Türkiye yine herkesin ulu orta konuştuğu münasebetsiz bir döneme girdi. Genelkurmay Başkanı Türkiyenin Müslüman ülke olmadığını söylüyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin kendini TBMMnin üzerinde görüp başörtüsü konusunda kanunsuz, hukuksuz, antidemokratik yasakçı tavrı devam edeceğini, TBMMnin bile bunu değiştiremeyeceğini söylüyor. Bülent Arınç da, Mustafa Buminin bu sözlerine en ağır, provakatif bir lisanla cevap veriyor:
"Bu Anayasa Mahkemesini ben Meclisin yapabileceği bir anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Bugün AB ülkelerinin hiçbirinde bizdeki Anayasa Mahkemesine benzer bir kurum yok. Tartışmaya açmıyorum.
Bunu değiştirebilir miyiz değiştirebiliriz. Üye sayısını değiştirebilir miyiz, değiştirebiliriz. Görev sahasını değiştirebilir miyiz, değiştirebiliriz. Yüce Divan yetkini Anayasa Mahkemesinden alabilir miyiz, alabiliriz. Her yasanın Anayasa Mahkemesine gitmesini engelleyebilir miyiz?. Engelleyebiliriz. Herşeyi yapabilirim ben Meclisim. Ben yasama organı olarak istediğim yasa değişikliğini yaparım. İstediğim yasağı koyarım, istediğim yasağı kaldırırım. TBMMnin bu yetkisi üzerine kimse perde düşüremez.
Evet, bu sözlerin sahibi TBMM Başkanı Bülent Arınç
Hakikaten bu üslubu anlamakta zorluk çekiyorum. Arınç anlaşılan artık biz diye konuşmayı bırakmış, ben diye konuşmaya başlamış
Arınç, TBMMnin yapabileceği işleri anlatırken sanki özellikle provake etmek istiyormuş gibi ben yaparım, ben ederim lafını kullanıyor.
Muhteva doğru; teorik olarak doğru. Ama, demokrasiyi içine sindiren bir insanın edeceği sözler değil. Anayasada bu kadar köklü değişiklik yapmak 11-12 milyon oy almış bir partinin yapacağı iş değildir. Geniş konsensüs ister.
Genelkurmay Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve TBMM Başkanının sözlerini alt alta koyup bir düşünelim; Bu kamplaşma ve çatışma ruhu kimin işine yarıyor?
****
Geçtiğimiz haftanın gündem başlıklarından biri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın İsrail ziyareti sırasında Soykırım Müzesine girerken kipa takıp takmayacağı idi. Formüller arandı, kimin kipa takıp takmadığı örnekleri verildi. Bu tartışmaların sonunda Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ve beraberindeki bakanlarla birlikte yeni açılan Yad Vaşem Soykırım Müzesini gezdi ama başı açıktı.
Tayyip Erdoğan bu hareketi ile kendi tabanına bir mesaj vermiştir. Kipa takmaması kendi tabanı için olumlu bir puandır ama Musevilere saygısızlık etmiştir. Nasıl ki, Türkiyeye resmi ziyarette bulunan her heyet, Anıtkabirin kurallarına göre ziyareti gerçekleştiriyorsa, bu kurallara uymak Türk Devletine saygı göstergesiyse, Tayyip Erdoğanın da bir dini vasıflar taşıyan bir anıt müzeye girerken aynı duyarlılığı göstermesi gerekiyordu.
Buna rağmen İsrail ziyareti Tayyip Erdoğan için bir başarıdır. Ancak, Musevilerin kipa konusunu nasıl değerlendireceğini merakla bekleyeceğiz
Bu arada ben Azerbaycandayım.
Baküde kaldığım otelde kablodan seyredilen televizyonlardan bir tanesi de İsrail televizyonu İBA. İBAnın açılımı İsrail Yayın Dairesi. İBAda, Erdoğanın İsrail seyahati münasebetiyle yayınlanan bir röportajı izledim. Erdoğan ile röportajı yapan isim Alon Liel.
İsterseniz Alon Lieli biraz yakından tanıyalım:
Liel, İsrail Dışişleri Bakanlığı Eski Müsteşarı.
Lielin Demo-İslam Türkiyenin Değişen Yüzü isimli bir kitabı var. Oldukça tartışılan bu kitapla ilgili, Temmuz 2003de Bilim ve Düşünce Dergisinde Lielin bir söyleşisi yayınlandı. Söyleşide Liel Büyükelçilikteki görevi nedeniyle 1977, 1981-1984 yılları arasında Türkiyede bulunduğunu söylüyor ve kitabının yazımına AKPnin kurulma sürecinde başladığını anlatıyor.
Liel'in, Erdoğana ve AKPye ilginç yaklaşımları var: "Erdoğanizm demokratikleşmiş Kemalizmdir. Yani Kemalizmin güncelleşmiş bir versiyonu olarak görüyorum. İsrailde ders verirken bana Tayyip Erdoğan nedir diye soruyorlar. Bu İslam light diyorum. Bu modern islamdır, ılımlı islamdır.
Türkiyedeki yahudilerin yüzde 90ı İstanbulda yaşıyor. Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı idi, yahudi cemaati lideri Bensiyon Pintonun Erdoğan ile görüştüğünü biliyorum. Erdoğan ile Yahudi Cemaati arasında iyi bir temas vardı. Diğer yandan Türkiye şunu biliyor ki, İsrail ile ilişkiler Türkiyenin ABDnin ilişkieri açısından büyük öneme sahip."
Lielin ayrıca, İslami çevrelerde kritik noktalardaki isimlerden yakın arkadaşları olduğu da kulağımıza gelen iddialar arasında.
Şimdi isterseniz tekrar Aron Lielin Erdoğanla yaptığı röportaja dönelim:
Liel, Tayyip Erdoğanın çok büyük bir fırsat ve örnek olduğunu, başarı kazanırsa diğer İslam ülkelerine fevkalade cesaret verici bir örnek teşkil edeceğini, desteklenmesi gerektiğini söylüyordu. Liele göre Erdoğan Soykırım Müzesinde kippa giymek bir tarafa başı açık girerek İsrail Hükümetini teslim almıştı. Erdoğan, burası bir müze, bana ısrar edemezsiniz demiş ve bugüne kadar kimsenin kolay kolay yapamadığını yapmıştı.
Aron Liel daha da ileri gidiyordu. Tayyip Erdoğan artık kendisini bölgesel bir lider değil, bir dünya lideri olarak görmeye başlamıştı. İsrail ile ikili ilişkileri bakanlarına bırakmış, kendisi bir dünya lideri olarak Suriye, İsrail ve İsrail-Filistin barış süreçlerinde arabulucu rolünü üstlenmişti.
Röportajdan ilginç başlıklar böyle.
Bu seyahatin Tayyip Erdoğan için fevkalade başarılı bir halka ilişkiler ve siyasi pazarlama ziyareti olduğu muhakkak. Bu başarının iç politikadaki yansımalarını zamanla görecegiz..
****
Hafta sonu basında yer alan haberlerden biri de, Zürihte Yusuf Hallaçoğlunun kırmızı bültenle aranması konusu idi.
Bu haberden sonra şahsen Ermeni meselesinin siyaseten halledilemeyeceğini, bundan sonra lobi ve karşılıklı itimat uyandırıcı faaliyetlerin faydalı olmakla beraber kesin sonuç getirmeyeceği ve ancak yardımcı bir faaliyet olarak kalacağı görüşündeyim.
Batı dünyasını tanıyoruz. ABDde ve Avrupada, hatta Rusyada parlamento kararları varken, mahkemeler kararlar almaya başlamışken ve soykırım konusu okul kitaplarına girmişken bu aklı tersine çevirebilmenin tek yolu kabul edilebilir bir mahkemeden uluslar arası geçerliliği olan bir karar çıkartabilmektir. Bu saatten sonra uluslar arası geçerli bir mahkeme kararı olmadan ne okul kitaplarını değiştirebilirsiniz, ne Hallaçoğlu gibi mahkeme kararları ile mücadele edebilirsiniz, ne de parlamentoların kararlarını değiştirebilirsiniz.
Biz, uygun bir şekilde bir mahkeme açtırmak, istinabe yoluyla dünyadaki bütün arşivleri ve görüşleri aldırmak ve mümkünse Ermeniler, Osmanlı ve Kürtlerin karşılıklı insanlık suçu işlediğini, ortada soykırım olmadığını bir karara bağlatmaya çalışmalıyız.
Yayın Tarihi :
3 Mayıs 2005 Salı 13:54:34