19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

IMF, AB, Gümrük Birliği üzerine notlar...

Bugün konumuz ekonomi. Ekonomi benim özel ilgi alanlarımdan bir tanesi. Bunda da herhalde hem tahsilimin rolü var, hem de ekonomiyi güvenlikle beraber Türkiye’nin en önemli sorunu olarak görüyorum.

Bu konuyla ilgili konuyu çok iyi bilen bazı dostlarımızla sık sık görüş alışverişinde bulunuyoruz. Onların da ikazıyla Türkiye’de büyüme rakamlarının yanlış olduğunu ortaya koyduk. Yine, onlarla yaptığımız sohbetlerde Gümrük Birliği’ni, IMF’yi sık sık masaya yatırıyoruz.

Bugün bu çalışmalarla ilgili size çok uzun ama çok önemli bir ekonomik metin sunacağım. Dostlarımın bana verdiği IMF ve AB ilişkileri çerçevesinde, IMF yaklaşımları ile Gümrük Birliği uygulamalarını değerlendirme ile ilgili bilgi notunu yazımın sonunda görebilirsiniz. Bilgi notu, 26 sayfa ve konunun ilgilileri için çok önemli bilgiler ihtiva ediyor. Bu bilgi notuna dayanarak Başbakan’a aşağıdaki soru önergesini yolladım. Bu soru önergesinin üzerindeki çalışmaları ciddiyetlerini, cesaretlerini, konuya hakimiyetlerini veya tersine edilgenliklerini ve teslimiyetlerini gösterecek.

*****

Konunun hakiki bir uzmanı olan bankacı bir dostum diyor ki:

“Şimdi bizim duruma gelince...

Bizim 1980’li yılların sonlarından bu yana IMF ile ilişkilerde 2 büyük yalanımız oldu...ve biz yalanları devlet kurumları olarak IMF’ye, ortağı da olduğumuz bir uluslararası kuruluşa yüzümüz kızarmadan söylerken cinlik yapıyoruz zannettik ve sonu döndü dolaştı bizim kendi hüsranımız oldu.

Yalan1; Özal döneminden başlayarak söylenen en büyük yalan kamu maliyesinin disiplini konusunda, bütçenin şeffaflığı ve bütçe disiplini konusunda oldu...ne zaman IMF gelip yahu şu hesapları bir tutturalım dese, bizim anlı şanlı bakanlarımız ve yanılmaz/yanıltılmaz/yüce bürokratlarımız gerek bütçe dışı fonlar yolu ile, gerek kamu bankaları finansmanı yolu ile deldikleri bütçe disiplinini varmış gibi sunmaya devam ettiler...ilk dikiş 1994’de patladı, bunu 1998 ve nihayet 2000 Kasım krizleri izledi ve bu yalan bir utanç abidesi olarak 2001 Mayıs Mektubunda suratımıza çarpıldı...

Örneğin İktisat Bankasının, Pamukbank’ın ve nihayet ve de tartışmamız bir biçimde Esbank’ın batışlarının ilk adımı bu yalancılık sonucu, bu ikiyüzlülük sürecine sonunda özel bankaların da alet edilmiş olmalarıdır...Hele hele Esbank...İsdemir ve TMO finansmanlarından sarkan ödenmeyen alacaklarını kamudan tahsil yerine piyasadan fonlayarak girdiği zararlar, hem benzer finansmanları yapan özel ve kamu bankalarının piyasada yarattığı faiz baskısı hem de bu baskı sonucu panik içinde yaratılan açık pozisyonlar ve düşük kaliteli aktifler sonucudur, ki;

bugün yargılanan ve sistem dışına atılanlar Zeytinoğlu ailesi, o paniğe göz yumup da sistemin çürümesini seyreden ve ortalık boy göstermeye devam eden "ana"lar, "baba"lardır...

" onlar ne verirse en 5 bin lira fazla veririm" prensibi üzerine fiyat destek politikası yapıp da 1992’de 1 milyar dolar olmayan görev zararlarını babasının parasını harcar gibi patlatıp, yanlız kamu bankaları nezdindeki zararın 2001 itibarı ile 24 milyar dolar olmasına neden olanlar bugün ne yapıyorlar sizce? IMF’de çalışmıyorlar, hiç de çalışmadılar, IMF ile hiç alakaları da olmadı...ama IMF’ye bütçe hedeflerinin tuttuğu yalanını söyleyenlerdi ve Mayıs 2001’de bu devlet iç borç rakamını toplam 50 milyardan 90 kusur milyar dolara çıkartırken onlar hiç ortalık da yoktular...

Dikkatinizi çekerim, 2 kamu bankası, Ziraat ve Halk’taki bu 24 milyar dolar o gün itibarı ile toplam 20 el konulan banka için verilen 17 milyar’dan fazladır...

İşin enteresan tarafı...bu 24 milyar da kuponlu, yani faiz işleyen bir borçtu ve bugün bu kağıtlar için ödenen faizler ana parasını geçmiştir...Ama her ne hikmetse, bu faizler bu kamu bankalarının "karlılığı" olarak kamuoyuna sunuldu, kamu bankaları kara geçtiler denildi...ama aynı faiz tahakkuk sistemi içinde TMSF için yapılan ikrazatın faizleri, "hortum maliyeti" olarak anılır oldu...ilginç bir tezat değil mi?

Yalan 2: Açık Pozisyon...Bu memleketin resmi temsilcileri 1999 sonbaharında yapılan IMF görüşmelerinde resmen bankacılık sistemindeki açık pozisyonu sakladılar...20 milyar dolarlar mertebesindeki gerçek açık pozisyon, IMF’ye yarısı olarak bildirildi...

Şimdi siz kendinizi doktorun yerine koyun...hasta size midesindeki ağrıdan değil boğazondaki ağrıdan bahsediyor...siz de ona ona göre bir ilaç yazıyorsunuz...yani ben sana 13 milyar dolar verirsem, bu kaynak seni "stand-by" bu virajdan çıkartır diyorsunuz...sonra bir bakıyorsunuz ki adam viraja 10 deyip 20 milyar gerçek açık pozisyonla girmiş üstelik de bakım yaptıracağım dediği frenlerini ve balatalarını aynen baktırtmadan gazlamış...

Hatırlarsınız, 1999 stand-by’ın en kritik 2 konusu vardı...1) 7 milyar dolara yakın özelleştirme geliri, 2) bütçe dışı fonların bütçeye alınıp bütçe disiplini yönünde yapısal reformların gerçekleşmesi...ikisi de yapılmadı...bunlar yapılmayınca parasal disiplin darmadağın oldu, beklenen döviz girdisi gelmeyince saklanan açık pozisyon patladı...sabit kur nedeni ile ağustos sonu itibarı ile açılan dış ticaret makası kasım 2000’de dikiş tutmaz bir piyasa yarattı... O 6 Aralık gecesi ya Ziraat ve Halk gidecekti, ya Demirbank, Demirbank gitti... Yapı Kredi ve Garanti son anda oyuna uyanıp işi kurtarmaya çalıştı ama Akbank gibi oportunist oyuncular kenarda kalıp seyretmeyi tercih edince, Demir gitti...açık pozisyon yalanı da sistemden iki gecede uçan 7 milyar dolarla birlikte patladı gitti...sonu, işte bu günler...

Ha bu arada "otorite" ne yaptı? Merkez Bankası...onlar IMF mektubundaki Net İç Varlık rasyosunu tutturmayı, merkez bankacılık yapmaya tercih ettiler...piyasadaki likidite krizini dövize saldırı olarak algılan IMF’ye uyup, "pencereyi" kapattılar...Kendileri bu taş kafalılık yüzünden bugün de takdir edilmelidirler...! Pes derler bu kadarına ve bu, ABD’de Greenspan’in bile yapmadığı bir duyarsız ve tam anlamı ile kötü yönetim örneği olan tutumdur...Bir merkez bankası başkanının altındakileri ikna edemeyip, elindeki birlikleri ve imkanları krizin giderilmesi için böyle kritik bir anda araziye sürememesi, işlerin o gece nasıl bir komutanda kaldığını göstermektedir...

Daha da vahimi, peki o günlerde bir de yeni BDDK’mız vardır...o ne yapmaktadır...atandığından beri geçen 8 ay boyunca zamanını iç prosedürleri yazmak ve kurum çalışanlarının harcama limitleri vesaire konuları netleştirmekle geçiren başkan ve kurul üyeleri, kriz geldiğinde yanında tercümanı ile Hazine ile BDDK arasında mekik yapan IMF’nin gerçek niyetini ve varlık nedenini çözmeye çalışmaktadırlar...sonuç, sabaha karşı 4 buçukta Demirbank’ın uçmasıdır...e tabii, işi gücü bankacılığı hırsız-polis kovalamacası mizanseni dışında görmek imkan ve birikimine sahip olmayan bir bankacılık otoritesinin kriz zamanı yapacağı da bundan öte gitmezdi...

Aynı IMF iki yıl sonra aynı mekiği yaparken ve bir 31 ocak gecesi bir büyük bankaya el koyulmasını zorlarken otorite, kurum ve kurumu temsilen başkanı, hayır diyebiliyorsa, iki yıl önce neden bize özgü bir çözüm üretilememişti...bu çözümleri dayatan IMF unutulmamalıdır ki esas amacı olan uluslararası sistemdeki ödemeler mekanizmasını korumaya çalışmaktadır...içeride Türkiye veya başka birinin karşılacağı sorunlar ikincildir...gerekirse bu iş bakan da önerilir, ama o bakan da gene bir başbakan tarafından atanır ve cumhurbaşkanı tarafından onanır...UNUTULMASIN...

EVET; 15 yıl boyunca iki koca yalan ve en kritik kriz anında işlemeyen, anlamayan, algılamayan, stratejik derinlik içinde değerlendirme yapmak donanım ve birikiminden yoksun yetkililer... »

****

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 13.04.2005

Emin ŞİRİN

İstanbul MİLLETVEKİLİ

2001 krizinde Türkiye’ye sabit kur rejimi uygulama talimatı veren IMF, bunun yanlış bir politika olduğunu basına da yansıdığı üzere başkanının ağzından açıklanmıştır.

Aynı şekilde zamanında büyük bir zafer olarak duyurulan Gümrük Birliği nedeniyle aslında ülkemiz ucuz ve ithal malların deposu haline gelmiş ve yerli sanayiimiz üretim ve rekabet gücünü yitirmiştir.

AB ülkeleri tarımda sübvansiyonu desteklerken IMF tam tersi mali politikayla kamu gelirlerinin azaltılması amacıyla Türkiye’ye tarımda devlet desteğinin kaldırılması talebini hayata geçirmektedir.

Ayrıca Türkiye’nin AB’ye üye olmadan Gümrük Birliği’ne üye olması ve AB’nin GB üyeliği sürecinde Türkiye’ye taahhüt ettiği uyum yardımlarının tahsis edilmemiş olması nedeniyle de ülkemizin, ekonomisini GB’den doğan ağır ekonomik yükü karşılayacak düzeye getirememesi nedeniyle ülkemiz sanayicileri üretici konumda iken ithalatçı konuma gelmiştir, ülkemizin dış ticaret açığı 1988 – 1995 yılları arasında 21,7 milyar USD iken 1995 – 2004 yılları arasında 68,1 milyar USD’ye yükselmiştir.2001 krizi sırasında 56 milyar dolar olan bu açık,IMF’in sabit kur politikası sonucu ülke kaynaklarının üretime değil tüketime ayrılması sonucu krize dönüşmüştür.

Ayrıca IMF tarafından yanlış ekonomik politika uygulanan ülkeler sadece Türkiye ile kalmamaktadır. Türkiye gibi Brezilya, Endonezya, Rusya ve Arjantin de IMF’nin yanlış politikalarından zarar görmüş ülkelerdir.IMF Beşlisi olarak da tanımlanan bu ülkeler hem doğal hem insan kaynaklarıyla geniş bir alana yayılmakta ve büyüyen bir üretim kapasitesiyle GSMH’lerini önümüzdeki 20 yıl içinde en az birkaç katı oranında artırma gücüne sahip bulunmaktadır. Nitekim Brezilya artık IMF ile yeni anlaşma yapmayacağını açıklamıştır. Bu ülkeler üzerinde özellikle borçlandırılmaları ve bu ülkelerin ekonomik geleceklerinin kontrol altına alınması yolunda bir siyaset izlendiği anlaşılmaktadır.

Bu nedenle,yukarda belirtilen ülkelerle IMF’ e karşı yürütülecek mali politikalar açısından ortaklaşa koruyucu ve kurtarıcı politika izlenilmesi olanaklarının araştırılması uygun bulunmaktadır.

Yukarıda kısaca açıklanan sebeplerden ötürü; aşağıdaki sorularıma cevap verilmesini arz ederim:

Sorular:

1. Türkiye’nin çevresindeki kendisinin neden olmadığı savaş(force major)koşulları nedeniyle, IMF’ye olan borçların ödenmesini en az beş ila yedi yıl arasında ertelenmesi görüşülmekte midir?

2. AB ve IMF’nin, Türkiye’nin 2001 krizinin Türkiye’ye verdiği reel zararın hesaplanarak bu zarardan doğan sorumluluğun “müterafik (karşılıklı) kusur” olarak AB ve IMF arasında paylaşılmasına ilişkin ekonomi ve hukuk imkanlarının araştırılması çalışması yapılmakta mıdır?

3. AB’nin, Türkiye’nin bu zararlarındaki payının, doğan zararlarını kısmen yatırıma dönüştürülebilecek şekilde kredi vererek karşılaması ve kalanının da makul faizle IMF fonlarından karşılanması çalışması yapılmakta mıdır?

4. Türkiye’nin; yukarda “IMF beşlisi” olarak tanımlanan ve GSMH’larını Dünya ölçeğinde en çok artırma potansiyeli nedeniyle IMF tarafından en çok borçlandırılan Brezilya, Arjantin, Endonezya ve Rusya hükümetleri ile birlikte IMF’ye karşı ortak politika oluşturulmasının araştırılması ve yaşama geçirilmesi çalışması yapılmakta mıdır?

5. IMF’nin, Şubat 2001 krizinde; 2001 yılından önce Türkiye’ye sabit kur rejimi uygulaması talimatı vermiş olması dolayısıyla mesuliyeti var mıdır? Bu mesuliyetin rakamsal değeri ne kadardır? IMF yetkililerinin Şubat 2001 krizindeki sorumluluklarını kabul etmeleri için bir görüşme yapılmakta mıdır?

6. Türkiye’nin ödemelerinde yaklaşık olarak uygulanan faiz oranı ne kadardır? Uygulanan bir faiz oranı IMF’nin amaçlarını ortaya koyan 1944 tarihli Breton Woods Anlaşmasının 1. maddesine uygun mudur? Keza, faiz oranı aynı anlaşmanın 20. maddesine uygun mudur?


Yayın Tarihi : 15 Nisan 2005 Cuma 14:56:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?