18
Mayıs
2024
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT
Belediye Sayfaları

Eminönü ilçesine sahip çıkalım

Eminönü ilçesini ayağa kaldırmak için gerekirse özel kanun çıkartmalıyız. Yapılan abuk sabuk binaları en kısa zamanda buldozerle temizlemek zorundayız. Eğer bu imar hamlesini yapmazsak, torunlarımız bunu bizimle alay ederek yapacak

İstanbul'un merkez ilçesidir. Türkiye'nin ve imparatorluklar İstanbul'unun merkezi bugünkü Eminönü ilçesinin sınırları içerisinde kalır. Byzantion aşağı yukarı Sarayburnu ve Topkapı mıntıkasını kapsardı. Büyük Konstantin'in kurduğu şehir ise bugünkü Eminönü bölgesi yani Sarayburnu, bugünkü Haseki ekseni arasında yer alırdı. Konstantin surlarının bu bölgeden geçtiği anlaşılıyor. İstanbul ancak kuruluşundan bir asır sonra İmparator Theodosyus tarafından bugünkü surlarla genişletilmiştir. Eminönü hiç kuşkusuz dünya başkentinin 1500 yıllık yüksek düzeydeki mimari mirasını yer üstünde ve yeraltında barındırır. Dünyada altıncı asırda inşa edilen Ayasofya'dan daha büyük mabet ve bina yoktu ve on altıncı asırdan itibaren gene bu bölgede dünyaya parmak ısırtan diğer cami ve abideler yapıldı. Yerin üstündeki Osmanlı-Bizans eserleri kadar yerin altı da onlarla doludur. Ortadan kaybolan kaç hamamın, medresenin, kaç mezarlığın ve çeşmenin kalıntıları yerin altındadır. Bildiğimizden çok bilmediğimiz var ve her hoyrat hafriyat ve kazıda bunların birçoğu harap olmaktadır.
Eminönü ilçesi yeni belediye başkanı Nevzat Er tarafından yaptırılan birtakım anket ve sayımlarla durum daha iyi anlaşılıyor. Bir kere bu bölge Türkiye'nin en hızlı fakirleşen ve nüfus kaybeden ilçesidir. 2000 yılında hane sayısı 7 bin 577 iken -ki bu sayımı Devlet İstatistik Enstitüsü yapmıştır- Eminönü Belediyesi'nin 2003 yılında yaptırdığı araştırmalarda hane sayısının 6 bin 400'e, bir yıl sonra 2004'te 6 bin 2'ye düştüğü görülmüştür.

Gerçek anlamda konutlaşmak ve orta sınıfa açılmak gerekiyor
Eminönü nüfusunun çoğunluğu gündüzcüdür. Burada geceleyenler fakirdir. Nitekim 25 bin 68 kişilik gececilerin içinde yüzde 55'i erkek, yüzde 45'i kadındır. Bu bekar nüfusun yaşadığı tipik bir çöküntü havzası havasını vermektedir. 24 yaşın altındaki nüfus yarıdan çoktur. Genel nüfusunun yüzde 20'si okuma yazma bilmeyen Eminönü sakinleri Türkiye cehalet ortalamasının da hayli üstünde bir oran sergilemektedir. Daha korkuncu, bu nüfusun yüzde 33'ünün devamlı bir işi varken yüzde 67'si işsizdir. Ancak, süratle değişen nüfusun kökeni ilk başta Orta Anadolu bölgesiyken, 2004 anketinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu ağırlık kazanmıştır. Çalışan nüfusun yüzde 70'e yakını düşük gelir grubu içindedir. Kazandığının yarısını yiyeceğe, öbür yarısını sefil ve konforsuz konutlara kira olarak vermektedir. Burada İstanbul doğumlular çoğu genç olmak üzere yüzde 7,5 oranındadır. Hülasa bu nüfusun ne yaşadığı hayat, ne refahı ne de eğitimi itibarıyla Eminönü'yü sevmesi, benimsemesi mümkündür. İmparatorluklar devrinde en seçkin nüfusun yaşadığı, daha 20'nci yüzyıl ortasında bile Fuad Köprülü (Akbıyık'ta), Kâzım İsmail Gürkan (bugün ismini taşıyan Yerebatan civarındaki caddede) gibi ünlü profesörlerin yaşadığı Eminönü ilçesi, artık seçkin İstanbulluların ancak nostaljik turlarla ara sıra uğradığı yerdir.
Eminönü ilçesi, bizim Armada Oteli'nin yöneticisi dostumuz Mehmet Tansu'nun kullandığı bir deyimle "Başını yastığa burada koymayan" nüfusun bölgesidir. Satın alınıp sözde restore edilen harabelerin çoğu oteldir. Bu otellerin de kaçta kaçı gerçekten bu sanatı hakkıyla yerine getirir, ne kadarı kısa ömürde ortalama turistten para kazanır tartışılacak konudur. Eminönü eski sahafların bile önemini ve hizmet öncülüğünü kaybettiği ve ancak bazı yayınevlerinin bulunduğu, okulların ise tercih etmediği bir bölgedir. Konut bölgesinin gelişme göstermesini engelleyecek unsurların başında imalat sektörünün burada bulunması gelir. Bu kadar izbe imalathane ve depo ile Eminönü'nün cazip bir bölge olması mümkün değildir. Bizim neslin hayatı içinde İstanbul'un "İstanbulca konuşan halkı" buradan kaçmıştır. Gelenler eğitimsiz bekar işçiler kalabalığı ve onların sığındığı bir alay garip imalathane ve depodur. Şimdi bir butik oteller kalabalığı bunların yerini almak için didiniyor. Bunlar öbürüne tercih edilse de buraya ne nezafet ne de nezaket ve zarafet getirecekleri şüphelidir. Konuta açılmayan Eminönü bölgesi bu haliyle ancak yakın gelecekte suçluluğa açılabilir. Gerçek anlamda konutlaşmanın, orta sınıfa açılmasının birtakım tedbirlerle teşviki ve temini gerekir.

Muhteşem eserler insanlığın dikkatini bu bölgeye çekiyor
Niçin Eminönü diyoruz? Çünkü Eminönü ne halt edersek edelim elan "1500 yıllık başkentim" diye bağırıyor. Beşer tarihinin iftiharı olan bu kadar eser ve cesim olanların yanında küçük ama muhteşem olanları bu bölgeye bütün insanlığın dikkatini çekiyor. Eğer UNESCO'dan, şuradan buradan birtakım adamlara "Sizi dünya mirası listesinden çıkartırız ha!" gibisinden sinir bozucu laflar ettirmek istemiyorsak, aklımızı başımıza toplamalıyız. Bir kere Türkiye müzelerinin yüzde 70 gelirini getiren Ayasofya ve Topkapı gibi devasa miras buradadır. Onların yanıbaşındaki Arkeoloji Müzesi geliri itibarıyla onlarla baş edemese de zenginlik ve önem bakımından Türkiye'nin çağdaş kültürünün ve arkeoloji ilminin yüz akıdır. Bir de Sultanahmet'teki Türk İslam Eserleri Müzesi gibi zenginliği sayalım. Bu müzeler adası ve etraftaki tarihi sarnıçlar Osmanlı su terazileri, Valens gibi Roma su kemerleri, küçük kiliseler, pandantif gibi camiler her biri mücevher gibi olan 100'e yakın türbe, selatin camileri yanında Sokollu ve Rüstem Paşa gibi mutantan veziri azam camileri bu bölgenin hem ulusal iftihar vesilesi hem de uluslararası önemde bir yer olmasına nedendir.
Eminönü nüfusuna dikkat etmek zorundayız. İcabında idaresi için hususi kanun çıkartmak zorundayız. Bütçesini belediye bütçeleri ve gelirleri sistemi içinde düşünmeliyiz. Asayişine ve imar kurallarına istisnai kurumlarla müdahale etmek zorundayız. En başta üniversite olmak üzere devletin ve ardından özel şahısların buraya abuk sabuk binalar yapmasına izin veremeyiz. Yapılan yanlışları en kısa zamanda buldozer marifetiyle temizlemek zorundayız. Bu İstanbul için ikinci bir imar hamlesi demektir ama yapmalıyız. Biz yapamazsak evlatlarımız ve torunlarımız bizlerle alay ederek yapacak. En çok dikkat edilmesi gereken bu bölgede 19'uncu asır devletinin fizik yapılarla somutlaştığını bilmeliyiz ve o eski nezaret binalarını tekrar akıllıca restore edip kullanmayı düşünmeliyiz. Sultanahmet Meydanı'ndaki çirkin adliye binasını -ki maalesef dahi mimarımız Sedad Hakkı bey tarafından yapılmıştır- ve bir gudubet yapı olan büyükşehir belediye binasını hâk ile yeksan yani yerle bir etmenin yollarını düşünmeliyiz. Bazen çirkinliği yıkmak, güzelliğe ve doğruluğa hizmetin en iyi yoludur.

İlber Ortaylı / Milliyet
Yayın Tarihi : 7 Ağustos 2005 Pazar 12:21:03


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?