18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

17 Aralık Kararı: Bardağın dibi delik

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB ile varılan anlaşma ve AB’nin Başkanlar Konseyi’nin Türkiye ile ilgili vermiş olduğu kararları tenkid edenlere, “Siz bardağın hep boş tarafına bakıyorsunuz, halbuki bardak dolu. Dolu tarafına baksanıza” diye kızıyor.

Sayın Başbakan,

AB’nin resmi sitesindeki 27 sayfalık evrakın tümünü ve özellikle 4 ila 8. sayfalar arasında yer alan Türkiye ile ilgili 17, 18,19,20,21,22 ve 23. maddeleri büyük bir dikkatle okudum. Toplam 96 satırdan müteşekkil, 17,18, 19,20, 21,22 ve 23. maddeleri kapsayan bölüm. Bu maddelerin tercümesi de T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde mevcut. Zaten sadece bu bölüm tercüme edilmiş; toplam 27 sayfa olan belgenin diğer kısımları (bazı kısımları bizi çok alakadar etse bile) tercüme edilmemiş. Sizin kullandığınız da bu tercüme.

Bu detayları veriyorum, bana da tutup “yanlış evrak!”, “yanlış tercüme” filan demeyin.

Ve size sesleniyorum:

Bu bardağın dibi delik...

Siz bu bardağı ne kadar dolu göstermeye çalışırsanız çalışın, dibi delik bardak su tutmaz.

Türkiye ile doğrudan ilgili 96 satırın içinde, Türkiye’nin lehine olan sadece 2.5 satır var. İlk 1.5 satır: “3 Aralık’ta 23. paragrafta ortaya konulan prensipler çerçevesinde müzakereye başlanması için Türkiye’ye bir teklif yapılması” , ikinci 1.5 satır da, “Bu müzakerelerin hedefi üyeliktir” satırı.

Hadi diyelim toplam üç satır. Geri kalan 93 satırın içinde Sayın Tayyip Erdoğan bize neyin müspet olduğunu gösterse de memnun olsak ve bardak nasıl doluymuş bir öğrensek.

Şimdi maddelere teker teker bakalım:

17. Maddede, AB Konseyi, Türkiye’nin 2004 sonunda Kopenhag Kriterlerini yerine getirdiği takdirde, diğer ülkelere uygulanan aynı kıstaslarla üye olabilmesi için gecikmeden müzakereleri başlaması gerektiğini kendi kendine hatırlatıyor.

18. Maddede bardağın dibi delinmeye başlıyor: “Bugüne kadar güzel işler yaptınız ama ben hala ikna olmadım, yakından izlemeye devam edeceğim” diyor.

19. madde, Türk Hükümetinin biraz laf canbazlığıyla saklanmaya kalksa da Ankara Protokolünü imzalamayı kabul ettiğini, yani 10 yeni üye ülke ile Gümrük Birliği’ne girmeyi taahhüt ettiğini memnuniyetle not ediyor. Demek ki neymiş? Kıbrıs Rum Kesimini üye ülke olarak kabul ediyormuşuz ve bu protokolü de 3 Ekim’e kadar imzalayacağımızı yazılı olarak taahhüt ediyoruz. Yazılı mı, sözlü mü münakaşaları da boş laf. Madem Beşir Atalay imzayı koydu, Başbakan da tamam dedi, söz sözdür. Bu iş bitti.

20. maddede de, uzun lafın kısası Ermenistan ile iyi komşuluk münasebetlerimizi BM Sözleşmesinde yer alan “anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi ilkesi”ne uygun olarak halledeceğiz, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile sınır anlaşmazlıklarımızı çözümleyeceğiz ve Yunanistan ile Ege meselesini çözmek için Lahey Adalet Divanına gideceğiz.

21. Madde de Avrupa Parlamentosu’nun 15.12.2004 tarihinde kabul edilen raporunu not ettiklerini söylüyor. İki satırlık bu maddenin ne demek olduğunu bir hatırlayalım:

- Türkiye’nin üyeliğinin diğer üyeliklerden farklı olacağına dikkat çekiyorlar,

- AB’nin sindirme kapasitesine göre üyelik olabileceğini belirtiyorlar,

- “Aman, tam üye yapamazsak bile Türkiye’yi elimizden kaçırmayalım” diyorlar,

- Müzakereler askıya alınabilir diyorlar,

- Heybeliada’daki ruhban okulunu açmanız lazım, dini özgürlükleriniz yetersiz diyorlar,

- Parlamento askeri harcamaları kontrol altına alamadı diyorlar,

- İşkence hala bitmedi diyorlar,

- Türkiye’deki Kürt politik partilerinden bahsediyorlar,

- Hacılara (evet, Ermeni hacılarına) Kuzey Anadolu’daki Ermeni Milli anıtkabrinin açılmasını istiyorlar, (ben bu maddede hayretlere düşmüştüm, “Kuzey Anadolu’daki Milli Ermeni anıtkabri neresidir?” diye sormuştum hala cevap bekliyorum.) Tabii Ermeni sınırını hemen açın diyorlar.

- Kıbrıs’ı mutlaka halledeceksiniz diyor,

- Leyla Zana’nın serbest bırakılmasından fevkalade memnun olduğunu belirtiyor,

- Ve, dikkatli okuyalım, TBMM’ye Kürt partilerinin girmesini, Türk Hükümetinin silahı bırakan Kürt kuvvetleri ile anlaşmasını istiyor. Bu cümleleri yanlış okuduğumu zannetmeyin, aynen böyle yazıyor.

- 36. maddesinde Aşağı Mezopotamya’da bulunan Irak ve İran’ın, bizim Şattül-Arap sazlıklarına daha çok su yollamamızı istiyor,

- 2014’den evvel Türkiye’yi bir kuruş para verilemez diyor,

- Ayrıca, uzun geçiş sürelerinin ve “kalıcı” istisnaların son anlaşmada dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Pek tabii, görüşmelerin açık uçlu olacağını belirtmekten de geri kalmıyor.

Bu maddelerin önemli bir kısmının Brüksel Başkanlar Zirvesinde yer alan, bizi alakadar eden 96 satırın içinde bulunduğunu tekrar etmeye herhalde lüzum yok.

22. madde de, nihayet biraz mırın kırın ettikten sonra, Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterlerini, “Müzakereleri açmak için yeterli ölçüde karşıladığına karar verdiğini” söylüyor. Hadi bu iki satırı da müspet satırlar içine koyalım, müspet satırları 3 satırdan, beş satıra çıkaralım. Yine de cümleye dikkatinizi çekerim: “Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterlerini müzakereleri açmak için yeterli ölçüde karşıladığına”.... Acaba, “Kopenhag Siyasi Kriterlerinin tam olarak karşılanması” ile müzakereleri açmak için “yeterli ölçüde karşılanması” arasında ne gibi farklar var? Sorunun cevabını biliyoruz değil mi? AP’nin eski kararlarına bakın, hepsini görürsünüz.

Ve gelelim “müzakerelerin çerçevesi”ni çizen 23. maddeye...

Vay anam vay!...

Hani, Türkiye’ye başka üyelere uygulanan kriterlerden değişik kriterler uygulanmayacaktı. Daha, bu aynı belgenin içinde Bulgaristan’la ilgili, 6,7,8 ve 9. maddeler, Romanya ile ilgili 10, 11,12,13. maddeler, Hırvatistan’la ilgili,14,15,16. maddeler var. Bu ülkelere neredeyse, “hadi hemen gel, buyur otur” diyorlar. Neden aynı şartlar uygulanmıyor?

AB bizimle görüşürken hiçbir ülkeden istemediği şekilde, bu 23. madde kapsamında 31 kısmın ancak arka arkaya müzakere edilebileceğini, kaydi müzakerenin ve müktesebatın kabulünün yeterli olmadığını, ayrıca uygulamaları görmek istediğini, uzun geçiş süreleri konulacağını, daimi korunma tedbirlerinin düşünülebileceğini açıkça söylüyor.

Buradan Tayyip Erdoğan’a, Deniz Baykal’a, “yanlış bilgilendirmeler var, yanlış metin üzerinden tercümeler yapılmıştır” sözünün de doğru olmadığını belirteyim. Tayyip Erdoğan, “Kalıcı kısıtlamalar tek taraflı bir olay değildir, karşılıklı bir olaydır” demiş. Başbakan demagoji yapmış. Başbakanın elindeki, Dışişleri Bakanlığının kendisine verdiği, kalıcı koruma tedbirleri paragrafındaki ikinci cümleyi okuyalım:

“Komisyon bu tedbirleri uygun bir şekilde kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi alanlarda her bir çerçeve için yapacağı önerilere dahil edecektir” diyor. Bize de sevgili Başbakan, önerileri kabul etmezsek masadan kalkıp gitmek düşüyor. Cümle çok açık, tavır çok belli. Komisyon yapacağı önerilere kendi karar verecek, bu kadar...

23. maddeye devam edelim; 2014’den evvel zırnık para yok. Komisyon kendi inisiyatifi veya üye devletlerin üçte birinin talebi üzerine müzakerelerin askıya alınmasını ve ileriki bir dönemde başlayacaksa, hangi şartlarda başlayabileceğini öneriyor.

Evet Sayın Başbakan,

Müspet bulduğunuz başka ne var? Bize de bir anlatsanız da bir öğrensek. Ben tekrar ediyorum, 96 satırın içinde bula bula 3-5 satırı buldum.

Sizin zaten AB’ye girmek gibi bir niyetiniz pek yoktu. İkinci Cumhuriyeti getirecek, Birinci Cumhuriyetin temelini değiştirecek anayasal değişiklikleri yaptıktan sonra zaten BOP’a yelken açacaktınız. Bunun için de, mükazere tarihi almanın getireceği siyasi rantı kullanmayı düşünüyordunuz. Doğrusu ortada, sizin gibi hakikaten şu anda dünyadaki en iyi siyasi pazarlama ve halkla ilişkiler uzmanının bile pazarlamakta zorlanacağı tatsız bir durum var. Ama yine de belki, anayasa değişikliğine ve erken seçime kalkışabilirsiniz; bilemem...

Evet, noktasına virgülüne kadar belgeyi okuyup, detaylı bir analizi size vermeye çalıştım. Bugüne kadar söylediklerim ve yazdıklarım da, bir konu hariç geçerli. O konu da, erken seçim veya anayasa referandumunun 2005’de yapılma ihtimali. Bu ihtimal azaldı. Ben doğrusu, AB’nin daha olumlu bir belge ile tarihi vereceğini tahmin ediyordum; olmadı. AB’nin bazı üye devletlerin başbakanların ağızlarından duyduğumuz gibi, “Aman bir tarih alayım da ne olursa olsun” heyecanında olan Tayyip Erdoğan, Hükümeti ve danışmanları direnmediler, direnemediler. İki senedir AB’yi turlayan Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı ve danışmanları sırtları sıvazlandıkça, “Sen Avrupa’nın en büyük adamısın”, “Sen yılın Avrupalısısın”, dedikçe, uçağının boyu büyüdükçe, bir uçak yetmeyip, ikinci uçak kiralanınca, Berlusconi (Aria ve Astaldi işini halletmek için) yüzüne gülünce, Blair “Avrupa ayağına geldi” dedikçe sahi zannettiler. Halbuki Avrupa ciddiyettir, Chirac’ın, Sarkozy’nin tavrıdır. Avrupa meselesi, bütün dış politika meseleleri gibi sadece şahsi karizmayla, John Wayne yürüyüşü ile, kola girmekle hallolmaz. Evet bunlar faydalı olabilir ama işin yüzde biridir, yüzde ikisidir.

AB de, Türkiye’yi senelerce boyunduruk altında tutacak, sonunda da bir netice vermeyecek bir belgeyi Türkiye’ye kabul ettirdi. Yazık, çok yazık!..

Bayram edenler, “17 Aralık 1300 senesinden beri veya 500 seneden beri Türk Dünyasının veya dünya tarihinin en önemli günüdür” diye yazanlar veya “Türk halkı, ‘batı demokrasininin ayrıcalığına kavuşacak’. Devletin tanımı değişecek. Ankara’nın ağırlığı Brüksel’e kayacak. Sade vatandaş hukukun ne olduğunu görecek. Kanunu, polisi, mahkemeyi Brüksel denetleyecek. Hak-hukuk sorunu ortadan kalkacak Vergi kaçakçılığı- kara para sorun olmaktan çıkacak. İnsanlara, kurumlara ayrıcalıklar sona erecek” diyenler var.

Hepsi belki iyiniyetle söylenmiş ama, neticesiz, hatta boş laflar...

Ben, bundan evvel ki görüş ve teklifimde aynen duruyorum:

Yeni Tanzimat kafasıyla, ancak Frenkler doğruyu bilir, onlar bizden isterlerse yaparsak yaparız demekle hiçbir şey olmaz. Bin senedir de olmadı. Türkiye ancak kendi istediği zaman değişebildi ve ilerleyebildi. 17 Aralık’ta ortaya çıkan belgeden ve bu belgenin bütün şartları yerine getirilse bile 29 Ekim’de Roma’da imzalanmış olan anayasadan hiçbir netice alamayız. Defalarca tekrar ettiğim teklifimi yineliyorum:

AB’ye özel statüyü biz teklif edelim, hemen teklif edelim ve 2005 tarihinden itibaren, senede yüzbin işçiyi aileleri ile birlikte almaları karşılığında bu özel anlaşmayı imzalayalım. Kabul etmezlerse, Gümrük Birliği’ni gözden geçirelim.

Sayın Başbakan,

Bari bu teklifimizi dinleyin de, bardağın dibindeki deliğe bir yama yapıp, bardağı birazcık dolduralım...

Yayın Tarihi : 22 Aralık 2004 Çarşamba 01:28:30


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Erhan ÖZTUNÇ IP: 81.213.226.xxx Tarih : 22.12.2004 03:14:27
Emin bey mama bekleyen vekıl degılsınız sız ıktıdarın sayısına es ses cıkartacak sorumluluk tasıyorsunuz bazen tv lerde sızı dınlerken yuregımıze su serpılıyor konusun allahaskına mılleten saklanan gerceklerı konusun dıyarbakırın koyunde tandır basındakı kadına AB yetkılılerı AB gırılmesınden memnun olup olmadıklarını soruyor BANA sorsunlar bırde baksınlar onlara neler anlatacagım allah askına hangı ulke AB ye gırerken bu kadar mıllı hassasıyetlerını ayaklar altına aldı devlet ve mıllet olma ozellıgını sarstı fılıstıne benzer son hazırlanıyor bu AB senaryosuyla lutfen sesimiz solugumuz olun muhalefet adeta ıktıdarın yaması gıbı hayır duamız sızınle