17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

İlerleme Raporu ve ’zihniyet değişikliği’...

AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu ile ilgili olarak ortaya atılan tenkitlerin bazılarının haklılığı, raporun genel olarak olumlu bir rapor olduğu hakikatini değiştirmiyor. Tenkitler, azınlık hakları, ruhban okulu, serbest dolaşım ve aleviler konularında. Haklı olan iki tenkit, özellikle Alevilerin, Sünni olmayan azınlık olarak tanımlanmasında ve serbest dolaşım konusunda “kesin kısıtlamaların düşünülebileceği” hususunda. Bu iki konu mutlaka düzeltilmeli. Sünni olmayan Müslümanlar Türkiye’de azınlık olarak kabul edilmez, serbest dolaşım konusunda da mutlaka iki tarafı da rahatlatacak makul ve gerçekçi programlar yapılacaktır ama kesin kısıtlamaların düşünülebileceği hususu kabul edilemez ve düşünülemez.

Kürt kökenli Türk vatandaşlarının durumu ile ilgili raporda bulunan hususlar da, kattiyen bir siyasi azınlık veya siyasi hak çerçevesinde düşünülmemiştir, rapora da bu şekilde alınmamıştır. Konuşulan kültürel haklardır.

Bu tenkilere rağmen rapor genel itirabiyle olumlu bir rapordur ve Türkiye 17 Aralık 2004’de müzakere tarihi alarak müzakerelere başlayacaktır.

Mesele, Türkiye’nin müzakereleri hangi anlayışla, hangi tavırla ve kimlerle (özellikle hangi hükümetle) yürüteceğidir.

Bugünkü hükümetin bu müzakereleri gerekli şekilde yürütemeyeceği konusunda çok ciddi endişelerim var. Bu endişelerim iki grupta toplanıyor. Bunlardan birincisi, bu hükümetin yabancılarla görüşürken gösterdiği teslimiyetçi tavır.

Size üç tane örnek vereyim: Birinci örnek, ABD’nin talebi üzerine Türkiye’ye 42 bin Amerikan askerini yerleştirecek olan, birinci tezkerenin kabulü için TBMM’ye neredeyse yalvarması.

İkinci örnek, Kıbrıs müzakerelerinde Annan Planı’nın kabulü için gösterdiği (maalesef) teslimiyetçi tavır.

Üçüncüsü de, daha geçenlerde zina meselesi yüzünden, “Biz Türküz; içişlerimize karışamazlar” beyanından sonra dediklerinin bir kaç gün içinde unutup, tam tersini yapmaları.

Bu hükümet, “diklenmeden dik duracağım” demesine rağmen, diklenip, dik duramayan bir hükümet.

İkinci endişe kaynağı bu hükümetin esas itirabiyle AB’den ziyade, BOP’a daha yatkın olması. Bu hükümetin hiçbir temsilcisi (örneğin Sayın Cumhurbaşkanı’nın 1 Ekim’de TBMM’de yaptığı konuşma gibi karşı çıkamadı), ne Başbakanı, ne de Dışişleri Bakanı çıkıp da, “Bizim yeni Osmanlı Projesi ile Büyük Ortadoğu Projesi ile bir ilgimiz yok. Ilımlı İslam’a dayanan siyasi projeleri desteklemiyoruz ve ilgilenmiyoruz” lafını edemiyor. Dolayısıyla, önümüzdeki aylarda ve senelerde AB ile müzakerelerde çıkacak problemleri vesile ilan edip, AB’den BOP’a doğru kaçmaları çok kuvvetli ihtimal.

*****

Bir üçüncü endişe kaynağı daha var. O da, AB’nin ruhunu teşkil eden ifade özgürlüğü ve demokratik denetime olan tahammülsüzlükleri.

Başbakan 7 Ekim 2004 günü Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “AB bir zihniyet değişikliği gerektirir” derken fevklade haklıydı. Bu zihniyet değişikliğinin de öncelikle kendisinden başlaması lazım. Bu konuda size somut bir örnek vereceğim:

Atilla Kart CHP Konya Milletvekilidir. Hukukçudur. Meclisin en çalışkan milletvekillerinden birisidir. Takip ettiği bir çok konu arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kardeşinin iş ilişkileri ve özelleştirmedeki bazı kişilerin oynadığı roller vardır.

Atilla Kart, 6 Eylül 2004 tarihinde Başbakana yazılı bir soru önergesi yöneltti. Soru önergesinde, “Yargıtay-MİT-Çakıcı görüşmelerinden önce, Alaaddin Çakıcı’nın yurtdışına çıkışı sürecinde, Çakıcı’nın Başbakan’a yakın olduğu kamuoyunda bilinen ve kızının nikah tanığı olan sanatçı Adnan Şenses aracılığıyla, Başbakan, Adalet ve İçişleri Bakanları ile görüştüğü, bu görüşmede Çakıcı’nın kendisinin üzerine gelinmemesi, yurtdışına çıkışı sürecinde görmezden gelinmesi yolunda talepte bulunduğu konusunda duyumlar alınmıştır. Bu konu tahkik edilmelidir” diye “Bu duyumların doğru olup olmadığı” konusunu sormuştur.

Atilla Kart’ın duyum olarak bazı gazetelerde de yer alan, muhtemelen bir dedikodudan ibaret olan bu konuyu sorması bir milletvekili olarak hem hakkı, hem de görevidir. Sorunun sorulması Başbakana, bu görüşmeler doğru değil ise söylentileri yalanlamak ve kamuoyunu aydınlatmak fırsatı da verir. Ama neredeeee? Sen misin bu soruyu soran!

Biz, bakanlara ve başbakanlara yönelttiğimiz sorulara cevap alamazken, aldığımız cevaplar aylarca gecikirken, Atilla Kart’ın bu soru önergesi şimşek hızıyla cevaplanıyor! Başbakanlık Basın Danışmanı derhal bir yazılı açıklama yapıyor ve Atilla Kart’ı iddiaların gerçekliğini araştırmadan, sayın Başbakana bu iddia ile ilgili ne düşündüğünü, cevabının ne olacağını sormadan kamuoyunda yanlış algılamaya yol açacak şekilde yayınladığı için de hem basını, hem de Atilla Kart’ı çok ağır bir dille suçlayıp, yalancılık ve iftiracılıkla itham ediyor. Atilla Kart’ın üslubunda hiçbir aşırılık olmamakla beraber, Başbakanlığın basın açıklamasının üslubu ve lisanı “Başbakanlığa” hiç yakışmıyor.

Mesele burada da bitmiyor, arkasından Recep Tayyip Erdoğan, Atilla Kart’a 15 milyar TL’lik bir tazminat davası açıyor. Tazminat davasında, Atilla Kart’ın bir milletvekili olarak Tayyip Erdoğan’ın cevaplandırmasını istediği soruyu, “fevkalade ağır, katlanılması ve tahammülü gayrikabil hakaretler ve ithamlar, iftiralar” olarak değerlendiriyor.

Bir milletvekilinin sorusu ne kadar şok edici olursa olsun bir başbakanın eğer demokrasiyi, yasamanın denetimini, hukukun üstünlüğünü içine sindiriyorsa, bu soruya makul ve terbiyeli bir açıklama ile cevap vermesi uygun olur. Hele hele bu başbakanın, “çağdaşlaşma yolunda bir projeyi yürüttüğünü” iddia ettiğini düşünürsek, böyle bir davranış şekli olması gereken makul bir davranış değil midir?

Hayır, bizim başbakanımız nedense sinirleniyor, tutuyor bir hakaret davası açıyor. Doğrusu bu aşırı sinirlenmesi de, duyumların doğru olup olmadığı konusundaki şüpheleri arttırıyor.

Benim, Alaaddin Çakıcı’nın ilişkileri ile ilgili olarak bir araştırma talebim olduğunu, bu araştırma talebini hem AK Parti, hem de CHP Grup Başkanvekillerine ilettiğimi bu sütunu takip edenler biliyorlar. Muhtemelen yanlış olan Başbakan hakkındaki duyumlar da bu komisyon kurulursa açıklığa kavuşur. Başbakanın da, hele hele Avrupalılaşma yolunda müzakereleri yürütme iddiası varsa, evvela AB’nin, hukuk devletinin, demokrasinin ve denetimin manasını anlaması gerekir.



Yayın Tarihi : 8 Ekim 2004 Cuma 23:56:52
Güncelleme :9 Ekim 2004 Cumartesi 00:00:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?