19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Ekümeniklik sorusuna cevap Lozan Tutanaklarında...

Patriğin ve Patrikhanenin “ekümenik” sıfatıyla ABD tarafından tanınması üzerine dün bir basın açıklaması yapmıştım (aşağıda tekrarlıyorum). Konunun dünkü gelişmesi entresan oldu. ABD ve Patrikhane “ekümeniklik” üzerinde ısrarlılar. Bizim basınımızda da “ekümeniklik” fikrine oldukça sıcak yaklaşımlar gösterenler var. Size aşağıda üç tane örnek vereyim. İlk yazı Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi Yazarı Cengiz Çandar’ın, 03.12.2004 tarihli yazısı:
“…. Türkiye’de devlet yetkililerinin ve "derin devlet söylemi"nin ikide bir Lozan’dan dem vurmalarına alışıldı. Ama, galiba Lozan’ı açıp okuyan bir kişi bulmak çok zor. Lozan’da Patrik’in "ekumenik" sıfatına sahip olup olmadığına dair tek bir kelime bulamazsınız. Çünkü, Lozan’da Patrik kelimesi bile geçmez. O konu, Patrikhane konusu, Lozan’da bulunmaz. Herhangi bir devlet yetkilisi çıksın, Lozan’ın filanca maddesinde şöyle yazıyor diye Patrik ve Patrikhane’ye ilişkin bir tek cümle, bir tek kelime göstersin. Gösteremez. Çünkü yok. Bu durumda, Başbakan’ın Lozan referansına dayanmasının da hükmü yok. Kimilerinin, Lozan’dan dem vurarak, Patrik’in "Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı herhangi bir din adamı" olduğu iddiasının da hiçbir hukuki mesnedi de yok. Safsata.

…. Patrik Bartholomeos, "ekumenik" sıfatını taşıdığı için, Türkiye’nin dış politikasında "paha biçilmez bir aktif değer"e sahiptir. Şimdi böyle bir muamelenin odağı haline getirilmesi, Türkiye’ye dış politikasının en zorlu kulvarlara gireceği bir dönemde, hem AB ve hem de ABD nezdinde sıkıntılar yaratacak.”

****

İkinci yazının tarihi yine 03 Aralık 2004. Yazı Radikal Gazetesinin “Yorum” sayfasında yer almış. Yazarı Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Adnan Ekşigil.

“Türkiye’nin Patrikhane ile ekümeniklik konusunda süregelen sorunu, tüm idari, hukuki, siyasi ve ideolojik mülahazaların ötesinde, kısaca şudur: Kendisine uzun geçmişinden miras kalan bir sıfatı sahiplenerek, Patrikhane ’Ben ekümenikim’ demekte, Türkiye ise bu sıfatın Patrikhane’nin kendi cemaati içinde ve o da ancak sınırlı bir şekilde geçerli olduğu ve başka kimseyi bağlamadığı gerçeğini inatla gözardı ederek, ’Hayır sen ekümenik değilsin’ diye diretmekte, ama bununla da yetinmeyip, Patrikhane’nin sıfatını kabul edenlerle de cebelleşmektedir. Türkiye’nin konumundaki iğretilik, sağduyunun şu en basit kuralına karşı direnmekten kaynaklanmakta: Herkes istediği adı almakta serbesttir; kimse, bir başkasını başka bir ad taşımaya zorlayamaz.”

****

Yapacağımız son alıntı Nazlı Ilıcak’ın yazısından. Yazının tarihi 03.12.2004, gazete Tercüman.

“Yol boyu, Fener Rum Patriği’nin "Ekümenik" sıfatını da konuştuk. Doğrusu pek çoğumuz -ki aramızda çeşitli fikirlerde insanlar var- hükûmetin tavrını pek anlayamadık. Konu hakkında Prof. Bekir Karlığa ve Prof. Niyazi Öktem geniş malûmat sahibi. Bunun bir tarihî süreç olduğunu ve Türkiye yetkililerinin kararıyla değiştirilemeyeceğini anlattılar.

Meselenin kökü taa Roma İmparatorluğu’na kadar dayanıyor. Konstantin, Hıristiyanlığı devlet dini olarak benimseyince, Konstantiniye’ye (İstanbul’a) bir patrik atıyor. Konstantiniye patriğini başka atamalar da takip ediyor. İskenderiye, Kudüs, Roma ve Antakya’ya da patrik atanıyor ama, en üstünü, yani eşitler arasında daha üstün olanı Konstantiniye patriği. Bu üstünlük, Konstantiniye patriğinin aynı zamanda imparatorluğun merkezinde fetva müessesesi olmasından kaynaklanıyor. Daha sonraları Konstantiniye patriğine karşı üstünlük iddia edenler çıkıyor. Özellikle Charlemagne zamanında, Roma patriği, önem kazanıyor. Çünkü Charlemange’nin dünyavî iktidarının kaynağı Tanrı. Patrik de Tanrı’yı temsil ediyor. “

****

İnanın hemen herkes hem biraz kulaktan dolma bilgilerle, hem de işi çekmek istediği tarafa göre yazılarını yazıyor…

Ben size, belgelerle durumun ne olduğunu anlatayım:

Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu ve teokratik yapılı bir devlet olmasının sonucu Fener Rum Ortodoks Patrikhanesine Osmanlı Millet Sistemi çerçevesinde bazı hak ve yetkiler verilmiş, ayrıcalık ve bağımsızlık tanınmış idi. 1862 yılında çıkartılan Nizamname ile Patrikhaneye tanınan dini, siyasi ve idari yargı alanındaki haklar bir araya toplanmıştır.

Lozan Konferansı sırasında Patrikhanenin siyasi ve idari yetkilerinin kaldırılması sonucu anılan Nizamnamede öngörülen dini ve ruhani hükümlerin bugün için de devam etmekte olduğu kabul edilebilir.

Lozan Antlaşması’nın metninde Patrik ve Patrikhaneye ilişkin hiçbir düzenleme yoktur. Lozan Antlaşması’nda bu konuda herhangi bir düzenleme olmadığı gibi, bu sözcükler anlaşma metni içinde de yer almamıştır.

Ancak, Lozan Antlaşması’nın müzakeresi sırasında, Patrikhane konusunun gündeme geldiği 1. Komisyonun 20. Oturumunda İngiltere Başdelegesi Lord Curzon’un tüm müzakereci taraflar adına, Patrikhanenin yalnız dinsel alanda etkinlik göstermek koşuluyla İstanbul’da kalmasını önermesi üzerine, Türkiye Başdelegesi İsmet Paşa, Patrikhanenin Türkiye’den çıkarılmasına ilişkin önerisinden sarfı nazar etmiştir. Yunanistan Başdelegesi Veniselos da, aynı oturumdaki beyanında Türkiye’nin teokrasiyi lağvetme arzusunda olduğunu, böyle bir arzunun bulunmaması halinde bile, Yunan Hükümetinin Patrikhanenin kiliseye yönelik ve ruhani yetkileri dışındaki diğer yetkilerinden tecridini kabul etmek iradesinde olduğunu belirtmiştir.

Şimdi sizlerle beraber sıkılmadan tutanakları okuyalım:

Yapı Kredi Yayınlarından çıkan, “Lozan Barış Konferansı Tutanakları- Belgeleri”nin birinci takım, birinci cildinin, birinci kitabına bakalım. 325. sayfadan itibaren Patriklik sorunu ele alınıyor. Giriş şu şekildedir:

“Patriklik sorunu:

İstanbul Rum Patrikliği bir kaç yüzyıldır bu şehirde yerleşmiş bulunmaktadır. Patriğe ilk kez bir takım ayrıcalıklar verenin Fatih Sultan Mehmet olduğunu, bir kaç hafta önce, İsmet Paşa Konferans’da hatırlatmıştır. O vakitten bu yana, bu ayrıcalıklar, birbiri ardından gelen Sultanlarca onanmış ve arttırılmıştır. Üstelik, bu dönemde şöyle bir uygulama da gelişmiştir: Patrik, Rum Ortodoks Kilisesi’nin başı olduğu halde, her zaman Türk Hükümetine bağlı bir memur olarak kalmış ve atanışı Türk Hükümetince onanmıştır. Son beşyüz yıl boyunca Patrik, dünyada en çok saygı duyulan ruhani kişilerden biri olmuştur.

Bu toplantıda ve basında, Konferans başlayalı beri söylenen sözlere bakınız. Amerika Temsilci Heyeti Başkanı, Patriğin İstanbul’da kalmasını büyük bir ısrarla isteyen görüşünü açıklamış ve Amerika Birleşik Devletleri’nin, uzaklığına rağmen bu soruna ne kadar çok önem verdiğini belirtmiştir. Lozan’a geldiğinden beri, Lord Curzon’a dünyanın her yanından mektuplar ve telgraflar yağmaktadır.

Lord Curzon, şimdiye kadar Patrikliğin ruhani ve kilise işlerine ilişkin yetkilerinden söz etmiş bulunmaktadır. Patrikliğin Lord Curzon’un bir ara değindiği iradeler uyarınca, kamu işleriyle yönetim alanlarında bir takım başka yetki ve görevleri de olmuştur. Türk Temsilci Heyeti, Patriğin siyasal bir kışkırtma merkezi olduğunu bile iddia etmiştir. Bu iddialar doğruysa, Patrikliğin siyasal ayrılacalıklarını şüphesiz değiştirmek, kısıtlamak ya da bunlara son vermek için, bunlar yeterli bir neden sayılabilir. Böyle bir teklif- Patriğin yetkilerinin kötüye kullandığı ya da bu yetkilerin Türk Devleti için bir tehlike yarattığı ispatlanırsa- öncelikle gözönünde tutulmak gerekir. Ne olursa olsun, bu iddialar, Patriğin ruhani konulara ve kilise işlerine ilişkin yetkilerine son vermek için bir neden sayılamaz. Patriğin siyasal alanlarla yönetim alanlarında bütün yetkileri elinden alınmakla birlikte, ruhani konularda ve kilise işlerinde yetkilerini kullanmaya devam etmemesini gerektirecek bir neden de yoktur. Tam tersine, ruhani konulara ve kilise işlerine ilişkin bu yetkilerine son verilecek ve Patriklik, yerleşmiş olduğu İstanbul’dan uzaklaştırılacak olursa uygarlık dünyasının vicdanı yaralanmış olacak.

Lord Curzon, yapmış olduğu teklifin, bu soruna en iyi çözüm olduğu kanısındadır. Bu bakımdan tam bir görüş birliği içinde bulunan müttefik temsilci heyetleri adına, Lord Curzon, Patriklik kurumunun ileride siyasal niteliği ile yönetim alanındaki yetkilerinden yoksun bırakılması ve yine İstanbul’da kalmakla birlikte, salt bir din kurumu halini alması gerekeceğini, müttefik devletlerin kabul ettiklerini bildirmek istemektedir. Lord Curzon, Türk temsilci heyetine ve komisyona bunu teklif etmektedir.

M. Veniselos, Patrikliğe son verilmesi ya da Patrikliğin İstanbul’dan çıkartılması konusunda Türk Temsilci Heyetinin öne sürdüğü iddiaaları kısaca inceleyeceğini söyledi. Rıza Nur Bey, alt komisyonda, Patrikliğin her zaman için siyasal çabalar göstereceğini ısrarla belirtmiş, son savaş sırasında da Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanları ile işbirliği yaptığını söylemiştir. M. Veniselos 500 yıldan beri, Patrikliğin Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte varolduğunu, ilk defadır ki, Türk Hükümetinin onun davranışlarından yakındığını belirtti. Patriklik, Türk Temsilci Heyetinin öne sürdüğü konu dışında hiçbir konuda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı borçlu olduğu bağlılığı göstermekte kusur etmemiştir.

Son savaş sırasında, daha doğrusu Mondros Mütakerekesinden sonra olup bitenler Patriğin Hükümete bağlılık duymadığını ispatlayamaz, çünkü bu olup bitenler yüzünden Osmanlı Hükümeti Patriğe herhangi bir kusur yükleyememiştir.

M. Veniselos, Türk Temsilci Heyeti’nin itirazlarını cevaplandırmak için alt komisyonda Rıza Nur Bey’in, 16.12.2004 tarihinde okuduğu yazılı bildiriyi hatırlatmak istemektedir:

“Müslüman olmayan toplulukların eski ayrıcalıkları, teokratik bir monarşi olan Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal durumunun bir sonucu olduğundan, halifelikle devletin birbirinden ayrılmasından, sultanlığa son verilerek tüm demokratik bir rejimin kurulmasından sonra, bu toplulukların başlarının salt ruhani bir sıfat dışında hiçbir hak ve ayrıcalıktan yararlanamayacakları kendiliğinden anlaşılır.

“Çeşitli toplulukların iç düzenlerini yöneten ilke, ruhani başın, devlet yanında resmi bir temsilci ve hükümetin bu azınlıklara ilişkin kararının yürütülmesi için bir aracı olmasıydı.

“Hükümetin, eğitim, hayır ve yardım kurumlarıyla olduğu kadar, dünya işleriyle uğraşan bütün öteki kurumlarla ilişkileri, bundan sonra, doğrudan doğruya bu kurumların kendileriyle yürütüleceğinden, din adamları sınıfıyla bunların başı olan kişiye, Hükümetin artık karışamayacağı salt din konularıyla uğraşmak kalacaktır. Bunun gibi, hükümetin sözkonusu din adamları sınıfının alabileceği kararlara karışması da artık sözkonusu olmayacaktır.

“Din özgürlüğü İngiltere, Fransa, ABD gibi öteki ülkelerde olduğu üzere, Türkiye’de, çeşitli dinlere bağlı olanlara, dinsel isteklerine serbestçe gelişme olanağını sağlayacaktır. Yeni rejim, böylece, din adamları sınıfını salt din alanında kalmaya zorlayarak, dine yeni bir atılım verecektir.

“Şimdiye kadar siyasal bir organ olan Patrikliğin Türkiye dışına çıkartılması gerekir; çünkü, Patrikliğin ve ona organik olarak bağlı kurumların siyasal ayrıcalıklarına son verilmesiyle ortaya çıkacak yeni duruma uymasına, Patrikliğin eski davranışları imkan vermeyecektir.

“Biraz önce belirtilen görüşlerden şu sonuç çıkmaktadır. Din adamları sınıfının dünya işlerine ilişkin ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması ve Patrikliğin Türkiye sınırı dışına çıkartılması, Türkiye için kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu kadar, ilgili bulunan topluluk için de bir kurtuluş yoludur.”

M. Venizelos, Türk Hükümetinin, Patrikliğin, bu esaslar içinde, fakat Lord Curzon’un teklif ettiği gibi, yalnız ruhani işlerle kilise işlerine ilişkin yetkiler kullanmak üzere, olduğu yerde bırakılmasını istemek için bu bildiriye dayandığını söyledi.

….

Türk Hükümetinin yakındığı hakları ve ayrıcalıkları tanımayı vaktiyle uygun gören, -Rum ulusu üzerinde nüfusunu onun aracılığı ile yürütmek için- Patriği bu ulusun başı saymak isteyen de, Türk Hükümeti olmuştur. Koşullar ve düşünceler değişmiştir. Türkiye, teokrasiye bütünüyle son vermek istemektedir. Fakat böyle olmasaydı bile, Yunan Hükümeti, Patrikliğin, Kilise işlerine ilişkin ve ruhani yetkilerinden başka bütün öteki yetkilerinden yoksun bırakılmasını kabul edecekti. Patriği artık Rum ulusunun başı saymamak, konmuş olan kanunlarda Patriğe tanınmış siyasal yetki olarak ne varsa bunları kaldırmak, örneğin, Patriğin bir takım kurullara görevi yüzünden (ex officio) üye olarak katılmasını öngören Vilayetler Kanununun hükümlerini, ya da seçim çizelgesinin düzenlenmesini denetmelek hakkını veren Seçim Kanunu hükümlerini kaldırmak, ancak Türk Hükümetinin yetkisi içinde olacaktır.

Bu önemli tavizlere rağmen, Türk Hükümeti ilk teklifinde direnirse, yalnız insanlığın vicdanını yaralamakla kalmayacak, böyle bir teklifin uygulanması Kilise hukuku bakımından da imkansız olacaktır. Gerçekten, Patrik IV. Ve V. yüzyıllardaki büyük gelişmelerden ötürü, Roma Kilisesinin de katılmasıyla, bütün Hristiyan kiliselerinin kararıyla Evrensel Patrikliğe (Patriarcat Oecumenigue) yükseltilmiş olan İstanbul’un- başka deyimle, Yeni Roma’nın- başpiskoposudur. Dünyada hiç kimse, bu iki görevi birbirinden ayıramaz. Bu, öylesine yaygın bir konudur ki, Patrik İstanbul’u bırakıp gitmek zorunda kalırsa, Rum Ortodoks topluluğu ruhani başını yitirmiş olur; bir başka kimse bu ünvanı almaya kalkışırsa, böyle bir kimse, dinin aslından ayrılmış duruma düşer; yalnız bu bile, bir kimsenin ipso facto aforoz edilmesine yeterlidir. Bu yüzden, Müslüman olmayan azınlıklar yüzyıllardır var olan Kilise örgütünden yoksun bırakılacaklarsa, onlara garantiler vermeye çalışmak da boşuna olur.

….

M. Veniselos, bütünüyle katıldığı Lord Curzon’un teklifi uyarınca, siyasal yetkilerden sıyrılmış Patrikliği, İstanbul’dan uzaklaştırmakta Türk Hükümetinin direnmeyeceğini ummaktadır. Şu da var ki; Patrikliğin olduğu yerde bırakılması, Türkiye’nin de kendi yararınadır; çünkü, İstanbul için, Ortodoks Kilisesi başının bulunduğu yer olarak kalmak, pek ilgilenilmeyecek bir şey de değildir.

Patriklik sorununa gelince, İsmet Paşa, Patrikliğin siyasal ya da yönetime ilişkin işlerle bundan böyle hiç uğraşmayacağı, yalnız salt din alanına giren işlerle yetineği konusunda, Konferans önünde, Müttefik Temsilci Heyetlerinin ve Yunan Temsilci Heyetinin yapmış oldukları resmi konuşmaları ve verdikleri garantileri senet saymaktadır.

M. Veniselos’un bir takım görüşlerine cevap veren İsmet Paşa, azınlıkların hakları sorununun daha önce incelenmiş olan, Antlaşmasının ilgili kesimindeki hükümlerle çözümlenmiş bulunduğunu belirtti.

Patrikliğin İstanbul’dan uzaklaştırılmasına gelince, bunu Türkler, İstanbul Rumlarının mübadele dışında bırakılması sözkonusu olduğu sırada teklif etmişlerdi.

İsmet Paşa, başkanlığını yaptığı Temsilci Heyetinin uzlaşıcı eğilimlerinin en büyük bir kanıtını ortaya koymak üzere, belirttiği şartlar içinde ve senet saymış bulunduğu garantilere dayanarak, bu tekliften vazgeçmektedir.

….

İsmet Paşa’nın konuşmasını bitirirken söylediklerine gelince, Lord Curzon, öne sürmüş olduğu teklifinin Türk Temsilci Heyeti Başkanınca böyle bir anlayışla karşılanışını görmekle mutluluk duymaktadır. (….) Lord Curzon, bu haberin Konferansça büyük bir sevinçle karşılanacağına olduğu kadar, dünyada da çok büyük bir izlenim yaratacağına ve Konferansın çabalarını yöneltmiş bulunduğu görevi de kolaylaştıracağına inanmaktadır.

M. Veniselos, Patriklik gibi çok önemli bir sorunun çözüm bağlamasından sonra, alt komisyonun bütün çalışmalarını tamamlamakta hiçbir güçlükle karşılanmayacağından şüphe etmemekte olduğunu söyledi."

****

Size daha doğrusu ABD’li dostlarıma da bir konuyu hatırlatmak isterim, bu oturumun tutanağının altında, “uygun bulunmuştur” şerhi ile imza atanların arasında ABD adına F. L. Belin de vardı!

****

Cumhuriyet döneminde Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin statüsünü belirleyen hak ve yetkilerini düzenleyen herhangi bir yazılı metin bulunmamaktadır. Ancak Patrikhanenin Lozan Antlaşması müzakereleri sırasında taraflarca kabul olunan statüsü bir nevi sözlü mutabakat şeklinde tüm taraflarca benimsenmiştir.

Yukarıda bütün detaylarıyla verdiğim tutanaklardan da görüleceği üzere Patrikhane konusunda Türk heyeti ısrarla Patrikhanenin Türkiye dışına çıkarılmasını istemiş, yalvarmaya varan ısrarlar karşısında siyasal yetkilerinden sıyrılmış, salt bir din kurumu halinde kalmasına Türkiye’de kalınmasına razı olunmuştur.

Buna göre:

1- Patrikhanenin siyasi ve idari işlerle ilgilenmesi söz konusu değil.

2- Patrikhanenin yetkileri İstanbul’daki Rum Ortodoks azınlığın dini ve ruhani ilişkileri ile sınırlı

3- Patrik, Türk Hükümetine sunulan yine Hükümetçe onaylanan bir liste içerisindeki adaylardan Sen Sinod tarafından seçilir. (İstanbul Valiliği ‘Patrik Seçimi Yönergesi’ uyarınca Hükümet adına kendisine gösterilen adaylar arasında uygun olmayanı bildirmektedir).

Patrikhane’nin hukuksal statüsünde mevcut bir boşluk var. Türkiye, iç hukuk açısından Lozan Antlaşması’nın 42. maddesi uyarınca kiliselere tanınan haklardan yararlanan bir dini Türk müessesesi olarak kabul ediyor. Atamalarda da, Lozan’ın 45. maddesi kapsamında mütekabiliyet hususunu uygulamak istiyor.

Ancak iç hukuk açısından bir bağlayıcılık olmayınca, Patrikhane, Osmanlı dönemindeki 1862 tarihli Nizamname’nin haklarını zorluyor. Bu yolla diğer kiliseleri, vakıfları özerk bir örgütlenme modeli çabasıyla, hemen hemen tüm Rum azınlığını, bunların okullarını ve hastanelerini denetim altında tutmaya çalışıyor ve yine, Türkiye açısından hiçbir hukuki zemini olmadığı halde, dünyadaki tüm Ortodoks kiliseleri üzerindeki manevi üstünlüğünü içeren ekümeniklik sıfatını da kullanıyor.

Herhalde bunda da Venizelos’un Lozan’daki yaptığı konuşmaları temel alıyor.

Ben bu konuya, 05.03.2004 tarihindeki bir yazımda değinmişim. Ve o gün demişim ki:

“Ortada hakikaten bir çok hukuki boşluk var. Patrik “ekümenik” sıfatını kullanıyor, biz de ona, “Fener Rum Patriği” diye hitap ederek, Patriğin bir Türk vatandaşı ve bir Türk kurumu olan Patrikhanenin başı olduğunu vurguluyoruz.

Herkese, her tavizi veren mevcut hükümetimiz, doğru dürüst bir iç hukuk düzenlemesi de yapamayacak. Sinod’a yabancılar tayin edilecek. Dışişleri Bakanının Patrik ile görüşmesi de zımni manada “ekümenikliği” kabul etmek manasına gelecek. Halbuki, Patriği sadece Bakan seviyesinde Mehmet Aydın ve Abdülkadir Aksu muhatap almalı.

Ekümeniklik konusu belli ve tanınmış bir inanç sistemini temsil eden kurum ile ona inananlar arasındaki iç ve dinsel ilişkiyi ilgilendiren ama idari ve siyasi uzantıları da olan bir kavram. Mevcut hukuk uygulamaları ile bunun önlenebilmesi pek mümkün görülmüyor. Zaten yakında ABD ve AB’nin bu konudaki baskılarına maruz kalacağız.

Bu arada Ermeni Patriğinin hukuki statüsü ne olacak? Mütekabiliyet esası aranacaksa, Ermenistan’da yaşayan Müslümanların durumu ne olacak?

Bekleyelim, görelim…”

Bekledik gördük ki hükümet, tam da öngördüğümüz gibi ABD ve AB’nin bu konudaki baskılarına maruz kalınca, maalesef utangaç bir şekilde, “gizli” genelgelerle durumu geçiştirmeye kalktı.

Dışişleri Komisyonu Başkanı AKP’li Mehmet Dülger’in katıldığı bir televizyon programında söylediklerinden de öğrendik ki, “Bu kadar baskı yapılmazsa, gürültü koparılmazsa zaman içinde İstanbul’da da (yani Constantinapolis) Roma’daki Vatikan gibi Ekümenik bir Patrikhane ve patrik olabilirmiş, bunun da hiçbir mahsuru yokmuş!”

****

Evvela buradan Sayın Bartholomeus Hazretlerine soralım:

1- Kullandığınız “ekümeniklik” sıfatınız sadece patrikliği mi kapsıyor? Patrikhaneyi de kapsıyor mu?

2- Kullanmakta olduğunuz “ekümeniklik” sıfatının size göre kesin, yazılı tarifi nedir? Bu sıfatın dini, siyasi, (iç ve dış siyaset) ve idari sınırları ve yetkileri nedir? Neyi kapsar, neyi kapsamaz?

3- Böyle bir sıfatı kullanmak için Türk makamlarına müracaat ettiniz mi?

4- Patrikhaneyi Constantinopolis diye adlandırdığınız İstanbul yerine, başka bir yere taşımayı düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız neden düşünmüyorsunuz?

Bu sorularıma Patrik Hazretleri cevap versin. Samimiyetle söyleyeyim, Türkiye Cumhuriyeti açısından tamamen kabul edilebilir yazılı bir teklifle gelirse Lozan Antlaşması’nı imzalayan bütün tarafların iştirakı ile belki, Lozan Antlaşması’na bir ek madde koyarız. Ben de, böyle bir durumu desteklerim.

Yoksa;

Yoksa; bu baskılardan, ABD’nin tavrından, üslup açısından siyasi nezaketin ötesine taşan, hatta açıkçası küstahlığa varan davranışlarından, AB’nin tutumundan bıkmaya başladık. Patrik Hazretleri Lozan’ı bu kadar zorlamaya kalkarsa, bizim de teklifimiz Türk Heyetinin Lozan’daki teklifini tekrarlamak ve Patrikhaneyi yurt dışına çıkartmak olur. Kendileri mutlaka Patnos’da veya Atina’da, hatta belki de Kıbrıs Rum Kesimi’nde çok daha rahat edip, “ekümenik” olarak hem çalışır, hem yaşarlar… Fener Rum Patrikhanesi’nin bir kısmını da kilise, bir kısmını da müze olarak tutarız.

Teklifimi biraz daha geliştirip ABD’li dostlarımıza sesleniyorum:

Patrikhaneyi ABD’ye alsanıza… Bu sayede Patrik rahat rahat “ekümenik” sıfatını kullanır, sizler de onun sayesinde Rusya dahil dünyadaki tüm Ortodoks kiliseleri üzerinde manevi bir üstünlük sağlarsınız.

****

02.12.2004 tarihinde yaptığım basın açıklamam:

"ABD Ortodoks Patrikhane Temsilcileri Ulusal Konseyi, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın onuruna, ABD Ankara Büyükelçisi Edelman’ın rezidansında bir resepsiyon vermek üzere bir davetiye bastırmıştır. Davetiyede, Fener Rum Patriği Bartholomeus, “ekümenik sıfatı” ile tanınmış, ve resepsiyonun Bartholomeus’un himayesinde gerçekleştirileceği ifade edilmiştir.

Basın haberlerinden, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in ’’çok acil’’ ibaresiyle Cumhurbaşkanlığı, TBMM, devlet bakanlıkları ve kamu kuruluşlarına genelge göndererek bürokratlardan resepsiyona katılmamalarını istediği, Dışişleri Bakanlığı’nın bir süre önce ABD Büyükelçiliği’ni konuyla ilgili olarak uyardığı, büyükelçiliğin ise geri adım atmadığı, bunun üzerine yayımlanan genelgeyle üst düzey Dışişleri Bakanlığı bürokratlarından resepsiyona katılmamaları istenildiği öğrenilmiştir.

Yine basın haberlerinden, Ankara’daki ABD Büyükelçilik sözcüsü Josef Pennington’un, Amerika’nın Sesi Radyosu’na konuyu değerlendirdiği, "Biz, Fener Rum Patriğini her zaman için ekümenik olarak kabul ediyoruz. Şimdi de değişen bir şey yok. Resepsiyona isteyen gelir, istemeyen gelmez" dediği öğrenilmiştir.

Buna mukabil Türkiye, Lozan’daki görüşme tutanaklarına istinaden, Patriğin Türkiye’deki Rum Ortodoks cemaatlerinin liderliğinden başka bir sıfatı olmadığı görüşündedir. ABD’nin, Ankara Büyükelçisi Edelman vasıtasıyla ortaya koyduğu tavrı, Lozan’ı tanımamak ve Patriği Türk toprakları üzerinde de “ekümenik” sıfatıyla tanımak tavrıdır.

Hükümetin cılız bir sesle ortaya koyduğu protesto ve sanki utanılacak veya gizlenilecek bir şey varmış gibi “gizli” ibaresiyle yayınladığı genelge ile “kamu görevlileri bu toplantıya gitmesin” demesi edilgen ve zayıf bir tavırdır. Kamu görevlilerinin bu resepsiyona gitmemesi bu vahim durumu ortadan kaldırmaz.

Yapılması gereken derhal ABD’ye resmi bir protesto notası verilmesi, gerek Lozan, gerek Patrik konusundaki hassasiyetlere kesinlikle uyulmasının hatırlatılması, geldiği günden beri tavırları ile maalesef halkı rencide edecek vali görüntüsü veren Büyükelçinin bu davranışlarının devamı halinde kendisinin “istenmeyen şahıs” ilan edileceğinin hatırlatılmasıdır.

Felluce’deki Halepçe’yi aratmayan katliamı hatırlatan, ölenlere “şehit” sıfatını yakıştıran Başbakanımıza bile tahammül gösteremeyen ve kızgınlık ifade eden ABD yönetimi, Türk kamuoyundaki bütün desteğini kendi hataları ile kaybetmektedir."



Yayın Tarihi : 4 Aralık 2004 Cumartesi 12:10:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?