18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Hafızamızı tazeleyelim...

Bugünlerdeki gelişmeler beni biraz gerilere götürdü ve düşündürdü….

ABD, Condoleezza Rice’nin Dışişleri Bakanlığına getirildiği günden beri Suriye ve İran’la ilgili programını yürürlüğe koymuşa benziyor. Çok açık; Irak’ta yaptığını yapacak, dünyayı dinlemeyecek, gidecek, vuracak….

Evvela Hamas’ın manevi lideri Şeyh Yasin, arkasından Arafat’ın garip ölümünden sonra Ortadoğu, özellikle zamanlaması ve dehşeti itibariyle önemli bir suikastle sarsıldı: Eski Lübnan Başbakanı ve fevkalade önemli bir uluslar arası şahsiyet ve istikrar unsuru olan Hariri öldürüldü. ABD’yi sevmeyenler, “Mossad ve ABD öldürdü” diyorlar. ABD’yi sevenler, “Gözünüz kör mü, Suriye’nin öldürdüğünü görmüyor musunuz?” diye bağırıyorlar.

İster istemez tekrar eski günleri hatırlıyorum…

Fethullah Gülen’i hatırlıyor musunuz: “Kan selleri akacak” diyordu. Acaba Türkiye’ye ne zaman sıra geliyor?

Bu soruyu soruyorum, zira sıra geliyor galiba…

Türkiye, yavaş yavaş yurtdışından pompalanan, Türkiye’de de işine gelenlerin desteklediği istikrar havasından yavaş yavaş çıkıyor, çıkartılıyor…

Hayatiyetini ve varlığını ABD ve dış desteğine bağlamış olan Erdoğan ve şurekasından destek yavaş yavaş çekiliyor. Condoleezza Rice Türkiye’yi ziyaretinde Türkiye’ye IMF’i hatırlatarak tehdit ediyor. ABD aleyhtarlığı istemediğini, ayrıca İran ve Suriye için kesin destek beklediğini söylüyor.
Ortadoğu karışıyor…

İran ile Suriye, Humeyni ile Hafız Esad’ın günlerindeki gibi işbirliği deklerasyonları yayınlıyorlar.

ABD’nin, Kemal Derviş’i kullanarak, Irak politikasına destek vermeyen Ecevit Hükümetini erken seçime sürüklediğini ve kendisine Irak için yetkisi olmadığı halde söz veren Tayyip Erdoğan’ı iktidara getirmeye çalıştığını hatırlıyorum. Şimdi de, İran ve Suriye politikalarına destek vermeyen Tayyip Erdoğan’ın, acaba Amerika açısından suyu ısındı mı, “misyonu” bitti mi diye düşünüyorum.

Acaba Erkan Mumcu, Kemal Derviş ile beraber bir araya getirilip, Ecevit’e karşı oynanan oyunun tekrarına mı teşebbüs edilecek diye aklıma geliyor.

Bunları gören Tayyip Erdoğan’ın oyunu bozmak, ABD’ye karşı halk desteğine sığınmak ve muhtemel ekonomik krizden ABD’yi ve dış güçleri suçlayarak kurtulabilmek için erken seçime gitmeme ihtimalinin artık olmadığını görüyorum.

Tayyip Erdoğan da kendi açısından acaba Erkan Mumcu’ya 3 Kasım 2002 seçimlerinde Genç Parti’nin oynadığı rolü mü oynattırmak istiyor diye aklıma geliyor.

Önümüzdeki günler bu konjonktürün etkisiyle hem IMF desteğinin azalması dolayısıyla ortaya çıkacak ekonomik çalkantıların, hem yeni siyasi yapılanmaların, hem de Türkiye’ye erken baskın seçime götürme ve götürmeme gayretlerinin karşılıklı oynanacağı günler…

***

Gelişmelerden bir tanesi Erkan Mumcu’nun istifası beni bir başka konuda da geçmiş günlere götürdü. Erkan Mumcu’nun “2.5 sene Bakanlık koltuğunda oturduktan sonra aklına gelen AKP ile ilgili tenkitleri” (!), ben çok daha açık bir şekilde 1.5 sene evvel ortaya koyup, AKP’den istifa etmiştim. “Zekası” herkes tarafından takdir edilen Erkan Mumcu, ne oldu da aynı hususları görebilmek için 1.5 sene daha bekledi. Keza, aynı şekilde bugün tenkitlerini ortaya koyanlar 1.5 senedir bunları göremediler mi?

Bu soruları soruyorum çünkü tavırlarını 1.5 sene evvel ortaya koysalardı, belki Tayyip Erdoğan’ın aklı başına daha evvel gelecekti, Türkiye 30-40 milyar dolar eksik borçlanacaktı, IMF’ye teslimiyet bu şekilde olmayacaktı, Annan Planı’na destek de bu kadar rahat hareket edemeyecekti, dış politikanın istisnasız her alanında verdiği tavizler bu seviyeye gelmeyecekti. Yurt içinde de zararlarını önümüzdeki aylarda göreceğimiz, belediyeler kanunu, kamu reformu gibi konular kolay kolay gündemde olmayacaktı.

Bu arada üç tane de “gazeteci”yi hatırladım. Cüneyt Ülsever, Hakkı Devrim ve Taki Doğan… İleride medyanın tarihini yazacaklara, ibret olsun diye bu gazetecilerin çifte standartlarını dikkatinize getirmek istedim.

Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever’le, Radikal’den Hakkım Devrim, ben AKP’den istifa ettiğimde, benden evvel CHP’den istifa edip AKP’ye geçen, bugün de yolsuzluklara adı karışan milletvekilleri için çıtlarını çıkartmazken bana, “Sen AKP’nin oyları ile seçildin, milletvekilliğinden de istifa et” demişlerdi. Yolladığım açıklamaları yayınlamadılar. O günlerde yazı yazan, bugünlerde ne yaptığını bilmediğim Taki Doğan da aynı şekilde davrandı.

Erkan Mumcu’nun istifasından sonra merak edip, normal olarak pek okumadığım, ara sıra göz attığım bu iki “gazetecinin” yazılarına baktım. Öyle ya, herhalde Mumcu’nun da milletvekillerinin de istifasını isterlerdi.

Hakkı Devrim, istifasını istemek bir tarafa, Erkan Mumcu’yu yere göğe sığdıramamış. Devrim şimdi, benim hakkımda zamanında yazdığı yazıyı okusun. Acaba yaptığı haksızlığı ve çifte standardı idrak edecek izanı var mı?

Cüneyt Ülsever, “Erkan Mumcu’nun istifası ‘meselelerin’ ortaya çıkmasına vesile olacaktır” diyor. Herhalde idrak gecikmesi… 1.5 sene evvel ben aynı şeyleri söylerken “meseleleri” ortaya çıkartamadınız, bilakis, AKP’yi alkışlayıp durdunuz da, şimdi mi ortaya çıkaracaksınız? Kimbilir, belki de çıkar!..

Aradan 1.5 sene geçtikten sonra bile, tamamen benzer bir hadisede bu kadar çifte standartlı ve karşı tavır takınabilmek herhalde bizdeki bazı gazetecilere mahsus…

Men dakka dukka…


Yayın Tarihi : 17 Şubat 2005 Perşembe 18:44:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?