19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Lider sultası işi milletvekili azarlamaya vardırdı...

Deniz Baykal, “Kongreyi kapalı yapacağım, açık olursa milletvekillerini haşlayamam” diyor...
Tayyip Erdoğan, “Herkes istediği gibi konuşamaz, bağımsız olmak isteyenler bağımsız olsunlar, bu partinin çatısı altında hiçkimse kendi kafasına göre açıklama yapamaz, kimsenin böyle bir hakkı yok diyor. Tayyip Erdoğan’ın milletvekillerini sık sık azarladığı ve sert çıktığı da sık sık konuşuluyor.

Milletvekilleri bu şekilde azarlanmayı içlerine sindireceklerse, TBMM, Türkiye Büyük Millet Meclisi olamaz, vekiller milletin vekili olamazlar, bu rejimin adı da parlamenter demokrasi olmaz. Milletvekillerinin evvela bu azarlamalar karşısında dik durabilmeyi bilmeleri lazım.

Tayyip Erdoğan değişir mi, değişmez mi?

Değişir, değişir; hem de nasıl değişir...

Evvela, Recep Tayyip Erdoğan’ın 17.08.2003 tarihli AK Parti TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşma:

“Siyaset sahnesine getireceğimiz yeni tarz ile, siyasal mücadelemizi, Yüce Meclisin saygınlığına ve Meclis iradesinin üstünlüğüne zerre kadar toz kondurmadan sonuna kadar sürdüreceğiz, bundan hiç şüphem yok.

İlk toplantımızda sizlere AK Partili milletvekili olmanın ayrıcalığını yaşatacak bir hususu hatırlatmak istiyorum:

Aslında şimdi söyleyeceklerim diğer siyasi partilerimizin tüzüklerinde de, ‘teorik olarak’ hep vardı. Ancak, gelin görün ki, bu teorik hakkın pratiğe dönüştüğüne hiç tanık olmadık. Daha çok, aksine temayüllerle karşılaştık.

Şimdi sizlere medyamızın ve milletimizin önünde açıkça ifade ediyorum ki; AK Partili milletvekili olarak sizler, diğer milletvekillerinden çok daha özgür olacaksınız. Çünkü, AK Parti Grubunda çok istisnai haller dışında, “bağlayıcı grup kararı” alınmayacaktır.

Bu yaklaşımın tüzüğe de aynen geçirilmesi, sözünü ettiğim bireysel özgürlüğümüzün en önemli teminatıdır. Bunun kaosa ve kargaşaya sebep olacağına da hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü, sizin üzerinizde taşıdığınız vekillik misyonu ve sorumluluğu buna imkan vermeyecektir, eminim. Bu uygulamamazın liderler sultasının kaldırılmasına, keyfi yönetim anlayışının terk edilmesine de katkısı büyük olacaktır. Milletvekillerimiz birer “parmak kaldırma makinası” olmaktan çıkıp, özgür “halk temsilcisi” olacaktır. Ayrıca, nasıl ki, iktidar, bütün sistemlerde olmasına rağmen, muhalefet yalnız demokrasilerde bulunuyorsa, parti içi demokrasi açısından da, “muhalefet” denilen kavrama şiddetle ihtiyacımız var. Parti içinde alınan kararlara, hazırlanan kanun tasarılarına ve diğer siyasal faaliyetlere ilişkin olarak, muhalefet bir “zaaf” değil, aksine, Ak Parti olarak bizim gücümüz olacağına inanıyorum.”

Şimdi de, Recep Tayyip Erdoğan’ın, 22.06.2004 tarihli, yine TBMM AK Parti Grup Toplantısında yaptığı konuşma:

“10 efsane imiş. Nedir bu efsane kardeşim? Bu ülkede hiç kimse benden ya da benim bakanımdan daha vatansever değildir. Bu ülkenin menfaatlerini hiçkimse bizden daha fazla savunduğunu iddia edemez. Artık, bu partinin içerisinde, ‘şunlar vatansever’, ‘şunlar vatansever değil’, şunlar şucu, şunlar bucu dönemi yok.. Artık eski düşünceleriniz, eksi partileriniz geride kaldı. Bu partinin bütünlüğüne kimse zarar veremez. Herkes istediği gibi bağımsız konuşamaz. Bağımsız olmak isteyenler bağımsız olsunlar. Bu partinin çatısı altında hiç kimse kendi kafasına göre açıklama yapamaz. Kimsenin böyle bir hakkı yok.”

*******

Evet, Tayyip değişir. Daha doğrusu aslına rücu eder.

Tayyip Erdoğan’ın içinde bulunduğu halet-i ruhiye Türkiye’nin önemli bir güvenlik ve demokrasi problemi haline geliyor.

Daha doğrusu geldi.

Ana Muhalefet Partisi Deniz Baykal’ın tavrı, tutumu, psikolojisi de Tayyip Erdoğan’dan farklı değil.

****

Sizlerle AK Parti’den ayrılmadan evvel, bundan tam 11 ay önce 24 Temmuz 2003’te, AK Parti Grup Başkanvekilleri, Salih Kapusuz, Faruk Çelik, Eyüp Fatsa, Haluk İpek, Sadullah Ergin’e yazdığım mektubu paylaşıyorum. Göceksiniz ki problemler yeni değil. Ak Parti’nin yönetim genetiğinde var.

Tekrar söylüyorum. AK Parti’nin ne parti içi demokrasi ile, ne yolsuzlukla mücadeleye, ne de yoksullukla mücadeleye niyeti yok.

Belki, söylediğimde “erken” deniyordu; “parti içinde kal mücedele et”, deniyordu. AKP’nin içinde demokratik hiçbir mücadele yapılamaz. Zira, politbürosunun genetiğinde demokrasi anlayışı yok...

Sizlerle paylaşmak istediğim 24 Temmuz 2003 tarihli mektup:

“Muhterem Arkadaşlar,

Benim parlamento çalışmalarımla ilgili olarak bazı genel başkan yardımcılarımızın, ‘Burası ABD Meclisi değil. Senin çalışma tarzın ABD Parlamentosundaki temsilcilere benziyor, bize uymuyor’ şeklindeki değerlendirmeleri oluyor. Aynı değerlendirmeyi, siz muhterem Grup Başkanvekili arkadaşlarımızdan bazılarının yapmakta olduğunu duydum ve bu konuda sizlerle fikirlerimi paylaşmak istedim.

Ben, bilakis parlamenter rejimdeki parlamentolardaki milletvekillerinin de, benim çalıştığım gibi çalışmaları gerektiğini düşünüyor ve 14 sene Avrupa’da yaşamış, Avrupa parlamentolarındaki parlamenter hayat hakkında da, oldukça iyi fikri olan bir arkadaşınız olarak çalışma tarzımda bir anormallik görmüyorum.

Benim yaptığım; oy vereceğim konularda bilgi sahibi olmayı istemek, kanun tasarılarının muhalefetten, ilgili sivil toplum örgütlerinden fikir alınarak, tartışılarak hazırlandığı bir ortamda, daha komisyona gelmeden, bizim partimizin milletvekillerine de dağıtılarak katkılarının istenmesi, çeşitli yazılı soru önergelerimize, bakanlardan tatminkar ve zamanında cevap verilmesi, hükümetin ve bakanların grubu ciddiye alarak gerek yazılı, gerek sözlü doğru dürüst bilgilendirmede bulunmaları ve milletvekillerinin birer el kaldırma makinaları olarak değerlendirilmemeleri, meydanlarda söz verdiğimiz, tüzüğümüze koyduğumuz parti içi demokrasinin işlemesi ve parti tüzüğüne, parti içindeki mevkii ne olursa olsun herkesin uyması.

Ben, bu prensiplerin dışında hiçbir zaman hareket etmedim.

Basında konuşmamdan da şikayet ediliyor. Neden? Dört milletvekilimiz gazetelerde günlük yazı yazarken, başka bir milletvekilinin görüşlerini basına intikal ettirmesinden neden rahatsız oluyorsunuz? Velev ki, ben basına konuşurken şahsiyete hiç girmeden, mevzualar üzerinde konuşuyorum.

ABD Parlamentosu örneğine gelince:

Bizim sevgili genel başkanımız, Amerika’daki başkanlik sistemini istediğini söylemiyor mu? Amerika’daki sistem esas itibariyle, kuvvetlendirilmiş bir yürütmeden ziyade, bizdekinden çok daha kuvvetli bir yasama organına dayanır. Amerika devlet başkanının yetkileri, bizdeki cumhurbaşkanı ve başbakanın toplam yetkilerinden daha fazla değildir. Buna mukabil ABD’de, Meclisin ve komisyonların yetkisi, bizdeki Meclis ve komisyon yetkilerinden çok daha fazladır. Ben de Sayın Genel Başkanımız gibi, ABD’nin başkanlık sistemini savunuyorum; ama, başkanın daha fazla yetki sahibi olması için değil, yasama organının çok daha verimli çalışabilmesi için istiyorum.”

****

11 ay evvel neyse, bugün de o; hatta daha kötü...


Yayın Tarihi : 23 Haziran 2004 Çarşamba 13:40:16
Güncelleme :23 Haziran 2004 Çarşamba 13:41:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?