Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkökün Harp Akademileri Komutanlığındaki yıllık değerlendirme konuşması konusunda dün irtica meselesi konusundaki paragrafları ele almıştık. Hem bu konuyu açmak, hem de diğer konulara değinmek için iktidarın ve basındaki bazı kalemlerin ne diyeceğini görmek, beklemek istedim.
****
15 sayfalık bu konuşmanın ancak 9., 10.,11. sayfalarındaki dördüncü bölümü bir Genelkurmay Başkanının yapacağı askeri değerlendirmeleri kapsıyor. Diğer konular tamamen siyasi mahiyetteki değerlendirmeler.
Altını çizerek söyleyeyim; benim bu değerlendirmelere hiçbir itirazım yok ve bir siyasetçi olarak altına tereddütsüz imzamı atarım. Bazı sorularım var bu soruları da zaten bu sütunlarda okuyabileceğiniz bir soru önergesinde göreceksiniz.
Ancak, altını çizerek söyleyeceğim bir başka şey daha var. Sayın Hilmi Özkökün bu konuşması meşru zeminde yapılmış bir konuşma değildir ve Askeri Ceza Kanununun 148/c maddesine girer. Bu madde, askerlere siyasi amaçla nutuk vermeyi, demeç vermeyi, yazı yazmayı veya telkinde bulunmayı yasaklamaktadır.
Genelkurmay Başkanının bu değerlendirmeleri yapacağı meşru zeminler vardır. Bu zeminlerin başında MGK toplantıları gelmektedir. Hilmi Özkök bu değerlendirmelerini MGKya götürür, MGKdan 15 sayfalık bir bildiri çıkartır, biz de bunu dikkatle okuruz. Ancak postmodern muhtıra niteliğindeki bu 15 sayfalık demeci basından okumak istemiyorum. Demokrasi demokrasi diyen Hilmi Özkökün bu tavrının demokrasi ile alakası olmadığını bildiğine inanıyorum.
****
Postmodern muhtıra deyince pek tabii aklımıza bu terimi siyasi lügatımıza sokan Cengiz Çandar geldi. Cengiz Çandarı açtım okudum bakın neler diyor:
Bir "mesaj"ın içeriği kadar, nasıl "algılandığı" ya da nasıl algılanması "istendiği" de önemlidir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkökün önceki gün yaptığı "yıllık genel değerlendirme"nin nasıl "algılandığı" ya da nasıl algılanmasının "istendiği"ni anlamak için dünkü gazetelerin başlıklarına, Türk medyasının Orgeneral Özkökü "nasıl algıladığı"na bakmakta yarar var.
Acaba Orgeneral Hilmi Özkök ne demiş?" diye Türk basınına girmek ile "perşembe pazarına" girmek arasında pek fark yok. Bir de "komik" değerlendirme var. Ak Partiden dün geldi. Genel başkan yardımcılarından biri, konuşmayı "aklı selim bir devlet adamı" (Türkçe hatası ona ait; aklı selim sahibi demek istiyor herhalde) değerlendirmesiyle, Orgeneral Özköke övgüye çevirdi.
Cengiz Çandar adını koymamış ama sorduğu son soru konuşmanın postmodern muhtıra niteliğine kuvvetli bir vurgu yapıyor gibi.
Bu arada Afganistandan dönen Erdoğana gazeteciler Erdoğana sordular, Bu açıklamayı okumadım dedi ve güldü!..
Evet, Mir Dengir Fırat yani, konuşma sırasında Afganistanda olan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğana partide vekalet eden Başkanvekili Fıratın bu sözlerini Tayyip Erdoğana en yakın gazetelerden biri olan Yeni Şafakın en aklı başında olan gazetecilerinden biri Mustafa Karaalioğlu nasıl değerlendirmiş?
İktidar partisinin, tüzük gereği "ikinci adamı" konumunda bulunan Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Özkökün açıklamaları için şöyle diyor:
"Böylesine aklı selim bir devlet adamına sahip olduğumuz için mutluyum. Bence sözleri aklı selimin toplamıydı. Türkiye birçok tehlike ile karşı karşıyadır. İrtica da bu tehlikelerden biridir
"
Fırat, Özkökün sözlerini onaylıyorsa diğer açıklamalarına; mesela, "Türkiyenin bir İslam ülkesi olmadığı"na dair tesbitine veya paşanın dış politikayı doğrudan ilgilendiren angajmanlarına, direnç ve itirazlarına iştirak ediyor demektir.
"İktidar partisinin ikinci adamlığı"nın, askerin konuşmasına gösterdiği hüsn-ü kabulden sonra; bir başkasının o sözleri siyasal iktidar alanına tecavüz sayması ehemniyet taşımaz. O zat, Genelkurmay Başkanının sözlerinin mefhum-u muhalifinden kendi zaafını anlamıyorsa, "o zaman hayırlı olsun" demekten başka söylenecek söz yoktur.
Hal böyleyken, birileri bundan sonra politikanın koordinatlarını anlamak için asker demeçlerinin yolunu gözlerse ve askerin konuşmaya başlamasını "kırılma noktası" olarak görmek isterse de kızmak olmaz!.."
Günaydın sevgili dostlarım; Bu iktidarın oportünist, pragmatik, Makyavelist olduğunu, siyasi, felsefi, hukuki ve ahlaki prensiplerden ziyade iktidarda kalmaktan başka prensipleri olmadığını yeni mi görüyorsunuz?
Haa, Yeni Şafaktan bahsetmişken imam-hatip okullarının büyük hocası diye bilinen, Diyanetin yüzbinlerce dolarlar vererek ile kitap yazdırdığı Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Hayrettin Karamanın bugünkü yazısının birinci paragrafını da dikkatinize getireyim; Özkökün konuşmasının yanına koyarak beraber okuyun:
Demokrasi için laiklik şart koşulursa; yani İslamın sosyal ve siyasi alanda bir yol gösterici, en azından çerçeve olarak belirleyici rolü inkar edilir veya engellenirse -kim ne derse desin- İslam ile demokrasi bağdaşmaz, uzlaşmaz, bir arada var olmaz.
Bugün Parlamenter rejimde askeri vesayet konusunda sık sık yazılar yazan, Duvergerin parlamenter rejimler üzerinde askeri vesayeti tarif eden, Prononciamentosu konusunda yazılar yazan kıymetli yazarımızın yazısın aradım; bulamadım!
****
Genelkurmay Başkanımızın meşru zeminde yapılmadığı için siyaseten fevkalade rahatsız olduğum ama muhtevasını onayladığım yazısının satırbaşlarına bakalım:
Konuşmanın girişinde, bu konuşma mesleki açıdan katkı sağlayacak bazı konularda düşüncelerin açıklanması olarak takdim ediliyor.
Birinci bölüm, 21. Yüzyıla Girerken Dünya başlığını taşıyor
Bu bölümde Soğuk Savaş ve 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın detaylı bir analizi yapılıyor, her konudaki küreselleşme olgusu irdeleniyor. Önemli bir vurgu, ekonomik gelişmişlik ile güvenlik arasındaki ilişkiye yapılan vurgu.
Büyük Ortadoğu Projesi bu bölümde ele alınıyor. Projeye kavramsal bir destek verilmekle beraber, ılımlı İslam modeli ele alınarak açıkça şu cümlelere yer veriliyor:
Bir kısım çevreler Türkiyeye ılımlı İslam modeli bir ülke olarak tanımlamak istediler. Türkiyenin nüfusunun yüzde 99u Müslümandır ancak Türkiye laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye ne bir İslam devleti, ne de bir İslam ülkesidir. (Hayrettin Karamanın kulakları çınlasın) Laiklik ilkesi, Türkiyeyi oluşturan tüm değerlerin kilit taşıdır. Türkiye, bu nitelikleri ile Türkiye Cumhuriyeti olarak model gösterilebilir. Başka ülkelerin kabul edeceği bir ılımlı İslam devleti modeline dönüştürülmek istenilmesi halinde bu yaklaşıma ulusça karşı çıkılacağı asla gözden kaçırılmamalıdır.
İkinci bölüm, Yakın Çevremizde Ne Oluyor? bölümü. Bu bölümde, Karadeniz, Kafkasya, Ermeni münasebetleri, Ortadoğu, başta Kosova olmak üzere Balkanlar detaylı bir şekilde ele alınıyor.
Bu bölümde vurgu yapılan dört ana konu ise şunlar:
a- İran: Bakış açısı dikkatli ve soğuk.
b- Irak: Politik ve toprak bütünlüğü olan bir Irak destekleniyor, PKK konusunda ABDnin hareketsizliği tenkit ediliyor, Kerkük konusunda da özel statü meselesinde ısrarlı olunuyor.
İşte burada sorularım başlıyor. Kara Kuvvetleri Komutanı ve müstakbel Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt Irak politikamız yok ki diye şikayet ederken, Hilmi Özkök, Dış politikamız açıktır diyor. Hangisi doğru? İkinci ve en önemli sorum da, ABDnin PKK konusunda hiçbir şey yapmayacağı belli iken, silahlı kuvvetler olarak 20 Mart 2003 tezkeresini neden kullanmadınız?
c- Yunanistan: Yunanistan ile ilgili kısımlar sert ve dikkatli. Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı Hilmi Özkökün bu konuşmasını postmodern bir nota olarak alsın ve dikkatli okusun, biz de altına imza atıyoruz.
d- Kıbrıs: Türkiyenin senelerdir devam eden akıl karışıklığı burada da devam ediyor. Bizim de ne istediğimiz belli değil, Hilmi Özkökün de. KKTCnin varlığı destekleniyor mu, desteklenmiyor mu? Tanınması istenecek mi, istenmeyecek mi? Türkiyenin uzun vadeli menfaatleri Annan Planı gibi bir plan kabul edilirse korunacak mı, korunmayacak mı? Diyelim ki Mehmet Ali Talat KKTCyi yok edecek adımlar attı, Rumlarla birleşti ve ABye girdi, Türkiye de ABye giremedi; ne olacak o zaman? Kıbrıstaki Türkler de Gümülcinedeki Türkler gibi mi olacak? Milli menfaatlerimiz korunmuş olacak mı? Biz askerin görüşünü Genelkurmay Başkanına mektuplar da yazarak taa 24.04.2004 referandumundan önce meşru bir zemin olan TBMM Savunma Komisyonuna verecekleri bir brifingle öğrenmek istedik; bu brifing yapılamadı. Son olarak Büyükanıt Paşanın Kıbrıs seyahatindeki konuşmalarını dinledik; memnun olduk. Şimdi, Genelkurmay Başkanımızın Kıbrısla ilgili 10 paragraflık konuşmasını okuyunca doğrusu hedefin ne olduğunu doğru dürüst anlamıyoruz. Ne açık, ne de şeffaf.
Konuşmanın üçüncü bölümü, Türkiyenin küresel aktörlerle ilişkileri bölümü. Bu bölümde başta ABD ve AB olmak üzere ilişkiler irdeleniyor. ABDye bakış dengeli, sıcak, biraz da ihtiyatlı ve kibar ikazlar taşıyor. Şu cümlelere dikkatinizi çekerim:
Türkiyede ABDden beklenen her iki ülkenin de ortak değerleri ve çıkarlarını gözeterek bu ilişkinin geliştirilmesidir. İlişkilerin saygın, iki taraflı, tutarlı ve karşılıklı hassasiyetleri dikkate alıcı şekilde ve egemenlik hukuku çerçevesinde olması çok önem verdiğimiz bir husustur. (Bu yazıları okurken 18.02.2005 tarihli Amerika Amerika başlıklı yazımı hatırladım)
AB meselesinde hiçbir yorum yapmadan şu paragrafı dikkatinize getiriyorum:
AB Türkiyenin büyük ticari, ekonomik ve askeri ortağıdır. Bu yıllardır böyledir. Biz, Batının değerlerini kendi değerlerimizle uyumlu bulan bir ülke olarak devamlı onlarla birlikte olmayı, benzer değerlere göre hareket etmeyi amaçladık. Batının yıllar süren bir süreç içerisinde oluşturduğu ekonomik ve siyasi birliğe biz yıllar önce talip olduk. Şimdi, ABnin askeri birliğinin de oluşmakta olduğunu izliyor ve ona da katılmayı arzu ediyoruz. Türkiyenin menfaati bu birliğin asli üyesi olmakta yatmaktadır. Bu üyeliğin ABnin bize bir lütfu olarak değerlendirilmesi çok yanlıştır. Bunda iki tarafın da menfaatleri vardır. Her birliktelik gibi bu birleşmenin de bir takım şartları olacaktır. Hem ABnin, hem Türkiyenin kazanımları olacaktır. Sonuçta anlaşma olduğu takdirde, Türkiye AByi girecek seçkin ülkeler topluluğu arasındaki yerini gururla alacaktır. Anlaşma olmaz, şayet ABye girilemezse, tabii ki dünyanın sonu gelmeyecektir. Burada evet veya hayır demenin sadece ABnin hakkı, hukuku olmadığını, Türkiyenin de sonuçta evet ya da hayır diyeceğinin bilinmesini istiyorum.
Dördüncü bölüm, Değişen güvenlik stratejisi ve bunun Türkiye üzerindeki etkileri:
2.5 sayfalık bu bölüm askeri manada olan tek bölüm.
Gelelim 5. bölüme: ülkenin iç gündemini oluşturan çeşitli hususlar. Kim ne derse desin iktidara postmodern bir muhtıra, hadi bilemediniz manifesto; üstelik de iktidarda bulunan AKPnin beğendiği ve iştirak ettiği bir metin.
Satırbaşları itibariyle önemli vurgulara değinelim:
Birinci vurgu bölücü teröre: Genelkurmay Başkanı yüksek sesle altını çiziyor:
Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Bu Anayasanın değiştirilemez üçüncü maddesidir. Millet kavramı da belirgin ve açık bir kavramdır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Halkına Türk Milleti denir. Doğrusu burada ben Özkökün Anayasanın 66. maddesini hatırlatmasını daha doğru bulurdum:
Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Bir önemli vurgu da kültürel hakların bireysel kültürel haklar olduğu ve bu hakların toplumsal siyasi haklara doğru tırmandırılamayacağı vurgusu. İkinci önemli vurgu irtica meselesi.
Dünkü yazımdan iki cümleyi tekrar alıp, tekrar dikkatlere getiriyorum:
İrticai hareket dini, bireysellikten çıkararak, onun toplumun talepleri olarak siyasete yansıtma gayretlerini yoğunlaştırmıştır. Bu gayretler de, demokrasinin tüm meşru vasıtaları, bu kapsamda okul, yurt, şirket, dernek, vakıf, yazılı ve görsel medya toplumu örgütleme ve yönlendirmede etkili olarak kullanılmaktadır dedikten sonra, o vurucu cümle geliyor: Bu dönemde,( yani AK Parti iktidarında) irticai örgütler, kamu kurumlarında kadrolaşma gayretlerini arttırmış, bu yönde önemli mesafeler kaydetmişlerdir. Basın-yayın organları vasıtasıyla propaganda faaliyetlerini hızlandırmışlardır.
Şimdi, Hilmi Özköke çok ciddi sorularım var:
Paşam, bu konuda genel ve soyut konuşma olmaz. Bu konuda somut konuşmalısınız. Genel olarak tarif ettiğiniz ancak, önemli mesafeler kaydettiğinin altını çizdiğiniz irticai örgütleri açıkça kamuoyu ile paylaşmalısınız. Hiç olmazsa konuyu MGKya ve TBMMdeki İçişleri ve Savunma Komisyonlarına getirmelisiniz. Muğlak konuşma fevkalade yanlış ve zedeleyici oluyor. Bu arada size yazdığım 15.04.2004 tarihli mektupta, 28 Şubat kararlarının 18inden sadece ikisinin uygulandığını, diğerlerinin uygulanmadığını, bu konuyu MGK gündemine getirmeyi düşünüp düşünmediğinizi sormuştum. Siz dahil, mektup muhataplarının hiçbirinden bir cevap alamadım. Şimdi de siz yukarıdaki cümleleri sarf ediyorsunuz, AKP de sizi alkışlıyor
Bu bölümde diğer değinilen konular, yolsuzluk, rüşvet, beşinci kol faaliyetleri, kültürel yozlaşma, yoksulluk, iç göç gibi iki sayfalık ciddi, ciddi olduğu kadar da hükümeti yerden yere vuran bir tenkit.
Yazının hiçbir kısmını okumasanız bile www.tsk.mil.trye girin, konuşmanın 13,14 ve 15. sayfalarını okuyun. Benim milletvekili olarak geçen 2.5 senemde hergün söylediklerimi, haberx.comda her hafta yazdıklarımı bu satırlarda da göreceksiniz.
****
Evet, yazı uzun oldu ama konu çok önemli.
Orgeneral Hilmi Özkökten son iki cümle ile yazımı bitiyorum:
Yolsuzluk ve rüşvetin yaygınlığı (AKPnin iktidarda olduğu bu günden bahsediliyor), bölücü ve irticai faaliyetlerdeki tırmanış, devlet kurumlarına yönelik bir güven bunalımına, halkın hak, adalet ve aidiyet duygularının zaman içinde erozyona uğramasına ve toplumsal ümitsizlik ve memnuniyetsizliğe sebebiyet vermektedir.
Bu cümlenin üzerine sözü Tayyip Erdoğana bırakalım. Bakalım gezmekten Türkiyeye uğramaya vakit bulamayan Başbakan bu konularda ne söyleyecek?
Ben de söyleyeceğimi söyleyeyim: Özkökün tespitleri doğrudur, ancak bunların düzeltilmesi millet ve milletin temsilcisi siyasiler tarafından yapılmalı, askerin konuşmasına bile mahal bırakılmamalıdır. Tabii, hükümetler ve siyasiler etken değil edilgen olunca maalesef bu görüntüler ortaya çıkıyor
Yayın Tarihi :
22 Nisan 2005 Cuma 14:44:24