Bugünlerde AB meselesi tekrar aktüel hale geldi.
Evvela Sayın Gündüz Aktan Radikal Gazetesinde İmtiyazlı Ortaklık konusunda bir yazı yazdı. Arkasından meşhur Medeniyetler Çatışması tezinin mimarı Hungtinton Türkiyede verdiği bir mülakatta, Avrupa halklarında Türkiyenin tarihi ve kültürü itibariyle Avrupalı olmayan bir ulus olduğu şeklinde yaygın bir görüş bulunuyor. Bu görüş paylaşılmaya devam ettiği sürece Türkiyenin ABye üyeliği olasılık dışıdır, hayaldir dedi.
Derken, bazılarının merakla bekledikleri müzakereci kim olacak? sorusunun yanıtı ortaya çıktı. Türkiyenin Başmüzakerecisi, biz kendi sözlerine dayanarak Tayyip Erdoğan zannederken, Ali Babacanın olduğu ortaya çıktı
Küreselleşmeci çevreler bu atamayı alkışladılar. Alkışlamakta da haklılar; dış güçleri, dış çevreleri ve ileride de AByi Türkiye nezdinde temsil etmek için Ali Babacandan daha isabetli birini zor bulurlar!...
****
ASAM Başkanı Sayın Gündüz Aktanın Radikalde çıkan, İmtiyazlı Ortaklık başlıklı yazısı üzerine kendisine yazdığım mektubu sizinle paylaşıyorum:
Muhterem Gündüz Bey,
19.05.2005 tarihli Radikal Gazetesinde yazdığınız yazı epey gürültüye yol açtı. ABye imtiyazlı ortaklık konusu iyi-kötü tartışılmaya başlandı.
Bu konu üzerine yazı yazanlar, hemen hemen istisnasız hepsi, İmtiyazlı ortaklık hukuksuzdur, tartışılamaz, tam üyelik dışında başka seçenek konuşulmamalı diye yazdılar.
Ben de tersine, Müstakbel Avrupa Anayasasını inceleyen ve 17 Aralık kararlarını tam olarak tetkik eden hiç kimse Avrupa Birliğine tam üye olmak istemeyecektir; pek tabii, yeni Tanzimatçılar hariç diye düşünüyorum.
Benim teklifim çok açık: Özel anlaşmayı biz teklif etmeliyiz. Bizim ABye tam üye olmakta, özellikle müstakbel anayasa çerçevesinde bakıldığında hiçbir çıkarımız kalmadı. Kaybedeceğimiz, kazanacağımızdan çok daha fazla. Bu konuda sayısız makale yazdım. (Bu konudaki yazılarımı www.haberx.comda (18.11.2004 AB Manifestosu, 30.11.2004 Hem Sarkozyi, hem Merkeli ciddiye alalım, 06.12.2004 Başbakan Recep Tayyip Erdoğana açık mektup, 17.12.2004 Sayın Ahmet Necdet Sezen ve Sayın Hilmi Özköke açık mektup, 21.12.2004 Bardağın dibi delik, 05.01.2005 Kürt Meselesi ve AB Anayasası, nihayet tartışıyoruz) bulabilirsiniz.
İki cümle ile özetleyeyim: ABnin 6 ayağı var:
1- Güvenlik sistemi,
2- Kopenhag Kriterleri,
3- Malların serbest dolaşımı,
4- Hizmetin serbest dolaşımı,
5- İnsanların serbest dolaşımı,
6- Sermayenin serbest dolaşımı.
Bir de bunun üzerine 90 bin küsur sayfalık uyum mevzuatı var.
6 kriterin 6sına da bakalım:
İnsanların serbest dolaşımı hariç diğer kriterlere, bazı eksikliklere rağmen zaten uyuyoruz ya da içindeyiz. Bir tek insanların serbest dolaşımının dışındayız ve aşağı yukarı 20-30 sene dışında kalacağız. Buna rağmen ABye girersek, bir de bağımsızlığı büyük ölçüde ortadan kaldıran AB Anayasasını üst hukuk olarak kabul edeceğiz. Bu AB Anayasasının Türkiyede çok az insan tetkik etti. Bu AB Anayasası Türkiyeyi Brükselden idare ettirecek. Böyle bir duruma ancak Biz kendi başımıza hiçbir şey yapamayız, adam olmak istiyorsak 90 bin sayfayı kabul edip, uygulayıp, her şeyi Avrupalıların dediği gibi yapmamız gerekir diyen yeni Tanzimatçılar evet der. Bu edilgen tavırla ne moderleşme, ne kalkınma olmaz. Son 150 senede kalıcı olan tek reform süreci Türkiyenin etken bir tavırla kendi başına yaptığı 1920-1930 süreci ile 1983-1985 sürecidir. Edilgenliği bırakıp etken olmamız lazım.
Dediğim gibi ABye imtiyazlı ortaklığı bizim teklif etmemiz gerekiyor. Teklifimiz de, 15 sene müddetle, senede 100 bin işçi almaları kaydıyla imtiyazlı ortaklık. 15 sene sonra karşılıklı oturur bakarız.
100 bin işçi nereden çıktı diyebilirsiniz. 100 bin işçi Gümrük Birliğinin bize kaybettirdiği iş gücünün takriben 1/3üdür. Hiç olmazsa onu telafi etmeleri lazım.
Bir satırla ifade ettiğim bu konu hakkında yukarıda da belirttiğim gibi bir çok detaylı yazım var.
İmtiyazlı ortaklık kötü bir şey değildir, bilakis yapmamız gerekendir.
****
Bu sütunları takip edenler bilirler, Avrupa Anayasası konusunun üzerinde çok durmuştum. Ve, Mutasavver Avrupa Anayasasını okuyan bir Türk Vatandaşı bu anayasaya acaba nasıl evet der, demiştim. Anayasaya itirazlarımdan biri de laiklik konusunda yaratacağı sıkıntıydı. Fransada, birkaç gün sonra yapılacak referandumda hayır denilmesini isteyenlerle ilgili olarak Vatan gazetesinden okuyoruz:
AB Anayasası yürürlüğe girerse, Fransadaki türban yasağı kaldırılır mı? Bu sorunun cevabı, Türkiyedeki türban tartışmalarının geleceğini de yakından ilgilendiriyor. Fransızlar, laiklik prensibinin sulandırılacağından çekiniyorlar. Anayasanın II-10. maddesine göre, herkesin dini inancını kamusal alanda beyan etme hakkı bulunuyor.
Fransız Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsünün Türkiye Uzmanı Didier Billion da laiklik endişesi nedeniyle Anayasaya hayır diyenlerden. Türkiyenin AB üyeliğini destekleyen Billionun açıklamaları şöyle:
AB Anayasası kabul edilirse, Fransız usulü laiklik sona erer. Anayasa insanların inançlarını kamu alanında ifade etmelerine olarak tanıyor. Böylece Avrupada sınıfsal katmanlaşma eğilimi başlayacaktır. Bu da hukukun eşitliği ilkesine aykırı. İnsanlar istedikleri gibi düşünsünler ve giyinsinler. Ama bu nedenle sistemin onlara farklı haklar vermesine karşıyım. Bu konuda Türkiye ile ortak noktamız var. Fransa ve Türkiye, katmanlaşmaya dayalı toplum anlayışına karşı mücadele veriyor.
Eğer Anayasa yürürlüğe girerse Fransada yaşayan türbanlı kadınlar Avrupa Adalet mekanizmasını bize karşı çevirirler. Sonunda Fransanın laiklik yasası haksız çıkar. Büyük bir kriz yaşanır. Öte yandan Anayasaya hayır, Türkiyeye evet görüşüm aslında herkesi şaşırtıyor. Niye Romanya ve Bulgaristanı kabul edip Türkiyeyi reddedeceğiz? Sosyal ve demokratik bir Avrupa için Türkiyenin girmesini istiyorum. Üyelim kararını Türklerin kendisi verecek. Belki Avrupa sayesinde, Türkler sosyal haklarını hızlı bir şekilde alırlar.