Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar. (Ma-un.4)
Namaz dinin direği, İslam’ın vazgeçilmezi ve Allah’ın kesin olarak emrettiği bir farzdır. Ama her şeyde olduğu gibi günümüzde namazda bir gösteriş vesilesi haline getirilmiştir. Namazı basite indirgemek, namaz kılmayı bir marifet olarak göstermek ve kendini çok önemli bir iş yapıyormuş gibi lanse etmek, namazın ruhuna ve insanlığa yakışmayan bir tutumdur.
Şüphesiz kul olarak Allah’ın her emrine koşulsuz boyun eğmek ve sorgusuz ona inanmak mecburiyetindeyiz. İnanç ve vicdan muhasebesini yapan, akli melekeleri yerinde olan herkes bilir ki, Rabbin kesinlikle emrettiği (farz) olan davranışlar, biz kullar için olmazsa olmaz birer yaşam kuralıdır. Rabbimiz bize namazı bir borç olarak vermiş ve ne bir fazla ne bir eksik olmamak kaydıyla bunu bizden istemiştir.
Gençliğini boş emeller uğrunda tüketen ve hayatının son demlerine doğru namaza başlayanlar kendilerini böyle avutarak, gerçekten kendilerini büyük bir yanılgı içine sokmaktadırlar. Sen haramı helal gibi göreceksin, çalıp çırpıp köşeyi döndükten sonra tövbe edip, kazandığın serveti huşu içinde yiyeceksin. Bunu kabul edebilecek bir insan vicdanı olmasa gerek. Namazı dosdoğru kılmak yerine namazı bir yere ulaşma gayesi olarak kullanan, vicdanı, insafı ve diğer insani duyguları olmadan namaz kılarak kendini farklı bir kisveye büründüren, büyük bir yıkım ve kaybedilmiş içindedir. Örnekle açıklamak gerekirse. Bir yönetim kadrosu başında bulunan yönetici, yönettiklerine eşit muamele göstermemekte, kendini tek ve üstün bir varlık olarak görmekte, kibir ve benlik içinde üstten bakarak hükmediyorsa. Parayı araç değil amaç olarak görüp, vicdan, insaf ve haya muhakemesini yapamıyorsa. Bu kişinin kıldığı namazın değeri, o kişinin tutum ve davranışları ile aynı doğrultudadır.
Şeytanın hiçbir zorluk çekmediği bu ahir zamanda, şeytanın asli görevini kullar yüklenmiştir. Bazen şeytan müezzinin yerini almakta ve kendisine tabi olanları camiye çağırmaktadır. Bu farklı bir mana aleminde yaşanmakta ve kalbi pislik içinde olan kulların duyduğu özel bir mesajdır. Allah’ın evini kötü kalpleriyle kirleten, ona kulluk yerine acizlikle mecburiyetten yapılmış, öylesine bir vefa borcu gibi namaz eda edilmektedir. Kalbi temiz, vicdanı insafı, imanı olan ve bir cerre kötülük düşünmeyen fakat namaz kılmayan insanlar ise, altı delik bir sepete doldurulan meyve misali yaşamaktadırlar. İyilik ve diğer manevi güzellikler, ancak namaz ile taçlandırılırsa değerlidir güzeldir. İşte bir tarafta kendini olmazsa olmaz tek güç gören, insanları vicdansız olarak yöneten ama namaz kılan vicdansızlar. Bir tarafta ise kalbi temiz, kötülük nedir bilmeyen kullar. İkisi de eksik, ikisi de tamamlanmayı bekleyen olgulardır. Ama arasındaki büyük fark aklı mantığı olan herkes tarafından net bir şekilde görülebilir. Sonuç olarak: Bir emri yerine getirirken onu emrolduğu üzere yapmalı ona yalan, dolan, riya ve menfaat sokmamalıyız. Bu borcu ya burada rahat bir şekilde eda edeceğiz yada Ahirette Kuranda belirtildiği gibi acılar içinde ve misliyle vereceğiz.
Zamanın birinde, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda yaşayan, bir hanım varmış. Namazını dosdoğru kılar ve ibadetini emredildiği üzere yaparmış. Bir gün çocuklarını toplayarak bir vasiyette bulunmuş. Elini uzatarak dev bir fıçıyı göstererek ‘’ Evlatlarım şu gördüğünüz fıçıyı namaza başladığım ilk gün yaptırdım ve kıldığım her vakit için içerisine bir pirinç tanesi attım. Vasiyetimdir ben ölünce bu fıçıyı kırın ve içindeki pirinçlerle benim, pilavımı yapın’’ demiş. Günler, aylar, yıllar geçmiş ve bu hanım bir gün hakkın rahmetine kavuşmuş. Vasiyeti üzerine çocukları bir araya gelip, pilav yapmak üzere fıçıyı kırmışlar ve fıçının içinden çıkan bir tek pirinç tanesiyle büyük bir şaşkınlığa uğramışlar. Annelerinin koskoca bir ömür boyunca kıldığı namazlardan ve her namazda attığı pirinçlerden sadece bir tanesi o fıçının içinde kalmış. Sonuç olarak anlatılmak istenen şudur; Bir ömür boyunca kılınan namaz şüphesiz Allah’ın emri olan kutsal bir görevdir. Ama bu görevin içine riya karışırsa bu bir borç değil sırta yüklenmiş büyük bir vebal olarak karşımıza çıkabilir. Borcu verirken, borçlu olmamak için, namazın ne anlama geldiğini en iyi şekilde öğrenmekle mükellefiz.
Bülent Yılmaz