18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Hilmi Özkök’e açık mektup...

Hilmi Özkök Paşa konuşmuş…
Bu konuşmaları neden basın yoluyla yaptığını anlamakta her zaman zorluk çekiyorum. Ancak bu kadar edilgen bir Hükümetimiz olunca, bu tip konuşmalar da kaçınılmaz oluyor.

Bu konuşmanın bir bölümünü; irtica ile ilgili bölümünü alıp, üç kişiye üç soru sormak istiyorum:

Evvela konuşmanın ilgili bölümü:

“Ülkemizin iç güvenliğine yönelik bir diğer önemli tehdit de Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sürekli var olan irticai faaliyetlerdir.

Öncelikle, TSK’nin dine düşman gibi gösterilmeye çalışıldığı bir ortamda, dine saygılı olduğumuzu ancak irticaya karşı olduğumuzun altını bir kez daha çizmek isterim. Unutmayınız ki Büyük Önder Atatürk, Cumhuriyeti kurarken tespit ettiği altı ilkenin merkezine laikliği koymuştur. Çünkü Atatürk çok erken yaşlarda görmüştür ki, bütün çağdaş ve uygar ülkeler laikliğe sıkı sıkıya bağlı olan ülkelerdir. Nitekim, bu düşüncesini hemen her fırsatta dile getirmiştir. Atatürk’ün şu ifadeleri, bizler için laikliğin anlamını gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır;

- “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telakkisi vicdani olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.”

Kubilay’ın şehit edilmesinden sonra, günümüze kadar faaliyetlerine aralıksız devam eden irticai unsurlar son yıllarda, terörle ya da doğrudan devletin temel niteliklerini değiştirmenin mümkün olmadığı gerçeğini görmüşler, toplum ve devletle barışık bir görüntü içerisine girmişlerdir. Ancak bunun anlamı, irticai faaliyetlerin artık sona erdiği değildir. Bunun anlamı yeni bir yol ve yaklaşımdır. Nitekim, laiklik, milliyetçilik, din-devlet ilişkisi, din-toplum ilişkisi, din-birey ilişkisi, birey-devlet ilişkisi gibi kavramlar üzerinde yeni tanımlar ve yorumlar getirmek suretiyle, laiklik kavramının içerisini boşaltma gayretine girişmişlerdir.
Bu gelişmeler çerçevesinde irticai unsurların; irticai terör örgütleri, radikal dini gruplar, dini motifli siyasal gruplar, dini gruplar, tarikatlar ve cemaatler adı altında legal ve illegal oluşumlar halinde geniş bir yelpazede yapılanarak ve Cumhuriyet rejiminin ve demokrasinin hoşgörülerini ustalıkla kullanarak bir aldatma içerisinde oldukları görülmektedir.
15 - 20 Kasım 2003 tarihinde, İstanbul’da sinagoglara ve konsolosluklara yönelik meydana gelen terörist saldırı sonrasında, irticai terör örgütleri, kendilerine karşı oluşan tepki ve baskıların da etkisiyle, faaliyetlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmışlar ve toplumda hoşgörü ile karşılanan taban genişletmeye yönelik faaliyetlere ağırlık vermişlerdir.

Bugün gelinen noktada, irticai terör örgütlerine karşı yürütülen başarılı mücadele sonucu silahlı eylemlerin büyük ölçüde azaldığı, irticai nitelikli toplumsal olaylarda geçmiş dönemlere göre gerek eylem gerekse katılım bazında büyük düşüşler yaşandığı gözlenmektedir.
Ancak irticai hareket, dini bireysellikten çıkararak onu toplumun talepleri olarak siyasete yansıtma gayretlerini yoğunlaştırmıştır. Bu gayretlerde; demokrasinin tüm meşru vasıtaları, bu kapsamda; okul, yurt, şirket, dernek, vakıf, yazılı ve görsel medya, toplumu örgütleme ve yönlendirmede etkili olarak kullanılmaktadır.

Bu dönemde irticai örgütler; kamu kurumlarında kadrolaşma gayretlerini artırmış, bu yönde önemli mesafeler kaydetmişlerdir. Basın - yayın organları vasıtasıyla propaganda faaliyetlerini hızlandırmışlardır.
Daha önce de bir konuşmamda aynen ifade ettiğim gibi, TSK’nin bugüne kadar daima taraf olduğu ve bundan sonra da taraf olmaya devam edeceği konu; Cumhuriyetin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti niteliğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusu ve toprağıyla bölünmezliğinin sonsuza kadar korunması ve kollanmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni ileriye götürecek, geleceğe taşıyacak ana ilkeler laiklik ve çağdaşlıktır. Hiç kimse; TSK’nden bu konularda tarafsız kalmasını beklememelidir. TSK’nin bu konulara ilişkin hassasiyet ve kararlılığı aynen sürecektir.”
Bu bölümü okurken Fethullah Gülen hakkında yazdığım 23.11.2004, 26.11.2004, 29.11.2004 ve 24.12.2004 tarihli yazılarımı hatırladım…

****
Hilmi Özkök Paşa’nın yaptığı konuşmayı beraber okuduk, sıra sorularıma geldi.
Birinci sorum Hilmi Özkök Paşa’ya (Paşa hitabını kullanırken Atatürk kanunlarını ihlal ettiğimin ve suç işlediğimin farkındayım!):

15 sayfalık konuşmanızdaki meseleleri MGK toplantısında dile getirdiniz mi? Konuşmanızın 15 sayfasında iştirak ettiğimiz bu hususlar meşru zemin olan MGK’da konuşulsa ve MGK bildirisinde yer alsa çok daha doğru olmaz mıydı? Neden meşru zeminleri kullanmıyorsunuz?
Paşam, bu konuşmayı yapan siz mutasavver Avrupa Anayasası’nın, (29 Mayıs’ta Fransa kabul edilirse önünde hiç bir engel kalmayacak anayasa) II-10 maddesini nasıl içinize sindiriyorsunuz.

Maddeyi hep beraber okuyalım:
“Herkes düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, tek başına ya da başkaları ile birlikte, topluluk halinde veya herkesin önünde veya özel olarak din ya da inanç değiştirme özgürlüğünün yanı sıra, ibadette, öğretimde, uygulamada ve törenlerde dinini veya inancını açıkça ortaya koyma özgürlüğünü de içerir.”

Gördüğünüz gibi bu madde, bırakın başörtülü bir hakime hanımı, kavuklu cübbeli bir hakime bile izin veriyor…
****
İkinci sorum Başbakana:
Tayyip Bey, “etle tırnak gibi olduğunuzu” söylediğiniz Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı bu siyasi açıklamanın muhatabının bire bir kendiniz olduğunun farkında mısınız?

Parlamenter bir demokrasi olduğunu zannettiğimiz sistemimizde Başbakan olarak Genelkurmay Başkanının başta irtica tehlikesi olmak üzere yapmış olduğu bu siyasi değerlendirmeler hakkındaki açıklamalarınız nelerdir?
Genelkurmay Başkanına Askeri Ceza Kanunu’nun 148. maddesini hatırlatmayı düşünüyor musunuz?

****
Üçüncü sorum da basındaki kerameti kendinden menkul demokrat gazetecilerimize:

Genelkurmay Başkanının bu açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
****

Not: Askeri Ceza Kanunu 148. maddeyi hatırlatıyoruz:
Siyasi faaliyetlerde bulunanlar (1)

Madde 148 - (Değişik: 22/3/2000-4551/30 md.) Askeri şahıslardan;

A) Siyasi bir partiye üye olmak için müracaat eden veya herhangi bir suretle siyasi partilere girenler,

B) Siyasi amaçla toplantı yapan veya aynı amaçla siyasi gösterilere katılanlar,

C) Siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunanlar

D) Siyasi toplantılara resmi veya sivil kıyafetle katılanlar,

E) Herhangi bir sebeple yalnız veya toplu olarak siyasi mahiyette beyanname hazırlayan, hazırlanmış beyannameyi imzalayan, imzalatan veya yayın organlarına ulaştıran veya dağıtanlar.

Fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, bir aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu cürümler, seferberlikte işlenirse ceza iki misli olarak hükmolunur.


Yayın Tarihi : 21 Nisan 2005 Perşembe 14:49:04
Güncelleme :15 Temmuz 2006 Cumartesi 11:40:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?