19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Cemil Çiçek ve Burhan Kuzu'ya açık çağrı...



Sayın Cemil Çiçek ve Sayın Burhan Kuzu’ya mesajlarımızı iletmeden önce Başbakan’ın ve ona bağlı olarak Hükümetin Türkiye açısından yarattığı en büyük sıkıntıya değinmek istiyorum.

****

İstanbul Sanayi Odası’nda konuşan Başbakan Erdoğan, TÜPRAŞ özelleştirmesinin mahkeme tarafından iptal edilmesi karşısında şunları söylemiş:

"Felsefe olarak bürokratik oligarşi adeta siyasetle veya siyasetin yönetim anlayışı ile çok ciddi bir savaş vermektedir ve bu savaş halen devam etmektedir. Konulan bir direnç vardır ortada. Bir çok şeyleri aşalım derken o direnç ne yazık ki bizim özel sektörümüzdeki o yapıyı da devamlı dumura uğratmakta ve adeta işleri içinden çıkılamaz hale getirmektedir. Kaptan olarak görevimizi yapıyoruz da, turnikedekileri filan şöyle bir halledelim. İşte o bürokratik oligarşidir. Hukuk veya yargı, iki kere iki dört anlayışıyla yürümüyor, yürüyemez. Ama görüldüğü gibi bakıyorsunuz ki, bir sistemin içerisinde bir bölüm bir işe şöyle derken, bir başka bölüm de böyle diyor. Yani, şöyle ile böylenin mücadelesi var."

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hedef aldığı, "şöyle böyle" yargı; TÜPRAŞ ihalesini iptal eden mahkeme kararı. Peki mahkeme bu kararı neden almış? Mahkemenin bence bir hukuk dersi niteliği olan kararında ihaleyi yapan idarenin şartnameye aykırı olarak şartlı teklif kabul ettiği, açık arttırmaya gitmediği, idareye kanunla tanınmış olan yetkilerin mutlak olmayıp kamu menfaatini gözetecek şekilde kullanılması gerektiğini fevkalade güzel bir şekilde anlatmış. Başbakan bu kararı okudu mu? Böyle ve bence çok doğru bir kararı veren mahkemeyi bu şekilde suçlamak bir Başbakana yakışır mı? Başbakan "kaptan" da, yargı "turnike memuru" mu? Ne demek hukukta iki kere iki dört etmez, etmemeli. Bu ne biçim hukuk anlayışı?

Başbakandaki bu yanlış, eksik hukuk anlayışı ve yargıya olan saygısızlığı Türkiye’nin en önemli meselelerinin başındadır. Sizin Başbakan olarak evvela, yargıya laf söylemeden evvel, devletin yükünü çeken büroksiyi suçlamadan evvel, Özelleştirme İdaresi Başkanlığına getirdiğiniz kişilere ihale yapmasını öğretmeniz ve Özelleştirme Yüksek Kurulu Başkanı olarak da hukuka uygunluğu temin etmeniz gerekir. Değil mi Sayın Başbakan?

Sayın Başbakan, Türk Telekom’un 20 milyar dolarlar civarında para ettiği dönemi kastederek Telekom’un satışına mani olan (!) Mümtaz Soysal’ı da suçlamış. Peki kim Mümtaz Soysal? Türkiye kadısı veya tek yetkili padişah mı? Hayır, Mümtaz Soysal bir hukukçu, bir profesör. Özelleştirmelerin hukuki altyapısının tam olarak teşekkül etmemiş olması konusunu ve idarenin hatalarını mahkemeye götürdü o kadar. Bir işin hukuki altyapısını hazırlamazsanız, idare de hukuka ve kanunlara uygun hareket etmezse o iş yürümez. "Kaptan" Recep Tayyip Erdoğan gibi çok usta bir "kaptan" olsa da yürümez. Hukuk duvarına toslar. Bu duvarın adı "bürokratik oligarşi" filan değildir; bu duvarın adı, hukuk’tur.

Para peşinde koşan Tayyip Erdoğan’a bir hatırlatmamız var. Tüpraş, Tekel, Petkim ihalelerini neticelendiremediniz, bari, televizyonların frekans ihalesini neden yapmıyorsunuz? Bakın sizi buradan ikaz ediyorum: Nasıl teknolojik gelişmeler ve piyasa şartları Telekom’un fiyatını düşürdüyse, geçen zaman ve analogdan dijitale geçiş de, frekansların kıymetini düşürüyor. Siz bu ihaleyi yapmazsanız, sizin bugün Mümtaz Soysal’a söylediklerinizi, yarın birileri sizin için söyleyecek...

****

Sayın Cemil Çiçek’in bir çok icraatını hiç beğenmiyorum. Somut konulardaki tenkitlerimi de bir çok yazımda dile getirdim. Ancak Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, basında okuduğumuz kadarıyla, kamuoyunun önüne bu sefer olumlu bir teklifle çıktı. Sayın Cemil Çiçek, “Eylül ayında Meclisi toplantıya çağıralım. Anayasada dokunulmazlıkla ilgili değişiklikleri yapalım” teklifini getiriyor.

Evet, yapalım. Yapmakla kalmayalım, bu teklifi daha da geliştirelim. Sayın Cemil Çiçek’e ve Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu’ya açık bir çağrım var:

Türkiye’nin önünde anayasal konular konuşulunca düzeltilmesi gereken bir çok konu olmakla beraber, iki konu çok büyük öncelik taşıyor. Bunlardan birincisi anayasada doğru dürüst bir laiklik tarifinin olmaması, ikincisi de dokunulmazlık konusu.

Laikliğin tarifinin anayasanın giriş bölümü ile 24. maddedeki şekli fevkalade eksik ve yoruma açık. Dolayısıyla, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere bazı kurum, kurul ve şahıslar, anayasadaki tarifin eksikliğini kendi yorumları ile dolduruyorlar. Bu da çok büyük sıkıntılara yol açıyor. Anayasaya üzerinde mutabakat sağlanacak ciddi, mümkün olduğu kadar kamil ve hem devleti, hem milleti tatmin edecek bir tarif koymak mecburiyetindeyiz. Bu tarif ne Sezer’in ve ne Anayasa Mahkemesinin görüşüne göre dini sadece, “eve ve kişinin içine” hapsetmeli, ne de dinin devlete hakim olmasını temin etmeli. Recep Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasında, verdiği laiklik benzeri bir tarifi: "Mustafa Kemal Atatürk’ün bize bıraktığı bir unsur da laikliktir. Laiklik yaygın tanımlamada din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak görülmektedir. Bu doğru ama eksik bir tanımlamadır. Laiklik bu tanımlamanın ötesinde boyutlar içeren daha şümullu bir kavramdır. Laikliğin bir boyutu din ve vicdan hürriyetidir. Bu hürriyet, modern insan hakları kavramının da asli unsurlarından biridir. Laikliğin ikinci boyutu ise devletin, siyasi otoritenin; toplumsal alandaki bütün inanç ve kimliklere eşit yakınlıkta durması (devletin dini ve ideolojik çeşitliliği tanıması, herhangi dini veya mezhebi kayırmaması) inancından ve kimliğinden dolayı milletin hiçbir ferdinin toplumsal ve hukuksal bakımdan ayrımcılığa tabii tutulmamasıdır” tamamlayarak, mevcut Anayasanın, Anayasa Mahkemesi’nin ve Sayın Sezer’in üzerinde durduğu bazı görüşleri (“Dinin siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen bir ilke olmasını”, “Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeni kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı ilkesini ortaya koymalı”) ekleyerek, ancak dini kesinlikle evin ve kişinin içine hapsetmeyecek bir tarifi bulabilmeli ve bunu Anayasaya koymalıyız.

İkinci husus dokunulmazlıklarla ilgili. 22. Dönem başlayalı 18 aydan fazla oldu. Hükümet bu konuda hiçbir adım atmadı. “Milletvekilleri dokunulmazlıklarına dokunalım ama aynı zamanda yargı ve askeri bürokrasi olmak üzere o konulardaki dokunulmazlıklara da aynı anda dokunalım” dedi durdu; ama hiçbir şey yapmadı. Meclis’te bekleyen dokunulmazlık dosyalarına da bazı milletvekillerinin taleplerine rağmen dokunmadı.

Şimdi Sayın Cemil Çiçek ve Sayın Burhan Kuzu’ya sesleniyorum ve cevaplarını bekliyorum:

Eylül ayını beklemeyin, hazırlık yapmak için yeterli zaman olduğuna göre, konuyu bir anayasa paketi olarak temmuz ayının başında TBMM’ye getirin. Bu pakete sadece dokunulmazlıklarla beraber, laiklik tarifini koyun. Konuyu lütfen Sayın Sezer’in döneminin kısaltılması vs. gibi konularla dağıtmayın.

Bu iki konuya sadece hukuk devletinin üstünlüğünü ve demokrasiyi kuvvetlendirecek başka hususlar varsa onları ilave edin.

Ve, tekrar ediyorum hiç beklemeden bu paketi temmuz ayında getirin.

Yukarıda bahsettiğim çerçevedeki bir laiklik tarifi ve dokunulmazlıkların sınırlandırılması hususunda getireceğiniz teklife müspet oy vereceğimi şimdiden burada taahhüt ediyorum.

Yayın Tarihi : 8 Haziran 2004 Salı 18:37:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?