7
Mayıs
2024
Salı
ESKİŞEHİR

CHP ESKİŞEHİR MİLLETVEKİLİ MEHMET VEDAT YÜCESAN’IN GENEL EKONOMİK DURUMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERİ

Soru : Ülkemiz ekonomisinin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkemiz 1999 yılından beri çok özel bir IMF programı uyguluyor. Bu programın ikinci modeli de 2001 yılından bu yana uygulanıyor. Bu uygulamanın son dilimini içinde bulunduğumuz yıl gerçekleştiriyoruz. Bu, ağır, kolay taşınamaz, önemli bir IMF programıdır. Başarıya ulaşmak uğruna ülkemiz, geride bıraktığımız 5 yıl boyunca ekonomisini ağır bir disiplinin altına sokmuştur. Bu amaçla yatırımlarımızı, harcamalarımızı, ücretlerimizi kıstık ve milli hasılamızın %6,5’i kadar bir fazlalığı borçların faizinin ödenmesi için ayırdık. Tüm vatandaşlarımız bu uğurda her türlü fedakarlığı yaptılar.

Hepimiz nihayet çekilen bunca çileler, bunca acılar sonunda ekonomi dengesini bulacak, iç finansman dengesini, dış finansman dengesini oturtacak ve belli bir rahatlamanın içine girebilecek diye umut ediyorduk. Bu umudun sonunda da, IMF’yle ilişkilerimizi biraz gevşetebileceğimizi, bugünkü bağımlılık ilişkinin dışına çıkabileceğimizi, IMF’ye teşekkür edip, bundan sonraki süreçte kendi disiplinimizi kendimiz uygulayacağız diyeceğimizi düşünüyorduk. Bu çerçevede, örneğin, %6,5 faiz dışı fazla verme gibi dayatmaları yumuşatabilmeyi; ülkemizin ekonomik kalkınmasını, yatırımını finanse etmek için o kaynakların bir kısmını kullanabilmeyi arzuluyorduk. Ama, maalesef, bunlar olmadı. Ekonomik göstergeler, 5 yıldan beri uygulanan IMF programının, beklenen sonuçları vermediğini göstermektedir.

Soru: Sizce uygulanan program mı yanlıştı, yoksa uygulamada mı bir hata var?

Bugüne kadar IMF ile 19 stand by anlaşması yaptık. IMF, ülkemize zorla gelmedi; çaresizlik nedeniyle biz IMF’ye gittik. Öyle görünüyor ki, bu şekilde devam edersek, hiç arzu etmediğimiz halde 20 stand by anlaşmasını da yapacağız. Şunu ifade etmek isterim ki, dünyada, IMF tarafından verilen reçeteyi uygulayarak ekonomisini düzeltmiş hiçbir devlet yoktur. Bir başka ifadeyle, IMF programları uygulandığı hiçbir ülkede başarıya ulaşmamıştır. Zira, IMF kendisine başvuran bir ülkeye model öngörürken, modelin uygulandığı ülkenin nasıl kalkınacağına, yatırımların nasıl arttırılacağına veya yoksulluğu, işsizliği ne şekilde azaltılacağına ilişkin sosyal politikaların nasıl uygulanacağı ile ilgilenmemektedir. Tek ilgilendiği konu borç servisidir. Bu amaçla, hükümetlere her türlü vergileri koydurur, yatırımları durdurur, harcamaları kısar. Amacı, verdiği parayı geri alabilmesini garanti eden politikaları uygulamaktır. Amaç bu olunca, doğal olarak program eksik bir şekilde, ülke gerçeklerinden kopuk ve ülkenin içinde bulunduğu açmazdan kurtulmayı sağlamaktan uzak kalmaktadır. Bunları ifade ederken, uygulayıcıların hata yapmadığını iddia etmek gibi bir düşünce içerisinde olmadığımı da belirtmek isterim. Uygulayıcılar da, kendi ülkelerinin gerçeklerini göz ardı ederek kısa vadede iyimser bir ekonomik ortam yaratmak uğruna bu yanlışları görmezden gelmişlerdir. Bu yaklaşım da ülkemizin ekonomik sıkıntıların ve açmazlarını kronikleştirmiştir. Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, IMF programlarının neden başarıya ulaşamadığı daha kolay anlaşılabilir.

Soru: Ülke ekonomisi mevcut IMF programını veya yapılacak yeni bir anlaşmayı taşıyabilecek güçte midir?

Ülke ekonomisi çok kırılgan ve halen krizlerin etkisini üzerinden atamamış durumdadır. Bu duruma, yıllardır uygulanan popülist, sığ siyaset anlayışları ve ülke gerçeklerinden kopuk uygulamalarla, bu yaklaşımların mirasçısı ve takipçisi olan, AKP iktidarının uygulamalarını da eklediğimiz zaman, ben, ekonomimizin bunu taşıyabilecek güçte olduğunu zannetmiyorum.

Önemli bir noktanın altını çizmek istiyorum. AKP iş başına geldiği anda, yani 2002 yılı Kasım başında, ülkemizin iç borç miktarı 149 katrilyondu. 2004 yılı Nisan başında ise iç borç miktarının 207 katrilyona çıktı. Mukayese edildiğinde, Nisan ayının başlangıcı itibariyle, iç borç stokumuzun AKP’nin işbaşında olduğu 18 ayda yarı yarıya arttığını görürsünüz. Bu çarpıcı ve önemli göstergenin yanı sıra dış borçlar da artmaya devam etmiştir. Ülkemizin ekonomik sıkıntılarının temelinde bu yaklaşım vardır. Üzerimizdeki borç kuşatmasının ağırlaşarak devam ettiği bir süreçte sadece bu borçların ödenmesini esas alacak yeni bir IMF programı sosyal patlamaların tetikleyicisi olabilir. Ülke olarak elbette borçlarımızı ödeyeceğiz ama ülkemizin gerçeklerinden uzak yeni bir IMF programını ne ekonomimiz ne milletimiz kaldıracak güce sahip değildir.

Soru: Yeni ekonomik krizlerle karşı karşıya gelebilir miyiz?

Yeni krizlerin temel başlangıç noktası olarak uluslararası sermaye hareketleri büyük önem arz etmektedir. Özellikle, sıcak para olarak tanımlanan ve bir süre için ekonomiyi rahatlatan; ama hiç planlamadığınız, öngörmediğiniz bir tarihte de tek taraflı olarak çıkabilen sermaye hareketleri, ekonominin dengelerini alt üst edebilir. Bu açıdan sıcak paranın ekonomimiz içerisinde rahatça hareket edebilmesi, içinde bulunduğumuz açmazdan kurtulabilmemizi zorlaştıran, her an bir kriz olacağı beklentisini canlı tutan bir unsurdur. Mayıs ayı içerisinde yaşadığımız kısa süreli sıkıntı da çok hızlı bir cari açık büyümesinin sıcak para çıkışını tetiklemesi idi. Bunun sonucu olarak, ekonominin dengeleri bozuldu; faizler tekrar yükselmeye başladı, %25 civarındaki faiz oranı %32’ye doğru çıktı ve reel faiz yüzde 16 düzeyine geldi.

Eğer siz sermaye hareketlerini denetleyemiyor, sıcak paranın ülkeye girişinde önlem almıyorsanız ve birde dış finansal gereksinimlerinizi azaltamıyorsanız, finansal kriz tehdidinin ortadan kalkmasını bekleyemezsiniz. Bunun ülke ekonomisine verdiği tahribatında önüne geçemezsiniz. Geçen ayın Mart ayında ülkemize girip Türk Lirasına çevrilen ve devlet iç borçlanma senedine yatırılan bir fon bu yılın Mart ayında yeniden dolara dönerek yurtdışına çıktığında yüzde 85 civarında bir kazanç sağlıyorsa, bu kadar büyük bedel ödeyen bir ekonominin sağlıklı işlediğini, ileride krize girmeyeceğini kim iddia edebilir.

Soru: Mayıs ayı içerisinde yaşanan dalgalanmada dış ticaret açığının etkili olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Dış ticaret açığı çok tehlikeli bir noktaya gelmiştir. Bugün geldiğimiz noktada, son 12 ay düşünülecek olursa, Türkiye’nin dış ticaret açığı 24 milyar dolara ulaşmıştır. Unutmamalıyız ki, Türkiye’de bundan önceki krizi 25 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı tetiklemişti. Bu dış ticaret açığı ne yazık ki, cari açığa da yansımıştır. 2004 yılının ilk üç ayındaki cari açık miktarı 4,8 milyar dolar olarak gözükmüştür. Yılın tümü için finans programından görünen rakam 7,6 milyar dolardır. 2004 yılının bitimine 9 ay var ve öngörülen miktardan geriye 2 küsur milyar dolarlık bir miktar kalmıştır. Bu durum, 2004 yılı sonunda cari açığın hedefin çok üzerinde gerçekleşeceğini göstermektedir ki, bu da bizi endişeye sevk etmektedir. Şu anda cari açık gayri safi milli hasılanın % 3,5’u civarına geldi. Eğer % 4’ü görürse büyük sıkıntıyla karşılaşmamız maalesef kaçınılmaz olacaktır.

Soru: IMF programında öngörülen %6,5 luk faiz dışı fazla verme konusunda herhangi bir problem yaşamadık. Ayrıca üst üste üç yıl ekonomik büyümeyi gerçekleştirdik, bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye izlediği ekonomi politikasıyla borçlarını azaltmayı öngörüyor. Bir yandan da ekonomik büyümesini gerçekleştirmeye çalışıyor. Borçlarımız ne yazık ki, azalmak yerine gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Borçların azalması, ekonominin büyüme rakamı ile faiz dışı fazla rakamının toplamlarının, reel faizin üzerine çıkması ile sağlanabilir. Türkiye’nin ekonomik büyüme oranı ile faiz dışı fazla oranını topladığımız zaman bu yüzde 11,5 eder. Türkiye’nin ödediği reel faiz yüzde 16, tablo böyle iken borçların büyümesinin önüne geçemezsiniz. Ekonomide borçlar katlanmaya başlar, şu anda karşı karşıya bulunduğumuz manzara bu.

Ekonomik büyüme bakımından ortaya çıkan tablo için şunu söyleyebilirim ki, ekonomik büyüme üst üste 3 yıl gerçekleşti diye krizden tamamen kurtulduğumuzu, sorunlarımızı hallettiğimizi zannetmek gerçekçi olmaz. Bir ekonomik kriz döneminden sonra ekonomin büyümesi kadar doğal bir şey yoktur. Yani Türkiye %9 bir ekonomik çöküş yaşadıktan sonra ekonomisinin büyümesi kaçınılmazdır. Bunun 3 yıl devam etmiş olması elbette sevindiricidir. Ama bu ekonomik büyümenin, istihdam artışını beraberinde getiremediğini, tarım sektöründe, inşaat sektöründe, reel sektörlerde bir sinerji yaratmadığını görmeliyiz. Ekonomik büyümenin, Türkiye’nin ithalat rakamlarındaki artışın neticesinde gerçekleştiğini anımsarsak, ekonomik büyüme sorununu çözdüğümüzü ve bunun bir başarı olduğunu kabul etmemizin doğru olmayacağını düşünüyorum.

Soru: Ekonomik kalkınmamızı hızlandırmak için neler yapılabilir?

Öncelikle yeni yatırımlara ihtiyacımız var. Bu çerçevede, gerek yerli sermayenin gerekse yabancı sermayenin yatırımları için gerekli koşulları, imkanları sağlamalıyız. Yatırımlar kalkınmamıza ivme kazandırırken, en büyük toplumsal sorunumuz olan işsizliği de azaltacaktır. Yerli ve yabancı sermaye sahipleri, yatırımlarını yapacakları ortamda öncelikle istikrar ararlar; maalesef, ülkemiz istikrarlı bir ülke görünümünde değildir. Bu durum, ülkemize yönelik yatırımları kaçırmaktadır. İstikrarın yolu ekonomiyi sağlam temellere oturtmaktan geçer. Bunun için önceliğimiz, ülkemizi sıcak para cenneti olmaktan çıkarmak olmalıdır. Eğer bunu yapmazsak ekonomimizin dengelerini yerine oturtamayız. Sonra alınacak tedbirlerle cari açığı azaltmalıyız, bu şekilde dış borç artışının da önüne geçmiş oluruz. Eğer bunları yapamazsak ve gerekli tedbirleri alamazsak bu Türkiye’yi güvenilir, yatırım yapılabilir bir ülke konumuna girmekten uzaklaştırır. Bu nedenle, yapılması gerekenlerin başında Türk ekonomisini kolay para kazanılan bir konumdan çıkarmaktır. Ayrıca, Türk ekonomisinin ciddi yatırımcıya kazanç kapısını açan, karlılık vaat eden bir noktaya, yapıya gelmesini sağlamak lazım.

Yabancı sermayeyi teşvik ederken, yerli Türk sermayesini, Türk girişimcisini de ihmal etmemek gerekmektedir. 2003 yılında Türkiye’de 500 milyon dolarlık yerli sermaye yurtdışına çıktı. Sanayicilerimiz, iş adamlarımız Türkiye’deki fabrikalarını Balkan ülkelerine, Avrupa ülkelerine taşıma eğilimi içine girmiş durumda. Böyle bir tablonun içinde yabancı sermaye girişinin artışını beklemek gerçekçi olmaktan maalesef uzaktır. Herkese eşit ve istikrarlı bir ortam yarattığımız anda kalkınma hızımızın artacağına inanıyorum.

Soru: Geldiğimiz noktada alternatif bir çıkış yolu olarak ne öngörüyorsunuz?

İfade ettiğim üzere, borç ve faiz sarmalının giderek karmaşıklaştığı aşikardır. Bu gidişatı değiştirmek zorundayız. Ülkemizin, dış borçlarını daha uygun bir takvime yaymak için uluslararası kurum ve kuruluşlarla yeni bir değerlendirme sürecini başlatmalıyız. Geldiğimiz noktada artık Türkiye’nin iyi niyetli bir katkıya ihtiyacı vardır. Bu kapsamda, Türkiye, kendi ülkesine yatırım yapamayan, kendi insanına istihdam sağlayamayan bir ülke konumundan çıkmak için uluslararası kuruluşlarla yeni bir perspektif çizmelidir. Hepimiz bu konuları yeni bir anlayışla ele almaya başlamalıyız. İlişkilerimizi ona göre kurmalıyız. Yıllardır fedakarlıklar yapan Türk milletinin bu tip bir desteğe, katkıya ihtiyacı vardır.

Kanaatim odur ki; ekonominin büyümesine, kalkınmasına, yatırım yapılmasına, istihdam sağlanmasına, ülkenin refahının artmasına ve sorunlarının çözülmesine ilişkin yaklaşımlar ve uygulamalar içerisinde olursak; ancak bu şekilde kurtuluşa erebiliriz.
Mehmet Vedat Yücesan
Yayın Tarihi : 4 Haziran 2004 Cuma 18:20:25
Güncelleme :4 Haziran 2004 Cuma 18:27:19


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?