18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Erdoğan’ın yıpranması sürpriz değil...

21 Mart tarihli basından bazı fotoğraflara, yazılara ve röportajlara bakalım…

İnsan ister istemez içinden, “ben dememiş miydim?” diye geçiriyor…

Yazıları okuyalım; benim neden böyle bir duyguya kapıldığımı gayet iyi anlayacaksınız.

***

Birinci yazının sahibi Tayyip Erdoğan’ı neredeyse iktidara geldiği günden beri yüksek sesle ve hayranlıkla destekleyen çok önemli bir köşe yazarı ve bir kanalın haber koordinatörü.

Okuyalım:

“BAŞBAKAN Erdoğan hayli sinirli. Her fırsatta patlıyor. Bu patlamalar Başbakan’ı yıpratıyor.

Çünkü patlamalarına hak verenlerin sayısı her geçen gün azalıyor.

Bu patlamalar hedef saptırma olarak algılanıyor.

Başbakan’ın öfkesinin arkasında yatan ise seçimlerden sonra halktan istediği sürenin sonuna gelmiş olması.

Hükümetin ‘zorlu’ ekonomi politikalarına bugüne kadar kayıtsız şartsız bir destek verildi.

Çünkü 3. yılda ‘Olumlu sonuçlar halka yansıyacak’ sözü vardı.

Ancak bu olmadı. Olmamasını bırakın olacağına dair bir işaret dahi yok.

Çiftçi mutsuz. Belki de hayatlarının en zorlu dönemini yaşıyorlar. Tamam, tarımsal üretimde devletin hataları vardı ve buradan dönmek gerekiyordu ama bu dönüşüm olmadı. Alternatif politikalar üretilmedi.

Küçük esnaf umutsuz. Piyasalar bir türlü açılmıyor.

Küçük ve orta ölçekli sanayici keyifsiz. Kapasite kullanımı artıyor ama bu kárlılığa yansımıyor. Vergi ve sosyal güvenlik politikaları küçük işvereni eziyor.

İhracatçı en zor durumda olan kesim. İşçilik maliyetleri yükseldi. TL aşırı değerli. İhracatçı zararına iş yapıyor. Daha ne kadar yapabilir hesaplayamıyor bile.

İşçi ve memur keyifsiz. Kaçak işçi çalıştırma oranları yükseliyor. SSK uygulamaları ve iş güvencesi yasası ekmeği aslanın ağzından midesine indirdi.

Halinden nispeten memnun olanlar dev holdingler.

Yıl sonu rakamlarından görüyoruz ki, büyük holdingler uçuyor. 5 yıl sonraki hedefler şimdiden yakalanmış. Kárlılıklar artmış. Devletle sorunlarını en rahat çözebilen kesim de yine bu büyük holdingler olmuş.

Holdinglerin büyümesi, kárlı olması kötü değil elbet ama Erdoğan’ı iktidara taşıyanlar onlar değil, bugün mutsuzluğu artanlar.

Bütün bunlar Erdoğan’ı geriyor. Yerinde olsam beni de gererdi.”


***

İkinci yazı da yarı liberal, neo-tanzimatçı bir yazarla yapılan röportaj:

Soru: Dış dünyanın desteği olmadan AKP iktidarda kalabilir mi?
Cevap: Son derece zor. Böyle bir durumda AK Parti’nin meşruiyetinin çok zayıflayacağı, devlet içerisinde asli güç olarak kalmakta çok zorlanacağı açık. AK Parti sonuçta İslami bagajı olan bir parti ve seçimleri bu şekilde kazandı. Ama Avrupa Birliği’ni temel hat olarak benimsedi ve kendi beklediğinin, olduğunun ötesinde bir meşruiyet zeminine yerleşti. İslami kesimden olmayan demokratlar, kentliler, TÜSİAD gibi toplumun ekonomik güçleri, merkez medya ona değişim ve AB hattında ilerlediği için destek verdi. Şimdi AK Parti, gücünün sadece kendisinden kaynaklandığı yanılgısına düşmüş olabilir. Gücü sadece kendisinden kaynaklanmıyor.

Soru: Ama şimdi AKP hükümeti AB ile arasına mesafe koyuyor, niye?
Cevap: AK Parti sanki rol değiştirdi. … AK Parti, AB konusunda endişelere sahip. Bundan sonraki dönemde AB politikaları konusunda kafası son derece karışık bir parti AK Parti.

Soru: Böyle bir parti Türkiye’nin AB projesini götürebilir mi ?
Cevap: Koşullar zorlarsa götürür. AK Parti AB için attığı adımları sindiremedi ve AB’nin getirdiği politik ve sosyal yükleri kolay sırtlayamayacağının farkına vardı ama lideri ve etrafındakiler muhtemelen şunu da biliyorlar. AB’nin getirdiği yükler sayesinde AKP’nin meşruiyetini ayakta tutabiliyorlar. Dengeyi sağlayamazlarsa sıkıntıya düşerler.

Soru: Ne gibi?
Cevap: AK Parti AB ile ilişkilerde yönlendirici olmaktan çıkınca bir boşluk oluşmaya başladı. Bu boşluğun içini küçük adımlarla asker de dolduruyor. Özellikle ABD, Türkiye’de orduyla ilişki kurumaya başlıyor ki,

Bunların hepsi Türkiye’de bir milli egemenlik tartışmasının başladığının işareti. Batı karşıtı, içe kapanmacı girişimler bunlar. Batı’dan gelecek adımların Türkiye’yi bölecek adımlar olarak algılanmasına yönelik girişimler.
Tayyip Erdoğan Avrupa’ya küstü. 17 Aralık’tan sonra Avrupa’yı ayağa kaldırarak Kıbrıs sorununun çözülmesi için mücadeleye devam etmesi gerekirken, yapmadı. Erdoğan, 17 Aralık’ta Brüksel’de çıkan metinden büyük hayal kırıklığına uğradı.

Sürekli taviz veren, kendisine hiçbir şey alamayan bir siyasi parti olma ve imajını kaybetme kaygısı sonucunda da Erdoğan şu anda AB ile arasına mesafe koymaya çalışıyor.

Soru:Ne tür riskler var?
Cevap: İmzalamazsa, Türkiye’de hızla ilerleyen milliyetçilik dalgası iyice sistemleşir. Bu, AK Parti hükümetinin toplumsal meşruiyetini çok zayıflatır. Arkasındaki büyük toplumsal, ekonomik, merkez destek çekilir. Bu da askerin piyasaya tekrar çıkması demektir. Ayrıca ABD pragmatik bir güçtür. Hükümet olmazsa askerle de işbirliği yapabilir. AKP toplama, çıkarma işlemlerine açık hale gelir. Partiyi bölmeye, istikrarsızlık üretmeye, Erdoğan’la Gül’ün arasını açmaya çalışırlar.

Soru: Şu anda o tatsız döneme girilmedi mi sizce?
Cevap: Girildi ama beterin beteri var. AB çizgisi regülatör bir çizgidir. AB çizgisinden uzaklaşmak demek, Türkiye’yi ve hükümeti ABD’nin her türlü manevrasına açmak demektir. Ordunun doğrudan yine ABD’yle konuşmasına daha kolay zemin hazırlamaktır.

Soru: AKP, AB desteği bulunmadan, uluslararası hukuk ve demokrasi haritasına sahip olmadan, devletin denetimini elinde tutabilecek mi?
Cevap: Tutamaz. Böyle köklü ve radikal bir değişim döneminde değil AK Parti, hiçbir siyasi parti evrensel sistemin meşruiyetini devreye sokmadan hareket edemez. AK Parti ise hassas noktalarından ötürü artı böyle bir şeyi hiç taşıyamaz. Türkiye’de İslamcı-laikçi kutuplaşması hâlâ tam bitmedi. Bunun altına bombalar konur ve AKP o zaman rejim sorunlarıyla karşı karşıya kalır.

Soru: AKP parçalanabilir mi?
Cevap: Parçalanabilir. Böyle bir risk var. Parçalanmasa bile devleti yönetemez, hükümet edemez hale düşürürler. AK Parti’nin alternatifi de yok. 28 Şubat günlerinde vardı. Bugün ne yapacaksınız? Seçim yapsanız gene gelir. Dolayısıyla Türkiye’de demokrasinin tehlikeye düşmesi gibi bir ihtimal var. Bu yüzden AB meselesi çok önemli. AB, demokrasiyi koruyucu kalkan görevini görüyor. Toplumda ve siyasette ittifaklar besleyen bir işlev yerine getiriyor. AB dış dinamik değildir. AB iç dinamiğin bizatihi kendisidir. Hükümetin şu anda bunu bu şekilde okuyabildiği kanaatinde değilim.

Soru: Amerika ile çatışmak, AB çizgisinden uzaklaşmak, genelde Batı’yla aramıza mesafe koymak anlamına mı geliyor?
Cevap: Türkiye’nin şu andaki psikolojisi bu. Siyasi iktidardan muhalefete, basından askere, biz Batı’yla kavga eder hale geldik. Bu, sadece bir zihniyet meselesi de değil. Bu ruh hali, farklı çıkarların ve hesapların yol açtığı ittifaklara işaret ediyor laik Kemalist bir yazarın, emekli bir subayla İslami kesimden emekli bir entelektüelin şimdi aynı dili kullanıyor olması sağlıklı bir ittifak değil. Herkesin başka derdi var, bunlar sonra çatışacaklar.

Soru: AKP, devletin içindeki Batı karşıtı güçlerle ittifak yaparak iktidar olabilir mi peki?
Cevap: AK Parti’nin bagajı, dokusu ve imajı açısından böyle bir şansı yok. AKP milliyetçiliği ve devletçiliği içinde taşır ama temsil etmez. O biraz sivilleşme ister. Milliyetçiliği ondan daha iyi temsil edecekler var Türkiye’de.

Soru: Bu arada Amerika da sertleşiyor hatta nezaket çizgisini aşan tavırlar sergiliyor. Amerika AKP’nin iktidardan devrilmesini mi istiyor?

Cevap: Sanmıyorum. Şu andaki girişimleri, AKP’ye bir uyarı, istediğini yaptırmak için onu biraz hırpalamak ve kendi çizgisine gelmeye davet etmek olabilir.


****

Gelelim fotoğrafa. Bugünkü Hürriyet’te el falına bakılan Tayyip Erdoğan’ın, çok sık gördüğümüz bir pozda bir fotoğrafı var…



Ahmet Şerif İzgören’in, “Dikkat Vücudunuz Konuşuyor” isimli kitabında bu davranışın, özellikle el biçiminin neye tekabül ettiğine baktım.

Ahmet Şerif İzgören, “Eller düşüncelerin ifadesinde en güçlü destekleyicilerdir. Elleri takip etmek düşüncelerle ilgili ipuçları verecektir” dedikten sonra, “Avuç aşağı bakan el” konumu için, “diktatör konum” diyor ve devam ediyor: “Hitler’i düşünün, dünyanın en etkili liderlerinden biridir. Hitler, bütün bir ulusa, milyonlara elini diktatör konumunda uzatıp, ulusun beynine bir mesaj kodladı; sarsılmaz bir karizma ve otorite oluşturdu. Koca bir ulusu savaşa soktu”, “Herhangi bir tartışmayı durdurmak, bastırmak isteyen bir başkan, beraberindeki milletvekillerini otorite altına almak isteyen bir parti başkanı, avuçları aşağıya bakarak, elleri diktatör konumunda bastırarak konuşacaktır.”

Fotoğraflar konuşuyor…

***

Bu olup bitenlerin hiçbiri benim için sürpriz değil.

Birinci yazıdaki olacakları bir buçuk sene evvel partiden istifa ederken öngördüm, söyledim ve yazdım.

Yeni yeni idrak ediliyor….

Birinci yazının yazarı, “Bütün bunlar Erdoğan’ı geriyor, yerinde olsam beni de gererdi” demiş. Doğrusu beni germezdi, çünkü ben bu kadar hataya düşmezdim. Tayyip Erdoğan da, 3 Kasım seçimlerinden evvel halka verdiği sözleri tutsaydı o da bugün kendini kaplanların önüne atılmış durumda bulmazdı.

Frenk hayranı, kendi milletine yani Türk Milletine inanmayan ve ancak dışarıdan terbiye edileceğini zanneden yeni Tanzimatçıların görüşlerine gelince; orada da hiçbir sürpriz yok. Onlar da, “Tayyip Bey, seni bugüne kadar dediklerimizi yaptın diye destekledik. Şirazeden çıktığın an karşına geçeriz” diyorlar. Yani, Tayyip Erdoğan’ın jargonu ile söylersek; “Dediğimizi yap, yoksa partin parçalanır, parçalanmasa bile devleti yönetemezsin. AB’ci olarak devam etmek mecburiyetindesin. Yoksa şimdilik başka bir parti ortaya çıkmayabilir ama AKP içinde senin yerine başkaları gelebilir. Bu böyle biline” diyorlar.

Bütün bunlar şimdilik AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı yola sokmak için yapılan çalışmalar.

Tayyip Erdoğan da kaç yılın politika kurdu. Böyle şeylere pabuç bırakır mı?

Herhalde, hem basın patronları nezdinde herkese gerekli hadlerini bildirecektir, hem de bir erken seçimde bütün muhalefeti temizleyecektir!!!


Yayın Tarihi : 21 Mart 2005 Pazartesi 01:10:40
Güncelleme :22 Mart 2005 Salı 18:54:32


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?