23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Bilal Erdoğan’a açık mektup…

Sevgili Bilal Kardeşim,

Sana, sen diye hitap etmemi herhalde anlayışla karşılarsın. Sana, sen diye hitap etmem, sana duyduğum samimiyet ve sevgiden; senin de samimiyetine inanmamdan. Bunun da belirli bir sebebi var:



Baban Pınarhisar’da hapisten çıktıktan sonra, o zamanki eşim Nazlı Hanım ile beraber sabah kahvaltısına Üsküdar’daki evinize gelmiş, salondaki aynanın üzerinde de “Mağrur olma” yazısını görmüş, üzerine hem düşünmüş, hem konuşmuş, annenin ve babanın o günkü tatlı ve samimi hallerinden; evlatları olarak da senin tavrını çok takdir etmiştim.



Sevgili Kardeşim,



CHP Grup Başkanvekili Sayın Kemal Anadol’a yazmış olduğun mektup basında bölük pörçük çıktı. Anladığım kadarıyla Türkiye’deki imam-hatip mezunlarının sıkıntılarından bahsetmiş, bu konuda anlayış gösterilmediğinden serzenişte bulunmuşsun. Senin tahsiline, aklına ve samimiyetine inandığım için bu konudaki düşüncelerimi dikkatine getirmek istiyorum:



Senin gibi aileden olan biri, belki konunun baş sorumlusunun baban olduğunu anlar ve kendisine anlatır. Burada özetleyeceğim fikirler haberx.com’da (0512.2003, 11.11.2003, 07.11.2003, 09.11.2003, 11.12.2003, 29.12.2003, 02.01.2004, 14.01.2004, 23.01.2004, 01.03.2004, 02.03.2004, 07.05.2004, 31.05.2004, 07.06.2004, 30.06.2004, 17.11.2004, 26.04.2005) tarihlerinde yazdığım yazılarda geniş olarak işlendi. Sana sadece satırbaşlarıyla özetleyeyim:



- Türkiye’de dincilerle dindarların ayırımı yapılamadığı için herkes maalesef dinci kefesine konuluyor.

- Çünkü, dindar olarak vasıflandıramayacağımız ama dini bütünlüğünden de şüphe etmeye hiç hakkımız olmayan çok geniş bir kitle ürküyor ve korkuyor.

- Bu korkuyu ortadan kaldırmak ve dindarlarla dinciler arasında ayırımın nasıl yapılması gerektiğinin çaresini bulmak ve geniş kitlelere anlatmak dindarların işi ve görevi. Zira ızdırabı onlar çekiyor.

- Bu işi halledebilmenin en önemli çarelerinden bir tanesi samimi ve şeffaf olmak, şüphe yaratmamak. Bu konuda da maalesef en kötü örnek baban. Hareket ve davranışlarıyla özellikle şüphe nasıl yaratılırın örneğini veriyor. Sana son günlerden birkaç örnek vereyim: İçi hıçkırıklarla boğulmasına rağmen başörtüsüne çare bulunamıyormuş, işi zamana bırakmak lazımmış. Zamana bırakıp da ne yapacaksın? Neden zaman içinde halledeceğin konuyu bugün halletmiyorsun. Senin gibi iyi tahsil görmüş bir insan biraz empati yapınca böyle bir söylemin nasıl şüphe uyandırdığını, nasıl rahatsızlıklara sebep olduğunu görür. Sen görürsün ama baban ya görmüyor, ya mahsus yapıyor ya da mahsus görmemezlikten gelip politik olarak bu meseleyi istismar edip kullanıyor.

- İşin çaresi şeffaf ve samimi bir şekilde Anayasadaki laiklik tarifini değiştirmek ve laiklik tarifini şu şekle getirmek:



“Herkes düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, tek başına, herkesin önünde veya özel olarak, din ya da inanç değiştirme özgürlüğünün yanı sıra, ibadette, eğitimde, uygulamada ve törenlerde, dinini veya inancını açıkça ortaya koyma özgürlüğünü içerir.

“Din duyguları devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz ve devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfus sağlama amacıyla her ne surette olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”



Baban, 350 küsur milletvekilinin başındayken eğer hakikaten dini özgürlükleri istiyor ve dincilik de yapmıyorsa bu anayasa değişikliğini gündeme getirir.



Yine geçen günlerden örnek veriyorum: Kaçak Kur’an kurslarına ceza verilmesini kaldıran kanun maddesi görüşülürken tuttu, en akıl almayacak demagojik bir şekilde, “Millet, Kur’an-ı Kerim’i de mi öğrenmesin” deyiverdi.



Durum bu kadar basit. Ama takiyye yapmamak, şeffaf ve kararlı olmak lazım; babanda da maalesef bu yok. Belki sen telkin edersin, anlar ve değişir.



Laiklik, imam-hatip okulları, başörtüsü, din eğitimi, din ve bireysel özgürlükler konusunda haberx.com’un arşivinde bulacağın yazıları yukarıda sıralamıştım.



İmam-hatipler konusundaki demagojiye de değinmek istiyorum. Şimdi Amerika’da, dünyanın en meşhur, girilmesi en zor, ancak dahilerle en akıllıların girebildiği üniversite Harward’ta okuduğuna ve İlahiyat Fakültesi’ne gitmediğine göre, sen imam-hatip lisesine sadece dinini öğrenmek için gitmiş olabilirsin. İmam-hatip lisesine gitme sebebinin İlahiyata gitme ve din görevlisi olma amacı taşımadığı açık ve ortada. Normal liselerde doğru dürüst bir din eğitimi olmadığı da muhakkak. Akif Beki’nin kitabında anlattığı gibi İmam-hatipliler başka tür insan oluyorlar. (Akif Beki’nin babanı da mehdi ilan ettiği kitabını irdelediğim "Ali kıran, Baş kesen misin? Yoksa ‘mehdi’misin?" başlıklı 06.06.2005 tarihli yazımı da okumanı tavsiye ederim) Bu işin çaresini de AK Parti Milletvekili, Milli Eğitim Komisyonu Başkanı, Eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç ortaya koyuyor:



Liselere fevkalade kaliteli, imam-hatip müfredatına yakın ama mecburi olmayan seçmeli, doğru dürüst din dersleri konulması.



İktidarın kendi Milli Eğitim Komisyonu Başkanının bu teklifini iktidar neden dinlemiyor? Nerede samimiyet, nerede iyi niyet?



Kur’an kurslarına da gelince, Milli Eğitimin okulları cumartesi pazarları ve akşamları boş. Neden Kur’an kursları bu binalarda yapılmıyor?



Mesele esasında Cristof Colomb’un yumurtası kadar basit. Basit ama bu konuları halletmek için takiyye yapmamak, samimi olmak lazım. Onun için senin görgüne ve aklına güveniyorum ve bu konuları babana ve tanıdığın diğer AKP’lilere anlatabilmen için iletiyorum.



Samimiyetle söyleyeyim Türkiye’nin sizin gibi iyi yetişmiş, görgülü, cesaretli ve dürüst gençlere ihtiyacı var.



Cevabını bekliyorum…. Cevabını aynı sütunlarda yayınlayacağım.

Gözlerinden öper, başarılar dilerim.



Selam ve sevgilerimle.



*****

İster istemez bugünlerde Demirel’in yarattığı başörtüsü polemiğine de değinmeden edemeyeceğim. Eski Cumhurbaşkanımız Çankaya’da, yani Cumhurbaşkanlığında türban olup olmayacağı konusunda, "Ya bu kıyafete razı ol ya da kıyafete kural getir. Sonuçta böyle olacak. Ya razı olunacak ya kural konulacak" demiş.



Doğru söylemiş.



Doğru söylemiş de, bu Demirel’in "bugün"kü doğrusu; ya Demirel dün ne yapıyordu? Merve Kavakçı Meclis’e girdiğinde "provakatör, hain" demiyor muydu? TBMM Genel Kurulu’na başörtülü bir hanımın girmesini engelleyecek hiçbir kural var mıydı? Biz de o günlerde, "Ya kural koyun, ya razı olun" diyorduk. Diyorduk da dinleyen yoktu.



Şimdi, dünya siyasi literatürüne "Dün dündür, bugün de bugündür" vecizesini hediye eden, dolayısıyla gününe göre prensip koyan, daha doğrusu prensipsiz hareket eden Süleyman Demirel bugün dün yaptığının tam tersini savunuyor.



Sayın Eski Cumhurbaşkanımızın yapacağı en iyi şey Allah aşkına bundan sonra susmak. Hiç olmazsa kendisini gününe göre değişen prensipleriyle değil, 1960’lardaki ilk Başbakanlığındaki kalkınmacılığı, halka kucaklaşması ile hatırlayalım.


Yayın Tarihi : 15 Haziran 2005 Çarşamba 00:18:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?