23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Avucumuzdaki kelebek...

Hafta sonu okuduğum kitaplardan bir tanesi Ahmet Şerif İzgören’in, “Avucunuzdaki Kelebek” isimli kitabıydı. Bir saatten az bir zamanda, neredeyse nefes almadan 120 sayfalık bu kitabı büyük bir keyif içinde okudum.


Bu kitap, İzgören’in diğer eserleri gibi, sadece birkaç saatinizi keyifle geçirmek için okuyacağınız kitaplar değil; Hatırladıkça, anlatılan duyguları kendi hayat tecrübeniz haline getirip yaşadıkça hayattan da keyif alacağınız, tatlı mı tatlı, sıcak mı sıcak kitaplar…

Kitabı okuma keyfini sizlere bırakarak, size kitabın içinden bazı anekdotları nakledeyim:

****

Gerçek bir hikaye midir bilemem, ama keşke gerçek olsa diye düşündüğüm bir hikaye…

Vehbi Koç, oğlu Rahmi Koç’a iki mektup verir; ‘birini ben ölünce aç, ikincisini de beni defnettikten sonra açarsın’ der. Vefat ettiğinde Rahmi Bey ilk mektubu açar. Mektupta, ‘Oğlum, senden tek bir isteğim var; beni çoraplarımla gömsünler’.

İmam tüm ısrarlara rağmen bu talebi kabul etmez. Rahmetli Vehbi Koç ister istemez çorapsız defnedilir. Defin işlemi bittikten sonra Rahmi Koç ikinci mektubu açar: ‘Bak oğlum bir çift çorap bile götüremedim’.

****

“Bundan Üç dört yıl önce USA’da dünya spastikler olimpiyatı düzenleniyor. Yüz metre yarışı; Down Sendromlu koşucular… Yarış başladığında koşuculardan birinin ayağı takılıyor, düşüyor ve acıyla bağırmaya başlıyor. Çok ilginç bir şey oluyor, diğer zihinsel engelli koşucular geriye dönüyorlar ve düşen atleti kaldırıyorlar. Down Sendromlu bir kız, oğlanı öpüyor: ‘Bu onu iyileştirir’ diyor. Kollarına girip teselli ediyorlar ve hep beraber yürüyerek yarış çizgisini geçiyorlar.

Bize, ‘başarı başarı’ diye öğrettikleri şey belki de başarı değildir. Hani şu eğitimler var ya, Amerikalılar’ın tüm üçüncü dünya ülkelerine sattıkları… ‘Birilerini modelle, onun yaptıklarını yap, sen de başarırsın’… Acaba birbirini hırsla geçmeye çalışan bizler mi daha insanız, yoksa düşen arkadaşlarını kaldırmaya çalışan engelliler mi? Belki de o engelliler bizden daha gerçek bir hayatı yaşıyorlar. Biz, çok sahte, tüketime ve birbirini ezmeye dayalı bir hayatı yaşıyoruz. Bize öğrettikleri hayat, baştan sona sahtedir.”

****

“Hayatı size Amerikan filmlerinin öğrettiği gibi yaşarsanız bittiniz. Çünkü tüketmezseniz varolamazsınız ve o kültürde fiziksel özellikler her şeyin önündedir.”

****

“İnsanlar bir gün Tanrı katına çıkmışlar. ‘Sana artık ihtiyaç kalmadı ey Tanrı. Biz insan bile yapabiliyoruz’. ‘Öyle mi, yapın da görelim’ demiş Tanrı.

İnsanlardan biri eğilmiş yerden insan yapmak üzere bir avuç toprak almış. ‘Hoop’ demiş Tanrı, ‘kendi toprağınızdan, kendi toprağınızdan…”

****

“Bir akşam arkadaşlarım bize oturmaya geldiler. Yanlarında Fransız bir kız. Kız, üniversitede ihtisas yapmak için ailesinden destek istemiş kabul etmişler. Yalnız, “mirasından düşeriz” demişler. Kız bunu çok normal görerek anlattı, biz gözlerimizi Singapur maymunları gibi açarak dinledik!

O yüzden bazen söylüyorum; o heriflerin öğretileri, felsefeleri ve kitapları bana pek bir şey anlatmıyor. Kendi değerleriniz üzerinde düşünmeniz ve onları belirlemeniz, benliğinizi fark etmenizi ve hayatınızla ilgili karar vermenizi kolaylaştırır.”

****

“On yaşındaki bir Japon çocuğun en büyük hedefi dünyaca ünlü bir judocu olmak ama beklenmedik bir trafik kazası sol kolunu tam omuz hizasından alıp götürüyor. Ama gene de ailesi oyalansın diye, onu Japonya’nın en ünlü judo hocalarından birinin yanına veriyor. Hoca, çocuğa tek kolla ve sadece sağ kolla yapılabilecek bir hareket gösteriyor.

Çocuk hareketi öğreniyor, senelerce çalışıyor ve hareketi dünyada en iyi yapan oluyor. Başka bir hareketi öğrenmek için hocasına sorduğunda da, ‘sen sadece bu hareketi bileceksin, bu harekete çalışacaksın ve bu hareketi dünyada en iyi yapan olacaksın o sana yeter’…

Hoca, günün birinde öğrenciyi bir turnuvaya yazdırıyor. Oğlan korku içinde. Tek kol, tek hareketle judo turnuvasına nasıl katılacak? Uzun lafın kısası çocuk önüne çıkan dev gibi tecrübeli rakipleri perişan ediyor, turnuvayı kazanıyor. Kucağında kupası evine dönerken dayanamıyor ve hocaya soruyor: ‘Hocam ben bunların hepsini nasıl yendim?’ Hoca gülümsüyor: ‘Evladım senin zaferinin üç sırrı vardı: Birincisi, aklına bir hedef koydun. İkincisi, en zor hareketlerden birini mükemmel öğrendin. Üçüncüsü de senin bu öğrendiğin ve yaptığın harekete karşı bir tek savunma hamlesi vardı, o da; hareketi yapanın, yani senin sol kolunu tutmak”…

****

“Bir gelin kaynanasıyla hiç geçinemiyor. Araları o kadar kötü ki gelin aktara gidip durumu anlatıyor: ‘Onu mutlaka zehirlemeliyim ama bana öyle bir zehir ver ki, kimse fark etmesin’

Yaşlı aktar geline bir toz vermiş. ‘Bunu her gün yemeğine çok az karıştır, fakat aranı çok düzgün tut, gülümse, iyi davran ki kimse senden şüphelenmesin’ demiş.

Kızgın gelin kaynanasının her yemeğine muntazam o beyaz tozdan karıştırıp, bir ay ömrü kalan kaynanasına çok iyi davranmaya başlamış.

Aradan bir ay geçince tekrar aktara gelmiş gelin: ‘Bu zehrin panzehirini istiyorum. Zehirlediğimi anlamasın diye kayınvalideme farklı davranmaya, gülümsemeye ve saygı göstermeye başladım. Bu sefer onun da bana tavrı değişti, çok iyi bir insan oldu. Şimdi benim en iyi dostum. Onun ölmesine müsaade edemem.’

Yaşlı aktar cevap vermiş: ‘Panzehire ihtiyaç yok. Sana verdiğim zehir sadece tuzdu. O bir parça tuz, bugüne kadar kaç insanın arasını düzeltti anlatamam.”

****

“Ayvalık’tayım, 2003 yazı. Kıyıda, bizi dalışa götürecek tekneyi bekliyoruz. Üç genç kız yanımıza kadar geldi. Kızlardan biri topallıyor, ayağının birini hep sürümek zorunda.

Durdular, bize Belediye Plajının olduğu yeri sordular. Biz de gösterdik; bir kilometre ötede bir yer… Kızlardan sağlam olan ikisi: ‘Yaaa hadi geri dönelim, oraya kadar bu sıcakta yürünmez’ diye fısıldandılar. Engelli olan kız, ‘Ne var bunda? Yürürüz’ dedi…

Şaka gibi bir şey! Yürüme engelli olan kız, bizim gözümüzün önünde öbür ikisini ikna etti, bize teşekkür etti ve devam ettiler. Biz gözlerimiz dolu dolu onları seyrettik. Sizce hangisi daha engelli?

Hayatınızın zor anlarında güçtür mücadele ruhu. Ona sahipseniz hiç korkmayın. Mücadele ruhunuz yoksa anlattığım her şeyi unutun, çünkü boştur sizin için.”

****

Şerif İzgören’in kitabı size “avucunuzdaki kelebeği” anlatacak.

“Bir genç kız bilge adamı şaşırtmak istiyor. İki elinin arasına bir kelebek koyacak ve bilge adama, ‘avucumun içinde bir kelebek var, canlı mı ölümü?’ diye soracak. Ölü derse kelebeği salıverecek, canlı derse avucunu bastırıp kelebeği öldürecek, bilge adam her ne derse tersini ispat etmiş olacak. Kız kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatıyor: ‘Avucumun içinde bir kelebek var: Canlı mı, ölümü?’

Bilge adam cevap vermeden önce uzun uzun kızın gözlerinin içine bakıyor ve cevap veriyor: ‘Canlı da olması, ölü de olması senin ellerinde kızım, senin ellerinde’…

Ben de şahsen bir insanın kendi elinde ne olup olmadığını her gün yaşıyorum.

Bağımsız bir milletvekili olarak elimden gelen bütün çabayı gösterdiğim bu süreç içerisinde takdir ve teşekkür kadar, hayret dolu sorularla da karşılaşıyorum: “Ne değişecek ki, ne diye uğraşıyorsun?” Kitaptaki bir paragraf bana sorulan bu soruya verdiğim cevaplara çok keyifli bir yenisini ekledi:

“Orman müthiş bir hızla yanarken küçük bir serçe yolundaki gölden pençeleri arasına su alıp ormanın üzerine bırakıyor ve tekrar göle uçuyormuş. Ormanın yanışını çaresizlikle izleyen hayvanlardan biri gülümseyerek bağırmış: ‘Ne o, ormanı birkaç damla su ile mi söndüreceksin?’ Serçe cevap vermiş: ‘Benim elimden gelen bu’…

Etrafınızda her şeyi para ve başarıya bağlayan bir sistem var. Oysa değerli olan doğru bir amaç uğruna harcanan çabalardır.”

Ben bu yazıyı yazarken Danışmanım, “Emin Bey, ben olaya realist bakıyorum; serçe buhardan ve dumandan yanıp ölmemiş mi?” diye güldü… Oysa, o da benden farklı değil. Hem milleti, hem vatanı yakan, yakabilecek problemler var iken, ben ve ekibim de suyu taşıyoruz. Doğru bir amaç için taşınan su, yarın sel olur.

Hiç de merak etmeyin kendimi bazen serçe, bazen de kartal gibi hissediyorum.

Ama suyu taşımaya devam ediyorum…


Yayın Tarihi : 2 Şubat 2005 Çarşamba 11:56:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
figen can IP: 85.107.78.xxx Tarih : 6.12.2006 10:56:19
biz ahmet şerif izgörenin yapmış olduğu seminri okulda izledik bizi bırak hocalarımız bile etkilendi.kendisinin anlatış tarzından tut,duruşuna,mimiklerine herşeyine kadar mükemmel.ve okadar içten ve zevkli anlatıyorki beyefendiyi saatlerce sıkılmadan dinleyebilirim.ve eğer imkan varsa tanışmak istiyorum.ben 16 yasında bir öğrenciyim.son olarak kendini tebrik ediyorum tabiki eşinide.her basarılı adamın arkasında mutlaka basarılı bir kadın vardır değilmi ama.ona kendisine ulasabileceğimiz msn adresi falan yokmu?hoşçakalın.

halil ibrahim kılıç IP: 88.242.9.xxx Tarih : 1.05.2007 14:13:14
Bence Ahmet Bey'in kitabını kendinize maletmişsiniz. Yaptığınız terbiyesizlik ayrıca burdan insanlara yani sizin için seçmenlere 'ŞİRİN' görünmeye çalışmayın. Sizinde maskeniz düştü...

ayşegül ERDEN IP: 88.229.107.xxx Tarih : 31.05.2008 14:51:22

harika bir kitap herkese tavsiye ederim...


betül aydın IP: 88.240.198.xxx Tarih : 2.12.2008 21:54:13

çok güsell kitap herkese tavsiye ederm kitabın içinde hayat dersi verilebilen birçok hikaya vardır çok teşekkürler...