19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

'Çağdaş Kızıl Elma'...


Bugünlerde Kıbrıs tekrar aktüel hale geldi. Hükümetimiz müthiş (!!!) bir adım attı. Ben, Hükümetin ne yaptığını ve bundan sonra ne yapılması gerektiğini müsaadenizle anlatayım:


- Hükümetin açıkladığı on maddelik program, fasit daireye sıkışmış bir temcit pilavıdır. Muhtemelen Avrupa ile anlaşılmıştır. Straw’un Kuzey Kıbrıs ve sonra Türkiye ziyareti muhtemelen bu konu ile alakalıdır. Aristes kararındaki hezimetten sonra Türkiye, şimdi de Avrupa Birliği’ne zaten söz vermiş olduğu ve bugüne kadar tutmadığı sözleri yerine getirmesi karşılığında karşı deklarasyondan vazgeçerek (tekrar ediyorum: karşı deklarasyondan yani Güney Kıbrıs’ı tanımadığından) limanları, havaalanlarını Güney Kıbrıs’a açacaktır. Konu süratle KKTC’nin tasfiyesine ve Kıbrıs Türkler’inin bir azınlık statüsüne doğru gitmektedir.

- Kıbrıs konusu tamamen bir AB meselesi olmuştur ve Türkiye, AB ile herhangi bir hafif ilişki bile sürdürecekse konu sadece AB kapsamı içinde hallolabilir. Biraz empati yapılırsa, biraz dünya devletlerinin tutumu göze alınırsa, biraz da AB komisyon ve parlamento kararlarına bakılırsa, konunun bir daha BM’ye gelmeyeceği, gelemeyeceği son derece açıktır. Konu BM’ye gitse bile, Rumlar’ın talepleri AB yolu ile elde edeceklerinin asgari olarak eşi olur.

- Kıbrıs meselesi konusunda realist çözüm şudur:



AB’ye ve bütün dünyaya KKTC’nin konfederatif bir devlet olarak hukuken tanınmasını talep etmek, eşzamanlı olarak KKTC’nin konfederasyon kurmaya hazır olduğunu beyan etmek, bu çerçevede AB’de tek temsil esasının teminini kabullenmek ve KKTC’nin AB’ye girmesini, Türkiye’nin girmesini beklemeden ve bu koşula bağlamadan kabullenmek.



Bugün Aristes kararı ile, AB kararları ile, Mehmet Ali Talat ve AKP’nin edilgen tutumuyla bulunduğumuz nokta, Annan Planı’nın referandumundan önceki günlerden ve Annan Planı referandumundan sonraki günlerden çok daha kötüdür. Hiçbir ders alınmamış, koşar adımlarla KKTC tasfiye edilmekte ve KKTC’deki Türk nüfusu Gümülcinelileştirilmektedir.



Şimdi bu tespitlerin ardından Cumhuriyet gazetesinde yer alan iki haberi beraber okuyalım:



Birincisi dünyadan bir haber:

Tayyip Erdoğan: “Bir adım öndeydik, onlar (Rumlar) yerinde saydığı için bu bir adım, on adıma falan ulaştı. Bundan sonraki süreçte de artık onlar düşünecek, biz düşünmeyeceğiz” dedi.



İkinci haber Rumlar “düşünüyor” ve bakın ne yapıyorlar:

“ Ankara’nın BM’ye sunduğu yeni teklifin ardından Avrupa Birliği’ni (AB) ayağa kaldıran Rumlar, Kıbrıs konusunda çözüm noktasının, “Müzakere Çerçeve” ve “Katılım Ortaklığı” belgeleri nedeniyle, “AB” olduğunu iddia ediyor. Rumlar AB’den bu kapsamda bir karar çıkarmayı amaçlıyor. Türkiye, bu iki belgede “Türkiye’nin müzakereler sürecinde Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini normalleştireceği” ifadesini onaylamıştı.

Rumlar AB Komisyonu’na planı kesinlikle reddettiklerini iletirken Birliğin konuya ilişkin olarak bir an önce yeni bir girişim başlatmasını istedi. Rumlar’ın bu teklifi AB Dönem Başkanı Avusturya’ya ilettiği öğrenildi.

Teklifte, AB’nin devreye girerek Türkiye’nin 4 Ekim’de onayladığı “Müzakere Çerçeve Belgesi” ve “Katılım Ortaklığı Belgeleri”nde yer alan öğelerin değişmez olduğunun Ankara’ya iletilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Her iki belgede ise Kıbrıs’ta, AB öncülüğünde ancak AB’nin de desteklediği bir çözüm yolu bulunması öngörülüyor.

Rumlar’ın AB’den, Türkiye’nin teklifinin AB’yi de doğrudan ilgilendirdiği yönünde bir karar çıkarması durumunda müzakerelerin askıya alınabilmesi olasılığı ortaya çıkacak. Rumlar’ın teklifinde şunlar yer alıyor:

- KKTC “Yeşil Hat” ya da Girme ve Mağusa limanlarında kurulacak ortak şirketlerce dış ticaret yapabilecek.

- Maraş açılarak Rum tarafına verilecek.

- Türkiye “Kıbrıs Cumhuriyeti” bandıralı gemi ve uçaklara limanlarını açacak.

- Türk askeri Adadan kademeli olarak tamamen çekilecek.

- Adadaki Türk toplumuna kültürel haklarından bir kısmı verilecek”



Buna bir de Straw’un Ankara’ya verdiği “talimat”ları ekleyelim:

- Türk Hükümeti Ankara Antlaşması ek protokolünü TBMM’ye göndererek, deklarasyonsuz onaylatsın.

- Türkiye, deniz ve hava limanlarını Rumlara açsın.

- Sembolik de olsa biraz Türk askerini Adadan çekip dünya kamuoyunu etkilesin.

- Heybeliada Ruhban Okulunu açsın.

- TCK 301 değiştirilsin.



Şimdi bu haberlerin ve Straw’un talimatlarının ardından çözüm teklifimizi bir kere daha yineleyelim:



“AB’ye ve bütün dünyaya KKTC’nin konfederatif bir devlet olarak hukuken tanınmasını talep etmek, eşzamanlı olarak KKTC’nin konfederasyon kurmaya hazır olduğunu beyan etmek, bu çerçevede AB’de tek temsil esasının teminini kabullenmek ve KKTC’nin AB’ye girmesini, Türkiye’nin girmesini beklemeden ve bu koşula bağlamadan kabullenmek.”



****



Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu geçen hafta Hürriyet’e verdiği bir beyanatta, “Türkiye’nin çağdaş bir ‘Kızıl Elma’ ülküsüne ihtiyacı var” deyince, “Nereden çıktı bu ‘Kızıl Elma’ söylemi?” şeklinde sayısız soruyla karşılaştım.



Erkan Mumcu’nun “Çağdaş bir ‘Kızıl Elma’ ülküsü”nden neyi kastettiğini yine kendi sözlerinden okuyalım:



“Türkiye geçmişin kavgalarını tekrar tekrar üretmekten kurtulmak istiyorsa, bu sorunları çözmenin yolu yüzünü geleceğe çevirmektir, geleceğin fırsat pencerelerini ihmal etmemek, gözden kaçırmamaktır. Korkulara değil, fırsatlara yönelmektir.



Birikmiş problemleri geçmişin biriktirdiği sorunların artık krize dönüştürdüğü sorunlardır ancak bunların da üstesinden gelmenin yolu yüzünü geleceğe çevirmektir. Bunu geçmişe bakarak çözeceğiz, geçmişi tekrar ederek çözeceğiz diyorsanız yanılırsınız. Onun için milletimizin bir ortak gelecek ülküsüne ihtiyacı vardır diyorum. Hepimizin ortaklaştığımız bir gelecek ülküsüne. Bir Kızıl Elma’ya ihtiyacımız var.



Geçmişteki kavramların içi, zaman içinde o kadar bagajla doldurulmuş ve herkes o bagajlar karşısında öylesine bir tutum, kamplaşma tutumu içine girmiş ki kimileri kafalarına göre bir içerik koyuyor. Ben diyorum ki; ortak bir gelecek ülküsü olmayan, ortaklaştığı bir gelecek ideali olmayan bir milletin geleceği de olmayacaktır. Ortak gelecek ülküsü olmayan milletler geçmişte yaşamaya, geçmişi yaşamaya mahkum olurlar. Onun için millet olarak geleceğe taşınabilmenin tek yolu ortaklaştığımız bir gelecek ülküsüne sahip olmaktır. Bunun için siyasetin misyonu, yüzümüzü geleceğe çevirecek bir rehberlik işlevi görmesi, bir öncülük görevi görmesidir. Geçmişin biriktirdiği sorunları, geçmişin kamplaştırdığı sorunlarda taraf olmak, taraflardan birine yaslanmak bizi geçmişe mahkum eder ve bizi biz olmaktan çıkarır. Dolayısıyla geçmişin “Kızıl Elma”sı birileri için “Turancılık” olabilir; ama biz millet olarak bugün kendi geleceğimizi ortaklaştırdığımız bir ülküye sahip olmak zorundayız ve bu ülkü sadece bizim için değil; insanlık için de bir ülkü olmak zorundadır. Bu ülkü hiç şüphesiz daima ve daima hakkın yanında olmak olmalıdır; daima ve daima gücü değil, Hakkı seçmek, gücün yerine hakkı koymak olmalıdır. Bu bizim binlerce yıllık tarihimizin bize miras bıraktığı bir yüksek ahlaki değerdir. İnsanlık için de bir yüksek değer olma vasfını korumaktadır ve insanlığın bugün çok çeşitli global krizlerle korkular içerisinde yaşayan insanlığın bizim ona sunabileceklerimizden yararlanması ve kendine bir ufuk açması mümkündür.



Bir ülkeye sahip olmaktan korkanlar, aciz olanlar kendilerine reva gördükleri kölelik durumunu millete de reva görüyor olabilirler. Bizim milletimize reva gördüğümüz şey asla ve asla kölelik değildir, boyun eğmek değildir, söz dinlemek değildir.”



Görüldüğü gibi içinde hiçbir aşırılık olmayan, geleceğe dönük bir müşterek ülkü arayışı şeklinde nitelendirilecek, ama milli unsurları da kapsayan “Kızıl Elma” diye adlandırılan bir ülkü.



İçinde, milli hassasiyetler olan, geleceğe bakan, tatlı, güzel bir bakış.”


Yayın Tarihi : 30 Ocak 2006 Pazartesi 18:56:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
yunus emre akkoyun IP: 85.96.44.xxx Tarih : 26.02.2006 14:16:32
"çağdaş kızıl elma" adlı eleştiri niteliği taşıyan yazınızı okudum ve hükümetimizin bazı eksikliklerinin giderilmesi yönündeki önerileriniz çok hoşuma gitti. Yabancı devletler ülkemizi bir ağaç olarak görüyor, biraz gücümüz artınca dallarımızı buduyorlar gücümüz yine tükenme seviyesine geldiğinde ise bu ağacı suluyorlar tabiki de menfaatleri için.Sebebi ise bu ağaç biraz büyürse rahatları bozulacak ve dünyaya rahat rahat hükmedemeyecekler. Yani bu adamlar açıkça Türkiye'nin güçlenmesi bizim aleyhimize olur diyor. Türkler tarihte gücünü kanıtlamış bir millet oldukları için bu kökeni yozlaşmış devletler ülkemize saldıramıyor. Şunu asla unutmamalılar ki "BİR TÜRK DÜNYA'YA BEDELSE KİM BİLİR 70 MİLYON TÜRK NEYE BEDELDİR?" Saygılarımla...