23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Ankara'da bomba şoku... Sayın Demirel doğruları geç söylüyor... Çalık'ın 15 bin dolarlık saati... Bunalımlı günler..

Bugün sabah saatlerinde Ankara’nın gündemine terör damgasını vurdu.



Ankara'da Adalet Bakanlığı önünde, üzerinden önce Muharrem Akyurt adına sahte kimlik çıkan ve daha sonra iki yıldır aranan DHKP-C mensubu Eyüp Beyaz’ın olduğu öğrenilen bir canlı bomba, polisler tarafından vurularak öldürüldü. Emniyetten alınan ilk bilgilere göre saldırganın Adalet Bakanlığı'nı hedeflediği ortaya çıktı.

Emniyet yetkilileri, beline sardığı bombalarla Adalet Bakanlığı'na girmeye çalışan 'canlı bomba'nın burada fünyeyi çektiğini, ancak bombayı patlatamadığını belirtti.

Daha sonra bakanlık binasından çıkarak koşmaya başlayan canlı bomba burada güvenlik güçleri tarafından farkedildi. Polisin 'dur' ihtarına uymayan saldırgan vurularak etkisiz hale getirildi.

Olayın özeti böyle…



Ankara’da güvenliğin en yoğun olduğu bölgede terör esti.



Hükümete sesleniyorum:



Siz hala, defalarca söylememize rağmen, Fehriye Erdal konusunda kıpırdayamıyorsunuz, “pişmanlık yasası” diye teröristleri salıyorsunuz, yeni çıkarttığınız Ceza Kanunu ile mağduru değil sanığı koruyorsunuz, İmralı’daki terörist başının rahat rahat konuşmasına müsaade ediyorsunuz.



Siz hala, defalarca söylememize rağmen Kandil Dağı’na müdahale etmek yerine Amerika’dan medet umuyorsunuz.



Ve en önemli konu, 16.06.2005 tarihinde teklif ettiğim gibi TBMM’den tekrar bir tezkere çıkarıp, TSK’nın Kandil Dağı’na müdahale imkanını sağlamıyorsunuz.



Hükümete tekrar sesleniyorum: ABD’den medet ummanızı değil, harekete geçmenizi bekliyoruz. TBMM kapanmadan gelin bir tezkere çıkaralım, TSK’nın Kandil Dağı’na müdahalesine imkan sağlayalım.



****



1 Temmuz 2005 tarihli Hürriyet Gazetesinde, Nur Batur’un, Süleyman Demirel ile yaptığı bir mülakat yayınlandı.



9. Cumhurbaşkanımız, TMSF’nin, kardeşi Şevket Demirel’in mallarına el konulmasından itibaren çeşitli yayın organlarında kızgınlığını dile getiriyordu. Yine bu doğrultuda Nur Batur’la yaptığı mükakatta da, açtı ağzını yumdu gözünü; TMSF’ye veryansın etti.



Bakın Süleyman Demirel, Nur Batur’a neler söyledi:



“Devleti 20 milyar dolar zarara uğratıldığı iddiasıyla 20 bankaya el koydular. Ben de tüyü bitmemiş yetimin hakkının yedirilmemesinden yanayım. Ama 20 milyar alacağız diye ülke 30 milyar dolar zarara uğratıldı. Cereyan eden hadise ne kadar vahim olursa olsun hukukun temel kurallarından vazgeçilmemelidir. Nedir hukukun temel kuralı? Kişi suçu ispatlanıncaya kadar suçsuzudur. Suç şahsidir. Yakınlığı ne olursa olsun başkası cezalandırılamaz. Ve adil yargı hukukun temelidir. Yeğenimi korumuyorum. 1999’da Egebank’a el konulmasına izin veren kararın altında Cumhurbaşkanı olarak benim imzam var. Kimse korudu, korumadı gibi tartışmalara girmesin. Ben o zamana kadar Egebank tartışmasına karışmadım. Suçlu varsa şeriatın kestiği parmak acımaz.’



“Ben senelerce cebimde Anayasa taşıdım. Ben hukuk ve Anayasa devletinin ve vatandaşın temel haklarının savunucusuyum. Devletin gücünü vatandaşa, sanki bir düşman ülkenin vatandaşı gibi kullanmasına karşıyım.”

“Devlet soyulmuştur. Bunları tahsil ediyoruz. Tamam da, tahsil etme hukuk yoluyla olmalıdır. Meclis’in kanun çıkartması bile yetmez. Çünkü kanunun üstünde Anayasa, Anayasa’nın üstünde de insan vicdanı vardır. Devlet içinde devlet olamaz. Nerede idari makamlar yargı yetkisiyle techiz edilirse orada zulüm olur. TMSF devlet içinde devlet oldu. Artık bu durdurulmalı. TMSF kaldırılmasın ama mutlaka yargıya bağlanmalı.”



Sayın Demirel doğru söylüyor. Ancak doğruları biraz geç söylüyor.



Tarih 17.02.2004. Yazının başlığı “Kıbrıs ve Uzanlar”. Yazının ilgili kısmında bakın neler söylemişim:

“Devlete borcu olan herkesin borcunu, bazı siyasilere ve siyasilerle ilişkiler içinde bulunanları da affa tabii tutmadan devlet mutlaka tahsil etmelidir.

Ancak; Uzan Grubu’nun 219 şirketine el konulması için dayanak teşkil eden “Uzan Kanunu” hem Anayasaya, hem de evrensel hukuk kaidelerine aykırı bir kanundur. Çünkü:

- BDDK ve TMSF’nin 12 Ağustos 2003’te çıkan kanunla zaten zedelenen özerkliği tam manasıyla “sizlere ömür” oldu..

- AB nezdinde uyum ruhuna tamamen aykırı bir kanun yürürlüğe konulmuş oldu.

- Bilirkişilik müessesesi tam olarak “iğfal” edildi. Bilirkişilerin, kamu görüşüne aykırı bir neticeye varmaları yasaklandı. Ayrıca bilirkişilere “resmi kuruluşlarda görev yapacaklar arasından seçilme koşulu” getirildi.

- Hukukun bir ana prensibi tamamen yok kabul edilerek, kamunun iddiası esas alınarak, kamunun iddiasını ispat etmesi yerine, sanığın suçsuzluğunu ispat etme prensibi getirildi.

- Kanun, banka yönetimini ve sahiplerini sorumlu tutarken, olaya göz yuman veya tersine talimat veren siyasetçi ve bürokratları mesuliyet dışında tuttu.

- Bankalar için bu inanılmaz hükümler getirilirken, özel finans kurumları konunun dışında tutuldu.

- Kanunun bazı maddeleri geçmişe yönelik işler hale getirildi.

Herşeye rağmen bu kanun madem yürürlüktedir, buna göre Uzanlar dahil herkese eşit şekilde uygulanmalıdır.

Uzanlar’ın kamuoyunun önemli bir kısmında ve siyasi iktidar nezdinde yarattığı antipati yüzünden hukuksuz uygulamaların makul kabul edilebilir gibi görünmesi, Türkiye’yi bekleyen çok önemli bir tehlikedir.”

Bir örnek daha.

Tarih 03.11.2003. Yazının başlığı Bankalar Kanunu değişikliği tasarısı üzerine.

“- Hortumcu" tahmin edilen (tespit edilen değil, tahmin edilen değil kelimesini özellikle kullanıyorum) kişilerin kendisinden ve yedi ceddinden paralar tahsil edilmeye çalışılacak.

- Banka yöneticilerine, patronlarına teslim olmamaları için yeni mesuliyetler yükleniyor.

- Savcıların yetkileri arttırılıyor, uzman savcı yetiştirilmesi konusunda hüküm getiriliyor.

- Bizim de aylardır dile getirdiğimiz şekilde "hortumcuların" infaz kanunundan yararlanmaları önleniyor ve cezalarını tam olarak yatmaları temin ediliyor.

- BDDK ve TMSF'nin 12 Ağustos 2003'te çıkan kanunla zaten zedelenen özerkliği tam manasıyla "sizlere ömür" oluyor.

- AB nezdinde uyum ruhuna tamamen aykırı bir kanun yürürlüğe konulmuş oluyor.

- Bilirkişilik müessesesi tam olarak "iğfal" ediliyor. Bilirkişilerin, kamu görüşüne aykırı bir neticeye varmaları yasaklanıyor. Ayrıca bilirkişilere, "resmi kuruluşlarda görev yapılacaklar arasından seçilme koşulu" getiriliyor.

- Hukukun bir ana prensibi tamamen yok kabul edilerek, kamunun iddiası esas alınarak, kamunun iddiasını ispat etmesi yerine, sanığın suçsuzluğunu ispat etmesi prensibi getiriliyor.

- Kanun, banka yönetimini ve sahiplerini sorumlu tutarken, olaya göz yuman veya tersine talimat veren siyasetçi ve bürokratları mesuliyet konunun dışında tutuyor.

- Bankalar için bu inanılmaz hükümler getirilirken, özel finans kurumları konunun dışında tutuluyor.

- Kanunun bazı maddelerinin geçmişe yönelik olarak işleyeceği anlaşılıyor.”



Bu konuda son ve güncel bir örnek ise Fatih Altaylı’nın benim hakkımda yazdığı yazı üzerine kendisine verdiğim cevapta var:



“Benim açımdan, Uzan Grubu kamuya olan bütün borçlarını mutlaka ve süratle ödemelidir ama bu borçlar ödenirken, hukuk dışına çıkılmaması ve linç kampanyası yürütülmemesi de önemlidir.”



TMSF’nin uygulamalarını eleştirdiğim daha bir çok yazımı bu sütunu takip edenler çok iyi bilirler. Ayrıca bu konuda sayısız soru önergesi verdim. İlgilenenler için tbmm.org.tr internet adresinde soru önergelerim ve cevapları bulunmaktadır.



Ama şimdi Sayın Demirel’e soruyorum: Ah Süleyman Bey, ah! Bugüne kadar nerelerdeydiniz?... Bunları zamanında sorsanız olmaz mıydı? Bakın bu kanunlarla yalnız Şevket Demirel’in değil, sizin ve Nazmiye Hanım’ın da bütün malına mülkün el koyarlar.



****



Milliyet Gazetesine, “batık patronların korkulu rüyası” TMSF Tahsilat Dairesi Başkanı Fethi Çalık konuşmuş:



“Hannibal'in "Ya bir yol buluruz ya bir yol yaparız" sözünden hareket ediyoruz. Batık banka patronlarını kendi silahları ile vuruyoruz. Çalışma arkadaşlarımın bir çoğu batık bankacıların yanında çalışmış kişiler. O bankalar fona devredilince onlar da kuruma dahil olmuşlar. Onlar daha önce çalıştıkları bankaların işleyişlerini, eski patronlarının açıklarını çok iyi bildiklerinden, işimiz oldukça kolaylaşıyor"



Bir hukuk devletinde, bir kamu görevlisi böyle konuşursa ve o devlet hukuk devleti ise o anda o kamu görevlisi görevinden alınır. Bir kamu görevlisi, hukukun üstünlüğünü bir tarafa bırakıp kendini Kartacalı asker veya uzak batıdaki şerif filan gibi zannederse sonu hayırlı olmaz.



Haaaa, Fethi Çalık’a bu arada hatırlatalım, piyasada yoğun bir şekilde kolundaki 10-15 bin dolarlık saat konuşuluyor.



Bu arada da, güya kamu malına sahip çıkan Ahmet Ertürk’ün, Uzanlar’dan el koyarak aldığı ve kendi arabası gibi kullandığı zırhlı Mercedes’i çalınmış!



Bu haberi okuyunca çok güldüm. Kamu adına el konulan araba çaldırılıyorsa, yapılan tahsilatların geleceğini varın siz düşünün!...



****

Dün, AK Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nin bundan evvel iki kere iptal ettiği, “İçtüzük’te muhalefeti susturma operasyonu” diye bilinen maddeleri görünce “eyvah” dedim. AK Parti giderek 1959-1960’daki Demokrat Parti’ye benzemeye başladı.



Aynı saatlerde Baykal, haklı olarak AK Parti’yi halka şikayet ediyordu:



“Türkiye’nin, devletimizin, Cumhuriyetimizin kazanımlarını tehlikeye atabilecek bu sorumsuz gidiş karşısında halkımızı göreve çağırıyoruz”.



Ankara’nın dikkatli gazetecilerinden Nuray Başaran bugün sütununda bunalımın geldiğini anlatıyordu.



“Türkiye'de bunalımlı bir siyaset atmosferine doğru nazik, sessiz ama kararlı bir gidiş var maalesef... Ve yine maalesef ki, Başbakan Erdoğan'ın Meclis grubunda sektirmeksizin neredeyse hemen her grup konuşmasında vurguladığı 'memleketi o eski karanlık ve bunalımlı ortamlara sürüklemek isteyenler var. Artık bunların devri geçti' şeklindeki manidar çıkışlar ile bu bunalımın gelmesi engellenemez...

Siyasette bunalımın engellenmesinin yolu, onun doğal gelişimine ayak uydurmak, yapılması gerekenleri zamanında yapmak, yapılmaması gerekenlere de sadece dur diyebilmekten değil, ona da çanak tutmamaktan geçer.”



****



Evet, benim bir zamanlama sorunum var. AKP’nin Türkiye’yi perişan edeceğini, halka verdiği sözleri tutmayacağını 22 ay evvel gördüm, partiden istifa ettim. Taaaa, 29.12.2003 tarihinde de AKP’nin Türkiye’yi bir rejim bunalımına götüreceğini görerek, “2004’e rejim bunalımı ile giriyoruz” başlıklı yazımı yazmıştım.



Evet, bir zamanlama sorunum olduğu, konuları erken gördüğüm doğru. Ama keşke herkes zamanında görse de tedbir alınsa.


Yayın Tarihi : 2 Temmuz 2005 Cumartesi 04:14:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?