18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Ağzı olan konuşuyor... Erdoğan’ın İsrail Ziyareti... Ermeni sorunu mahkemeye taşınmalı..

Türkiye yine herkesin ulu orta konuştuğu münasebetsiz bir döneme girdi. Genelkurmay Başkanı Türkiye’nin Müslüman ülke olmadığını söylüyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin kendini TBMM’nin üzerinde görüp başörtüsü konusunda kanunsuz, hukuksuz, antidemokratik yasakçı tavrı devam edeceğini, TBMM’nin bile bunu değiştiremeyeceğini söylüyor. Bülent Arınç da, Mustafa Bumin’in bu sözlerine en ağır, provakatif bir lisanla cevap veriyor:

"Bu Anayasa Mahkemesi’ni ben Meclis’in yapabileceği bir anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Bugün AB ülkelerinin hiçbirinde bizdeki Anayasa Mahkemesi’ne benzer bir kurum yok. Tartışmaya açmıyorum.”

… “Bunu değiştirebilir miyiz değiştirebiliriz. Üye sayısını değiştirebilir miyiz, değiştirebiliriz. Görev sahasını değiştirebilir miyiz, değiştirebiliriz. Yüce Divan yetkini Anayasa Mahkemesi’nden alabilir miyiz, alabiliriz. Her yasanın Anayasa Mahkemesi’ne gitmesini engelleyebilir miyiz?. Engelleyebiliriz. Herşeyi yapabilirim ben Meclis’im. Ben yasama organı olarak istediğim yasa değişikliğini yaparım. İstediğim yasağı koyarım, istediğim yasağı kaldırırım. TBMM’nin bu yetkisi üzerine kimse perde düşüremez.”

Evet, bu sözlerin sahibi TBMM Başkanı Bülent Arınç…

Hakikaten bu üslubu anlamakta zorluk çekiyorum. Arınç anlaşılan artık “biz” diye konuşmayı bırakmış, “ben” diye konuşmaya başlamış… Arınç, TBMM’nin yapabileceği işleri anlatırken sanki özellikle provake etmek istiyormuş gibi “ben yaparım, ben ederim lafını kullanıyor”.

Muhteva doğru; teorik olarak doğru. Ama, demokrasiyi içine sindiren bir insanın edeceği sözler değil. Anayasada bu kadar köklü değişiklik yapmak 11-12 milyon oy almış bir partinin yapacağı iş değildir. Geniş konsensüs ister.

Genelkurmay Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve TBMM Başkanı’nın sözlerini alt alta koyup bir düşünelim; Bu kamplaşma ve çatışma ruhu kimin işine yarıyor?

****

Geçtiğimiz haftanın gündem başlıklarından biri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail ziyareti sırasında Soykırım Müzesi’ne girerken “kipa” takıp takmayacağı idi. Formüller arandı, kimin “kipa” takıp takmadığı örnekleri verildi. Bu tartışmaların sonunda Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ve beraberindeki bakanlarla birlikte yeni açılan Yad Vaşem Soykırım Müzesi’ni gezdi ama başı açıktı.


Tayyip Erdoğan bu hareketi ile kendi tabanına bir mesaj vermiştir. “Kipa” takmaması kendi tabanı için olumlu bir puandır ama Musevilere saygısızlık etmiştir. Nasıl ki, Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan her heyet, Anıtkabir’in kurallarına göre ziyareti gerçekleştiriyorsa, bu kurallara uymak Türk Devletine saygı göstergesiyse, Tayyip Erdoğan’ın da bir dini vasıflar taşıyan bir anıt müzeye girerken aynı duyarlılığı göstermesi gerekiyordu.

Buna rağmen İsrail ziyareti Tayyip Erdoğan için bir başarıdır. Ancak, Musevilerin “kipa” konusunu nasıl değerlendireceğini merakla bekleyeceğiz…

Bu arada ben Azerbaycan’dayım.

Bakü’de kaldığım otelde kablodan seyredilen televizyonlardan bir tanesi de İsrail televizyonu İBA. İBA’nın açılımı İsrail Yayın Dairesi. İBA’da, Erdoğan’ın İsrail seyahati münasebetiyle yayınlanan bir röportajı izledim. Erdoğan ile röportajı yapan isim Alon Liel.

İsterseniz Alon Liel’i biraz yakından tanıyalım:

Liel, İsrail Dışişleri Bakanlığı Eski Müsteşarı.

Liel’in Demo-İslam Türkiye’nin Değişen Yüzü isimli bir kitabı var. Oldukça tartışılan bu kitapla ilgili, Temmuz 2003’de Bilim ve Düşünce Dergisi’nde Liel’in bir söyleşisi yayınlandı. Söyleşide Liel Büyükelçilik’teki görevi nedeniyle 1977, 1981-1984 yılları arasında Türkiye’de bulunduğunu söylüyor ve kitabının yazımına AKP’nin kurulma sürecinde başladığını anlatıyor.

Liel'in, Erdoğan’a ve AKP’ye ilginç yaklaşımları var: "Erdoğanizm demokratikleşmiş Kemalizmdir. Yani Kemalizmin güncelleşmiş bir versiyonu olarak görüyorum. İsrail’de ders verirken bana Tayyip Erdoğan nedir diye soruyorlar. Bu İslam light diyorum. Bu modern islamdır, ılımlı islamdır.

Türkiye’deki yahudilerin yüzde 90’ı İstanbul’da yaşıyor. Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı idi, yahudi cemaati lideri Bensiyon Pinto’nun Erdoğan ile görüştüğünü biliyorum. Erdoğan ile Yahudi Cemaati arasında iyi bir temas vardı. Diğer yandan Türkiye şunu biliyor ki, İsrail ile ilişkiler Türkiye’nin ABD’nin ilişkieri açısından büyük öneme sahip."

Liel’in ayrıca, İslami çevrelerde kritik noktalardaki isimlerden yakın arkadaşları olduğu da kulağımıza gelen iddialar arasında.

Şimdi isterseniz tekrar Aron Liel’in Erdoğan’la yaptığı röportaja dönelim:

Liel, Tayyip Erdoğan’ın çok büyük bir fırsat ve örnek olduğunu, başarı kazanırsa diğer İslam ülkelerine fevkalade cesaret verici bir örnek teşkil edeceğini, desteklenmesi gerektiğini söylüyordu. Liel’e göre Erdoğan Soykırım Müzesinde “kippa” giymek bir tarafa başı açık girerek İsrail Hükümetini “teslim” almıştı. Erdoğan, “burası bir müze, bana ısrar edemezsiniz” demiş ve bugüne kadar kimsenin kolay kolay yapamadığını yapmıştı.

Aron Liel daha da ileri gidiyordu. Tayyip Erdoğan artık kendisini bölgesel bir lider değil, bir dünya lideri olarak görmeye başlamıştı. İsrail ile ikili ilişkileri bakanlarına bırakmış, kendisi bir dünya lideri olarak Suriye, İsrail ve İsrail-Filistin barış süreçlerinde arabulucu rolünü üstlenmişti.

Röportajdan ilginç başlıklar böyle.

Bu seyahatin Tayyip Erdoğan için fevkalade başarılı bir halka ilişkiler ve siyasi pazarlama ziyareti olduğu muhakkak. Bu başarının iç politikadaki yansımalarını zamanla görecegiz..

****

Hafta sonu basında yer alan haberlerden biri de, Zürih’te Yusuf Hallaçoğlu’nun kırmızı bültenle aranması konusu idi.

Bu haberden sonra şahsen Ermeni meselesinin siyaseten halledilemeyeceğini, bundan sonra lobi ve karşılıklı itimat uyandırıcı faaliyetlerin faydalı olmakla beraber kesin sonuç getirmeyeceği ve ancak yardımcı bir faaliyet olarak kalacağı görüşündeyim.

“Batı” dünyasını tanıyoruz. ABD’de ve Avrupa’da, hatta Rusya’da parlamento kararları varken, mahkemeler kararlar almaya başlamışken ve “soykırım” konusu okul kitaplarına girmişken bu aklı tersine çevirebilmenin tek yolu kabul edilebilir bir mahkemeden uluslar arası geçerliliği olan bir karar çıkartabilmektir. Bu saatten sonra uluslar arası geçerli bir mahkeme kararı olmadan ne okul kitaplarını değiştirebilirsiniz, ne Hallaçoğlu gibi mahkeme kararları ile mücadele edebilirsiniz, ne de parlamentoların kararlarını değiştirebilirsiniz.

Biz, uygun bir şekilde bir mahkeme açtırmak, istinabe yoluyla dünyadaki bütün arşivleri ve görüşleri aldırmak ve mümkünse Ermeniler, Osmanlı ve Kürtler’in karşılıklı insanlık suçu işlediğini, ortada soykırım olmadığını bir karara bağlatmaya çalışmalıyız.


Yayın Tarihi : 3 Mayıs 2005 Salı 13:54:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?