6
Mayıs
2024
Pazertesi
KONYA

Yücel'in gözüyle Ereğli

İstanbul’dan uzakta tatilimin bir bölümünü Konya-Ereğli’sinde, İstanbul’un gürültü ve insan kirliğinden uzakta, hemen hemen bütün günümü bir asma çardağının altında geçirdim. Bir yandan köşe yazılarımı ihmal etmeden, bol bol kitap okumaya da çalıştım. Öğrencilik yıllarımda okuduğum Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara, Sodom ve Gomore’sini o günlerden farklı bir görüşle, günümüzle bağlantılar kurarak okudum ve düşündüm. Bu arada o yörenin insanlarıyla da fırsat buldukça sohbet etmeye çalıştım. Temiz havayı solumak gerçekten insanı dinçleştiriyor. Düşünceye daldığım anlarda ise geçmişte yaşananlar ve gelecek, gözlerimin önünde biraz daha şekilleniyor, netleşiyor. Ben çardak altında bunları düşünürken, maddi durumları elveren çoğu insan, aynı anlarda Eğe ve Akdeniz kıyılarında gündüzleri denizde, geceleri müzik kirliği içerisindeki diskolarda dans ediyor, içkilerini yudumluyor. Doğal olarak da! magazin basını onların yanlarında yer almış, kimin eli kimin cebinde olup bitenleri yazmaya çalışıyor. Oysa benim bulunduğum ortam onlardan çok daha farklı… Her iki ortamı aynı anda yaşayabilmek gazetecilik yönünden de oldukça ilginç…

Kısa bir sürede de olsa yaşadığım ortamın insanları, çoğu deniz tatilini, diskoları yalnızca televizyonlarda izlemekle yetiniyor. Buradaki insanlar, hiç sevmediğim bir tabirle yeni aşklara yelken açmayı düşünmüyorlar. Onların asıl sorunu geçimleri, ekmeklerini çıkarabilme telaşı… Çevreme bakıyorum, bazılarının çok az da olsa emekli maaşları var. Bazıları da sezonluk pancar, patates, sebze çapalamaya, elma, kiraz toplamaya gidiyorlar. Aldıkları gündelik ise yalnızca 20 YTL…

Ereğli’nin ortaöğrenim kurumları var. Burada okuyan gençlerle yaptığım sohbetlerden öğreniyorum ki, aşklarını uzak mahallelerdeki sokaklarda el ele yürüyerek yaşıyorlar. İçlerinden biraz daha cesur olanları parklardaki banklarda oturuyorlar. Çoğu kızın gelecekteki hayalleri evlenip çoluk çocuğa karışmak… Bunun için evleneceği gencin işinin gücünün olup olmaması umurlarında bile değil… Evlenince hemen çocuk yapmak zorundalar… Çocuk olmazsa mahalle baskısı altında eziliyorlar; neden çocuğu olmuyor dedikodularını duymak istemiyorlar. İçlerinden bazıları da yüksek öğrenim görmek istiyor. Ne var ki, istemekle de bu iş olmuyor; öncelikle dershane parasını denkleştirecekler, sonrada da şansları nereye kadar onları götürür, bilinmez… Onların önleri açılabilmiş olsa Türkiye, aydın, eğitimli pek çok genci kazanabilir. Gençlere yaşam çıtalarını yükseltmelerini, eğitimlerini tamamlamalarını, hurafelerden uzak durmalarını, ekonomik özgürlüklerini kazanmalarını, bir erkeğe esir olmamalarını, aile ve mahalle baskılarına boyun eğmemelerini öğütlüyorum. Kendilerinden olumlu yanıtlar da alıyorum. Onların yanıtları ise ileriye dönük karamsarlığımı biraz olsun iyimserliğe dönüştürüyor. Bu arada bazılarının aileleri sohbetlerimizi dinliyor, bazıları beni destekliyor, bazıları ise sessiz kalıyor.

Sessiz kalanlar benim için neler düşünür bilemiyorum… Belki de kafa karıştırıcı, düzen bozucu, şeytan diyorlardır. Bilemem…

Gençlerden sonra orta yaş ve üzerindekilerle sohbete dalıyorum. Onlara Atatürk’ü, güç şartlarda kazanılan Milli Mücadele’yi soruyorum. Ne acı ki, çoğunun bu konularda yeterli bilgileri yok… Atatürk ve Milli Mücadele, cumhuriyetin nasıl kazanıldığı, kadın hakları ve devrimler konusunda bilgileri çok az… Osmanlının çöküşünü, Sevr’i ve İngilizlerin elinde bir kukla olmaktan öteye gidemeyen Vahdettin’i sormaya lüzum görmüyorum!...

Bu cehaletin nedenlerini araştırıyorum ve bir kez daha hüsrana uğruyorum. Atatürk’ü bilmek bir yana, O büyük adamı, Tanrının Türklere lütfu olan Atatürk’e bilinçsizce dil uzatanlar bile var…

İşte o zaman acı gerçek ile karşılaşıyorum. Bir ahtapot gibi kollarını her yana uzatan tarikatlar, din simsarları, hurafelerle bu insanların akıllarını karıştırıyor. Bir bakıma onları din adına baskı altına almışlar!.. Yalancı dervişler, şeyhler, hanımanneler bu insanları zehirliyor… Her Cuma günü sokaklarda kadınların koşar adım bir yerlere gittiğini görüyorum. Bunlar yasal veya illegal vakıfların sohbet toplantılarına giden kadınlar… Onlardan öğreniyorum ki, Ereğli ve köylerinde böyle toplantılar yapılıyor ve bir vakıftan gelen yetkili (!) hanım onlara bir şeyler anlatıyormuş… Bu gün ne anlattı diye soracak oldum; aldığım yanıt Meryem Anayı anlattı oldu. Ne anlattı diye sorduğumda öğrendim ki, bütün peygamberler (!) Meryem Ana’ya gider, hayır dua alırlarmış… Oysa onlara Meryem Ana’nın öldürülme korkusuyla Romalılardan kaçtığını, yerinin belli olmadığını, peygamberler ile Meryem Ana arasında yüzlerce yıl olduğunu söyledimse de anlatabilmek ne mümkün…

Bu insanlar nasıl hurafelerden, yalan yanlış bilgilerden kurtulabilir diye düşünüyorum. Gerçekten çok zor… Ahtapot zehrini her geçen gün biraz daha akıtıyor… Oysa cahil bırakılan bu insanlar eğitilmeli, aydınlığın ışığına kavuşturulmalıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan köy enstitüleri, halkevlerinin ne kadar yararlı olduğunu bir kez daha düşünüyorum. Her iki kurumda kapatıldıktan sonra boş kalan meydanlarda cemaatler ve tarikatlar gizlendikleri yerlerden daha da güçlü çıkmışlar…

Kuşkusuz, kandırılmış, bilinçsizleştirilmiş kişilerden oy toplamak bazılarının işine geliyor…

Düşünmeden, körü körüne bilmeden atılan oylar… Çoğu aile mahalle baskısıyla atılan her bir oyun memleket kaderini etkilediğinin bincinde bile değil… Bu arada rastlantı sonucu bazı işçilerle konuşuyorum, onların Demokrat Parti’den bu yana siyaseti nasıl izlediklerini görünce önce hayrete düşüyor, sonrada içerisine düştüğüm karamsarlıktan biraz olsun kurtuluyorum…

Kısa süre kaldığım ilçe, belki de Türkiye’den bir kesiti gözler önüne seriyordu. Bir yanda din tacirlerinin, eğitimsiz insanların beyinlerine huni ile akıttıkları yalan yanlış bilgiler, hurafeler, diğer yanda kazma kürek sallayan, oylarını bilinçli kullanan aydın işçiler…

Ereğli’nin kenar mahallelerinden birinde geçirdiğim ilk gecenin sabahında oradaki üç bakkalda gazete aramış bulamayınca da aldığım yanıt kafama bir balyoz gibi inmişti:

“Beyim burada gazete bulamazsınız, ilçe merkezine gidin. Buradakiler gazete okumaz ki…”


erdemyucel2002@hotmail.com
 

Erdem Yücel - Kenthaber
Yayın Tarihi : 8 Temmuz 2009 Çarşamba 18:00:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
altinsoy IP: 88.65.123.xxx Tarih : 9.07.2009 21:57:29

ben ereglide dogmus buyumus 26 yasina kadar ereglide yasamis biri olarak sizin gözlemlerinizi dogru bulmuyorum.ereglide o kadar aydin insanlar vardirki o kadar okumus insanlar vardirki bunu anlatmak mümkün degildir türkiyenin neresine giderseniz gidin ayni sorunlar vardir siz sadece görmek istediginiz seyleri  gormek istemisinz yorum yapmak icin acikcasi ben cok uzuldum ereglide hakkinda yorum yapmissiniz ama okudukca üzüldüm.dini alet eden insanlar her yerde tek ereglide degil bunu umarim unutmamisizdir.bir iki gece konaklamayla eregliyi tanimak mümkünmüdür acaba.suna kisacasi köyde kaldim deseniz olur ama mahalle demissinz ve gazete bulamadim buna cok güldüm..