzel olurmu ? Mağaradan çıkıyorum aklımda tek bir sorun var , mazot. Köye geri dönüyorum. Bana yardım eden köylülerden biri traktöründeki mazottan veriyor, artık biraz daha rahatım. Üsküp’e kadar idare eder…

Tekrar yola çıkıyorum, Üsküp 20 km..Mazotu aldıktan sonra artık İstanbul kapılarına dayanma zamanı… İgneada ya gideceklere önerilerim…Doğa harikası bir yerle karşılaşacaksınız. Ancak insan eli değen heryer çok çirkin, yapay. Asla o bölgenin dokusu ile uyumlu değil…Longos ormanları dünyada bir başka benzeri olmayan yerler, ama arabanızla gitmeyi unutun. Kitaplardan okuyun. Yöresel hiçbir yiyecek yok, boşuna sormayın komik duruma düşmeyin benim gibi. Balık yiyin…en tazesinden en güzelinden…Tuvalet kültürleri yok, çok pis hatta kahve içtiğim çaybahçesinde tuvaletin kapısı yoktu. Umarım daha uygar bir yer olur igneada. Daha doğal daha planlı…Şu haliyle o doğayı hak etmiyorlar.

Ömer Sak/Milliyet
Yayın Tarihi : 22 Nisan 2008 Salı 16:45:13
Güncelleme :22 Nisan 2008 Salı 16:54:08


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mevlüt güneş IP: 81.214.39.xxx Tarih : 7.01.2009 10:35:50

Bende aynen Ömer beyin yazdıklarına katılıyorum. Çadır yeri bende bulamadım o sebeble İğneada merkezine yakın top sahasında çadırı kurdum cumartesi gecesi saat 22.oo de sabah kalkıp denize girdik denizden sonra yıkanacak bir yer yok dahada ötesi saat 14.00 civarlarında kırmızı bir araç içinde inanın, arabadan inmeden çadırın yakınına bir vatandaş veya görevli orada kalan var veya yok demeden toz kaldırarak geldi ve çadırı kaldırın dedi.Gerçi bende mennun kalmadığım toplanıyordum TEŞEKKÜRLER ÖMER BEY Bu konu hakkında yazdıklarınız için