Türkiyenin ABD ile münasebetleri her zaman çok önemliydi ama son 1.5 ayda gelişen konjonktür ile, hem iç, hem dış politika açısından en önemli, hatta tek konu haline geldi.
Bu bağlamda, ben de görüş ve fikirlerini açıkça ortaya koymak istiyorum. Amerikalı dostlarım (pek kalmadı ya), sen fikrini söylemişsin ne olur, söylememişsin ne olur diyebilirler. Kendi açılarından haklı da olurlar ama unutmasınlar ki, 1 Mart tezkeresinde 2-3 kişinin tavrı değişik olsaydı tezkere geçiyordu
Yine de Amerikayı önemseyen, Amerikalıların basit samimiyetini çok takdir eden, tahsilinin bir bölümünü Amerikada yapmış ve dünya tarihini iyi kötü bilen biri olarak görüşlerimi büyük bir samimiyetle ortaya koymak istiyorum.
Geçen asır ABD son derece önemli bir aktördü
Ve, insanlık adına müspet işler yapan iyi bir aktördü. Evet, asrın başında büyük sopa politikası ile Orta ve Güney Amerikaya korku salmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşından itibaren dünya için önemli müspet katkıları oldu. Başkan Wilson Kürt ve Ermeni politikaları yüzünden Türkiyede pek sevilmez ama, Wilsonun dünya çapındaki katkısı müspetti. ABD, Birinci Dünya Savaşının neticelenmesinde önemli bir rol oynadı. Doğrusu, bir çok insan özellikle İngilizler Wilsonu biraz daha çok dinleselerdi de, Versay Anlaşmasını bu kadar katı yapıp Hitlerin önünü açmasalardı diye hayıflanır.
Amerikanın 1929 krizi dünyaya çok ağıra mal oldu. Arkasından İkinci Dünya Savaşı geldi. İkinci Dünya Savaşında Amerika olmasaydı, Nazizm ve Faşizm galip geliyordu. Dünya ne olurdu bir düşünün. Stalinizmi, Komünizmi yenen de ABD oldu.
Bugün, eğer Batı Avrupa bir barış, insan hakları ve demokrasi bölgesi ise, bunu hiç tereddütsüz ABDye borçlu.
Bizim İkinci Dünya Savaşından sonra başlayan ilişkimiz ve maceramız inişli çıkışlı ve oldukça da sakat gelişti. ABD bizi NATOya alarak, Stalinizme karşı bir koruma şemsiyesi verdi. Bu Türkiye için çok önemli bir kazançtı. Buna mukabil MİTin maaşlarını bile verir hale geldi. Türkiyedeki askeri darbeleri destekledi. Ve, özellikle, korkak, ürkek ve edilgen politikacılarla çalışmayı tercih etti.
****
Amerikanın en rahatsızlık verici tavrı, iyi-kötü itibar ettiği muhatapları ile konuşuyormuş gibi davranmaktansa, üstten bakan emir veren tavrı oldu.
Hiçbir zaman empati yapmadı. Karşısındakini anlamaya çalışmadı. Hayır yanılıyorsun, mutlaka anlamaya çalıştık deseler de yapmadılar, yapamadılar. Belki de, bu konuyla görevlendirdikleri kişiler yeterli değildi.
Bugünlere gelelim. Abdurrahman Dilipak, Graham Fuller ile yaptığı bir görüşmeyi nakletmişti. Fuller, Biz Ortadoğuda İslam ile uzlaşmadan olamayız, İslam da biz olmadan iktidara gelemez demiş. Bu konuda ABDnin 20-30 senelik çalışmasının sonuçlarını bugün görüyoruz.
Clinton döneminde fevkalade seyreden münasebetler, Bush döneminde ciddi bir sıkıntıya girdi. Clintonun 16 Kasım 1999 tarihinde TBMMde yaptığı konuşma, hakikaten tarihi bir konuşmaydı. (Keşke Bush da TBMMye gelip konuşsaydı, Ankara ziyareti çok daha anlam kazanırdı. İstanbul Boğazında seçkin beyaz Türklere yaptığı konuşma, derin Türkiye için tam bir hayal kırıklığıydı.) Gerek ABD-Türkiye münasebetleri, gerekse Türkiyenin önümüzdeki 20-30 yılda dünyada oynayabileceği rol üzerine çizdiği vizyon müthişti. Türkiye, hem Clintonu, hem Clinton Amerikasını sevdi, çok sevdi. Clintonun Arafat ve Barakı bir araya getirip, Ortadoğuya neredeyse barış getirecek inisiyatifini gönülden destekledi. Bu anlaşmanın Arafat tarafından bozulduğu günlerde herhalde Türk kamuoyunda İsrailin prestiji, Arafat ve Filistinlilerin üzerindeydi. Muhtemelen Clinton da Türk siyasetçilerinin çoğundan daha fazla seviliyordu.
Derken, Bush dönemi geldi. Bush dönemi ile birlikte 11 Eylül geldi.
Ve, dünya değişti
Bu dünyada Neocon denilen ve dünyayı yepyeni bir şekle sokmaya çalışan, hiçbir şekilde empati yapmayan, tek taraflı davranan ve en önemlisi dünyada sevilmeyen ve inandırıcılığı olmayan bir ekibin zihniyeti Amerikanın politikasına hakim oldu.
Haklı oldukları taraflar yok mu? Var. Ama, müzakereye kapalı tavırları, ya tam bana uyacaksın ya da düşmanımsın şeklindeki davranışları, muhatap olarak karşılarında kendilerine edilgen bir biçimde baş üstüne diyecek yerel siyasetçiler arayışları kendilerine büyük sıkıntı yaratıyor. Hatalarını görmüyorlar, tavırları da umumiyetle küstahça.
Ortadoğuyu, Türkiyeyi ve Türk insanının Anadolunun binlerce senelik derinliğine dayanan sosyal, kültürel, manevi ve politik genetiğini anlamıyorlar. Anlamaya çalıştığını söyleyenler de, hiç de anlayabilecek kapasitede görünmüyor.
Ve, en önemlisi, hiçbir zaman ama hiçbir zaman kendilerinde en ufak bir hata olabileceğini kabul etmiyorlar.
Haaa, haklı oldukları bir taraf var; kendilerine söz verip, sonra da sözünü yerine getirmeyenlere kızmakta son derece haklılar.
****
Yazımın başında Amerika münasebetleri hem iç, hem dış politikadaki en önemli meseledir demiştim.
Amerikalıların bir özelliği var; ne yapacakları önceden söylüyorlar. Başkan Bush, ABD Meclisinde yaptığı konuşmada açık açık Suriye ve İrana saldıracaklarını söyledi. Condoleezza Rice da, Türkiyeyi ziyaretinde 1 Mart tezkeresinin reddedilmesine üzüldük ama sizi yine de IMF meselesinde destekledik diyerek söyleyeceğini söyledi. Rumsfeld, Iraktaki direnişin suçlusunun Türkiye olduğunu deklare etti. Ricenin söylediği bir önemli başka husus Türkiyedeki Anti-Amerikan tavrın Hükümetin tutumu yüzünden olduğunu söylemesi idi.
Birbirinin üzerine eklenen bu hadiselerin sonunda manifesto da Wall Street Journalda birkaç gün evvel yayınlanan makale ile geldi. Müthiş bir makale. Makalede, Erdoğanın ekümenik Ortodoks Patriği yemeğine katılımı yasaklaması, Erdoğanın iki yüzlü olduğunu söylemesi, Hükümetin kadın haklarını tehdit eden gerici-popülist bir hükümet olduğu iddiasının muhtemelen doğru olduğu, Başkan Bushun Tayyip Erdoğanı tanıyan ilk dünya liderlerinden biri olduğu unutulduğu, yıllarca süren askeri yardımların unutulduğu, Bakü-Ceyhan Boru Hattı için verilen çabaların unutulduğu, Ermeni soykırımı tasarılarına karşı ABD yönetiminin verdiği mücadelenin unutulduğu, PKK konusunda verdiği yardımların es geçildiği, Öcalanın ABD tarafından yakalandığının unutulduğu, buna karşılık özellikle Başbakan Erdoğanın göz yumması ile Amerikan ve Yahudi düşmanlığının yükseldiğini yazıyor.
Tam bir manifesto
Üstelik de teşhisler doğru
Bu teşhislerin hepsi doğru da, ABDli dostlarımızı doğru olan bu teşhislerinizi meydana getiren sebepleri düşünmeye davet ediyorum. Bu olanlar sadece Erdoğanın iki yüzlülüğünden, oportünizminden, iktidara gelirken açık destek verdiğiniz AKPnin beceriksizliğinden ve Yahudi düşmanlığından mı oluyor?
Anketlere göre halkın yüzde 85i ABDyi tasvip etmiyor. Bütün bu halk Erdoğanın söyleminden mi etkilendi? Sizin hiç mi kabahatiniz yok? Daha doğrusu kabahat demeyelim de kusurunuz mu yok?
****
Ben de Wall Street Journaldaki makaleyi yazan Robert L. Pollock gibi bir sıralama yapayım:
- Elçilikte siyasi konularda etkili olan Kunstadder adlı kişi, emirler veren, tehditler savuran, bütün Türkiyeyi dolaşıp, herkesle konuşup anladığını zanneden ama hiç empati yapamayan bir kişi.
- Sömürge valisi tavırları dolayısıyla tenkit edilen Pearsondan sonra gelen, akıllı ve başarılı olduğu şüphe götürmeyen Edelman, sadece kendisi gibi düşünenlerle temas kuruyor.
- Türk Halkının hassas olduğu Irak konusundaki işgal için hiçbir makul sebep ortaya konulamadı. Daha doğrusu Türkiyenin yüzde yüz iştirak ettiği dünya çapında terörle mücadele meselesinin Irak ile ilgisi Türk kamuoyu tarafından anlaşılamadı. ABDnin Afganistanı işgaline her türlü desteği veren Türkiye ve Türk kamuoyu, Irak konusunda geri çekildi.
- ABDnin ülke basınını yönlendirme konusunda aktif bir çalışma içine girdiği görüldü.
- Askerimizin başına çuval geçirildi.
- Telaferdeki Türkmen bölgesine girip katliam yaptı.
- Musulda güvenlik bölgesinde Bağdattaki Elçiliğe giden 5 Türk güvenlik görevlisi ABD askerlerinin önünde, hatta yanında öldürüldü.
- Devamlı Türkiyeyi tehdit eden Barzaniye açık destek verildi. Hatta, onun tarafı tutuldu.
- Kendi talepleri üzerine Sünni üçgenine asker yollamak üzere tezkere çıkarttık, arkasından Hoşyar Zebariyi konuşturup Türk Hükümetini ve TBMMyi küçük düşürdüler.
- Pearson, Türkiyenin doğusu Bağdatla aynı ekonomik bölgededir diyerek, bölücülük hassasiyetlerini sonuna kadar kaşıdı. Elçiliğin bazı elemanlarının, bölücü unsurlarla faaliyetleri de biliniyor.
- Patrikhane konusunda Türk halkının hassasiyetlerini hiçe saydılar, hatta not ettik gibi rencide edici tavırlar takındılar.
Pollockun yazını sanki Kunstadder yazmış. Şimdi, oradaki hususlarla benim saydığım hususları karşılaştırsın, sonra da ortada bütün bu hususlar varken, dönsün Erdoğana kamuoyunu nasıl Amerikanın yanına çekebilecek akıl versin.
Tayyip Erdoğanın muhtemelen, mecburen bir erken genel seçime gideceğini, bu seçimde kamuoyunun anti- Amerikan tavrını kullanmak mecburiyetinde kalacağını ve milliyetçilik unsurunu da ön plana çıkaracağını da unutmadan bu tavsiyeleri versin.
Ben evvela bir tecrübemi nakledeyim, sonra da kanaatimi söyleyeyim:
Geçen gün bir televizyon programında, Türk Hükümetinin Irakla alakalı kargo taşımacılığı için İncirlik Havaalanını kullandırmaması yanlıştır ve bir çifte standarttır. Madem Afganistan için kullandırıyoruz, Irak için de kullandırmamız lazım. Zira, Birleşmiş Milletler kararları açısından ikisinin durumu aynı dedim; kıyamet koptu. Sen de Amerikancı mı oldun? İşgali nasıl savunursun? diye telefonlarım kitlendi
Amerikalı dostlarıma üç tavsiyem var; ister dinlerler, ister dinlemezler. Ben, ABDnin kuvvetinin ve özündeki iyi niyetin farkında olarak dostluğa önem veriyorum ve tavsiyelerimi yapıyorum:
1- Lütfen empati yapın ve meydana gelen anti-Amerikan kamuoyunun, Türk Hükümetinin beceriksizliği ve ikiyüzlüğü (tabir benim değil Wall Street Journalın) kadar sizin kendi davranışlarınız ve tavırlarınız yüzünden meydana geldiğini idrak edin.
2- Türkiyeye empati yapabilecek, ukalalık etmeden insanlarla konuşacak, emirler yağdırmayacak ve tehditler savurmayacak elemanlarınızı yollayın.
3- Türkiyede mevcut iktidarın başındakiler gibi bazılarını kullanıyoruz, bunlarla anlaşıyoruz diye destekleyip, arkasından hayal kırıklığına uğrayacağınıza, edilgen olmayan, hizmet ruhundan ziyade, haysiyetli duruş ve işbirliği ruhuna sahip insanlarla çalışmayı tercih edin.
Benden söylemesi
Biz, genel anlamda Ortadoğunun istikrara kavuşmasını, mümkün olduğu azami ölçüde demokrasinin gelmesini, enerji yollarının açık tutulmasını, ekonomik hayatın herkesin menfaatini koruyacak şekilde yürümesini isteriz ve ABD ile de bu konuda işbirliği yaparız, üstelik de, Ortadoğuyu asgari Amerikalılar kadar gibi biliriz. Hele hele burada Elçilikte tanıdığım kişileri dikkate alırsanız, karşılaştırmaya bile değmez. ABDnin kendi politikasını da yürütürken makul ölçülerde mutlaka bize danışmasını, danışacağı insanları da hizmetkarlardan değil, Türkiyenin özünü temsil eden insanlardan olmasını isteriz.