23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Medya patronlarına çağrı: Kavgadan sıkılmak yetmez, çözüm arayalım...

Sık sık görmeye alıştığımız basın patronu münakaşalarından bir yenisi bugünlerde Sayın Aydın Doğan ve Turgay Ciner arasında yaşanıyor.

Aydın Bey, Turgay Ciner’in, Sabah Grubu gazetelerini ve televizyonunu, TMSF’den fevkalade ucuz bir fiyattan kiralamış olmasına çok kızgın. Bu durumun hem rekabete aykırı, hem de adaletsiz buluyor.

Aydın Bey bu konuda haklı. BDDK’nın, Etibank battıktan sonra 2001 yılında yapmış olduğu ödeme planı bir felaketti. Bu plan da, doğru dürüst yürümedi. Dinç Bilgin evvela gazeteyi Uzanlar’a satmaya kalkıştı, arkasından Aydın Doğan ile anlaştı. İmzalanan anlaşma bir müddet sonra bozuldu. Bu anlaşma ile Aydın Bey BDDK’ya ödenecek çok yüklü bir paranın kefaletini kabul ediyordu. Bilgin daha sonra, Karamehmet ve Turgay Ciner’le konuştu. Sonunda Turgay Ciner, fırsatları da değerlendirerek Sabah Grubu’na fiilen sahip oldu.

Zamanında bu konulardan mesul Kemal Derviş’e dünya kadar soru soruldu ama Derviş, bu sorulara cevap vermemeyi tercih etti. “Kabul edilmiş bir toplumsal değer” Sabah Gazetesi’nin yaşamasına müsaade edildi. Dinç Bilgin çok becerikli bir insan(!); hakikaten yanındaki bazı gazeteciler borcunun örtülü ödenekten ödenmesini teklif edecek kadar kendisine bağlı.

Bu ve benzer konuların doğru dürüst ele alınabilmesi için daha 2002 yılında, TBMM açıldıktan sonra bu bir araştırma önergesi verdim. Araştırma önergesi iki senede gündemin 59. sırasına kadar çıkabildi. CHP Milletvekili Yakup Kepenek ve arkadaşları da aynı konuda bir araştırma önergesi vermiş, onunki de 166. sırada. Eğer partiler biraz samimi olsalar, bu iki araştırma önergesini birleştirip gündeme alırlar; biz de bu sayede medya patronlarının çeşitli iddialarını TBMM platformunda tartışma imkanı bulabiliriz. Böyle bir destek gelmezse, 22 Dönem’de bu önergelere sıra gelmeyecek ve kadük olacaklar.

Sayın Aydın Doğan hakikaten Etibank’ın borçlarının ödenmemesi ve Sabah’ın Turgay Ciner ve Dinç Bilgin tarafından, bedavaya yakın bir ücretle kullanılmasına itiraz etmekte çok haklı. Haklı da, cevap bekleyen, açıklanması gereken medya ile ilgili sorunlar sadece bunlar değil ki. Bir kısmını şöyle kısaca hatırlayalım:

- Star Yayın Grubu’na el konulmasıyla, Bilgin Grubu’nun Sabah’ına yapılan ayrı muamelenin ve çifte standardın sebebi nedir acaba?

- Aydın Doğan’ın, Bayındırbank, Vakıf Off-Shore ve Demir Off-Shore’deki kredileri TMSF tarafından hangi şartlarla yeniden yapılandırıldı?

- TMSF, 270 milyon dolar gibi bir değer biçtiği A-Tel hisselerini neden satışa çıkarmıyor?

- BDDK ve TMSF, ATV ve Sabah’ın lisans haklarını neden ihaleye çıkartmadan Ciner’e kiralanmasını kabul etti? İhalesiz bu tahsiste kimler rol oynadı? Siyasi olarak devreye giren oldu mu?

- İş-Doğan-POAŞ birleşmesinin devlete kurumlar vergisi matrah kaybı ne kadar oldu? Bu konuda, Azmi Ateş’in başkanlığındaki Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun bulguları ve suç duyuruları neden dikkate alınmadı?

- Sabah Gazetesi’nin, Bilgin Grubu’nun kamu bankalarına olan borçları ne oldu?

- Bilgin Grubu’nun önde gelen mensuplarından, Etibank İdare Heyeti Üyesi Zafer Mutlu neden yargılamanın dışında tutuldu?

- RTÜK’ün frekans ihaleleri neden yapılamıyor?

- Gerek yazılı basında, gerek ulusal görsel basında halihazırda çok önemli bir kartelleşme olduğu görülüyor. Kanunda değişiklikler yapılarak kartelleşmeyi önleyici tedbirler alınacak mı? Aydın Bey ve diğer medya patronlarının bu konudaki görüşleri nedir?

- Basın patronlarının devlet ihalelerine girmesi doğru mu?

- Basın patronlarının banka sahibi olmaları doğru mu? Piyasada konuşulduğuna göre Aydın Bey Dışbank’taki hisselerini yabancı bir bankaya satmış, bugün yarın açıklama yapılacakmış. Aydın Bey bu sayede Uzanlar’ı mahfı perişan eden 5020 sayılı kanunun kapsamında, bankasıyla beraber bütün mallarına el konulma riskinden kurtulmuş olacak. Bu akıllı adımı attıktan sonra herhalde mücadelesini daha rahat yapacaktır.

- TMSF, neden Star Televizyonu’nun başına kendi getirdiği yöneticileri değiştirmek ihtiyacı hissetmiştir?

Sorular daha çok ama bu kadarı bile cevaplansa çok faydalı olurdu değil mi?

“Tencere dibin kara, seninki benden kara” şekliyle bu işler yürümüyor.

Şimdi en büyük sorumluluk gerek piyasa pozisyonu, gerekse iş tecrübesi itibariyle duayen durumuna gelmiş olan Sayın Aydın Doğan’da. Evvela kendisi ile ilgili sorulara belki bir cevap verir. Ama en önemlisi bunların tartışılması için Aydın Ayaydın’ın Başkanlığında kurulup, sonuç itibariyle hiçbir işe yaramayan medya araştırması yerine, yeni bir araştırma komisyonunun kurulmasını destekler.

****

Basının kendini ne kadar kanunların üzerinde gördüğünün bir başka örneğini de Fatih Altaylı’nın pazartesi günkü sütunlarından okuyoruz.

“BAYRAMDAN birkaç gün önce Kanal D Haber Merkezi... Haber toplantısındayız. İstihbarat şefi Salih Selçuk elinde kasetlerle oturuyor.

‘Cem Uzan’ın babası ve kardeşiyle yaptığı telefon görüşmelerinin kayıtlarını ele geçirdik. Müthiş’ diyor.

Dinliyoruz. Hürriyet’te bir gün önce yazılanların ‘ses kayıtları’.

Gerçekten müthiş. Cem Uzan belli ki sarhoş. Sözler ağzında yayılıyor. Sürükleyici bir konuşma. Ama içeriği zaten basına yansımış. Hatta biz de Kanal D’de Hürriyet’ten alıntı yaparak konuşmanın önemli bölümlerini ‘metin’ olarak vermişiz.

Fakat ses kaydının yarattığı efekt bambaşka.

Haber toplantı masasında benim dışımdaki 10 arkadaşıma teker teker soruyorum:

‘Bu bantları yayınlamalı mıyız?’

10 net yanıt geliyor: ‘Evet yayınlamalıyız.’ Bantların yayınlanması mutlaka rating getirecek. Çünkü ilginç. Ama haber değeri yok. Çünkü içeriği zaten daha önce yayınlanmış. Yayınlanmasının kimseye faydası da yok. Çünkü bu kayıtlar zaten devletin elinde var. Mahkemeler delil olarak kullanacak. Biz bunları yayınlayarak kimseye ‘gerçek’ bir fayda sağlamayacağız.

Aynı 10 arkadaşıma soruyu başka bir şekilde tekrarlıyorum:

‘Arkadaşlar annenizle, babanızla, sevdiklerinizle yaptığınız konuşmaları, içeriği ne olursa olsun, bir televizyon kanalında canlı canlı duymak hoşunuza gider mi?’

10 ‘Hayır’ yanıtı alıyorum. Birkaçı ‘Ama abi bunlar suç işliyor’ diyor.

Uzun uzun tartışıyoruz.

Sonunda kararı ben veriyorum:

‘Salih bantları ele geçiren arkadaşımıza teşekkür ederim ama bunu yayınlamak benim vicdanımı rahatsız eder.’

Konu kapanıyor.

Çünkü ben legal veya illegal kayıt edilmiş ‘özel’ konuşmaların televizyonda yayınlanmasının ‘ne kadar büyük bir rezillik’ olduğunu biliyorum.

Bunun insanlıkla ne kadar bağdaşmadığını yakın çevremde yaşadım.

Bu yüzden de böyle bir ‘ayıbın’ altında imzamın olmasını istemiyorum.

Söz konusu kişi Cem Uzan bile olsa böyle bir muameleyi kimseye layık göremiyorum.

Haberci olarak, televizyoncu olarak doğru mu yaptım bilmiyorum.”

****

Biliyorsunuz, birkaç aydır meşhur Basın Kanunu’nun 19. maddesinin nasıl uygulandığını, daha doğrusu nasıl uygulanmadığını takip ediyorum. Evvela kanunu hatırlayalım:

“Hazırlık soruşturmasının başlamasından, takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse, ikimilyar liradan ellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda onmilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmimilyar liradan az olamaz”.

Bu kanun ile ilgili çeşitli yazılar yazdım. “Bu kanun bu haliyle, büyük bir felakettir, böyle olmamalı” dedim. Savcılara yazdığım yazılara başta hiç ses seda çıkmadı derken, yazılarda adı geçen mesela Sayın Yalçın Doğan, Sayın Ahmet Kekeç gibi kıymetli yazarlardan tepkiler geldi. Buna rağmen, benim, “eğer bir kanun varsa kanunun uygulanması gerekir, savcılar gereğini yapmak mecburiyetindedir, basının korkusu ile yürürlükte olan bir kanunun uygulanmaması veya savcıların harekete geçmemesi yanlıştır, ayrıca bir kanunda da yanlışlık varsa düzeltilmelidir” görüşümü hala anlamayanlar da çıkabiliyor. Hele hele yeni TCK 1 Nisan’da yürürlüğe girsin bakın daha neler olacak… Basın mensuplarının bu konudaki duyarsızlıklarını doğrusu hayretle izliyorum.

Bugün yine hem Savcılığa, hem de İçişleri Bakanlığı’na müracaat ediyorum. İçişleri Bakanlığı’na, Hürriyet’te iki-üç gündür Toygun Atilla, imzasıyla yayınlanan Hakan Uzan, Cem Uzan konuşma bantlarını kimin nasıl sızdırdığını sordum. Ayrıca, bu bantların, Emniyet’te zimmetinde tutanların elinden nasıl oluyor da hem Toygun Atilla’nın, hem de ( Fatih Altaylı’nın bugünkü yazısından öğrendiğimize göre) Kanal D Haber Merkezi İstihbarat Şefi Salih Selçuk’un eline geçebildiğini sordum.

Pek tabii sorduğum başka bir şey daha var: Madem Cem Uzan ile Hakan Uzan’ın ve Kemal Uzan’ın konuşmaları kayda alınmış, Hakan Uzan ve Kemal Uzan’ın dünya üzerinde bırakın hangi ülkede, hangi metrekarede oldukları bile belli; neden, aranan bu iki şahsın yerleri bilindiğine göre resmen istenmiyor ve yakalanmıyor? Bu konuda kimin ihmali var?

Şimdi, Fatih Altaylı’nın yazısındaki “kıssadan hisseye” dönelim: İllegal olarak ele geçen veya polis tarafından sızdırılan bazı görüşme kasetlerinin yayınlanıp yayınlanmaması düşünülürken ortada kanun var mı, yok mu konusu hiçbir şekilde dikkate alınmıyor. Toplantıda bulunan 10 kişi bantları mutlaka yayınlamak istiyor ama Fatih Altaylı örnek bir ahlaki tavırla, ancak kanunu hiç dikkate almadan bantların yayınlanmasını istemiyor. Yani, kanun var mı, yok mu hiç mühim değil.

Hürriyet Gazetesine gelince; Fatih Altaylı’nın da yazar olduğu Hürriyet Gazetesi yazı işleri, kanunu dikkate almadığı gibi, Fatih Altaylı’nın gösterdiği ahlaki tavrı da gösteremiyor ve özellikle Cem Uzan’ın askerliği ile ilgili davanın devam ettiği bir mahkeme sürecinde, mahkeme kararını etkileyebilecek bir şekilde bant kayıtlarını yayınlıyor. Bu yayını yapan Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de, zamanında kendisinin Güneş Taner’le yaptığı bazı konuşmalar yayınlandığında, yeri göğü inleten, zamanın İçişleri Bakanı Meral Akşener’e dünyayı dar eden Ertuğrul Özkök…

****

Yukarıda söylediğim bazı sözleri tekrarlamak istiyorum: Basındaki hemen hemen bütün patronlar (birkaç istisnayı tenzih ederim) mutlaka şahsi hırs ve menfaat peşindeler. Bu konuların toparlanması ve basının objektif ve örnek bir hale gelmesinde, örnek olması gereken, bu konuma yakışacak duayen ve saygın kişi Sayın Aydın Doğan…

Tabii akıl öğretmek bizim haddimiz değil.


Yayın Tarihi : 25 Ocak 2005 Salı 01:42:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?