İki CHP’li milletvekilinin partilerinden ayrılarak bir kaç gün sonra AK Parti’ye geçmeleri ciddi bir tartışma başlattı. Tartışma daha ziyade eski CHP’li Atilla Başoğlu’nun etrafında dönüyor. Zira Atilla Başoğlu, bundan önce hem AK Parti’yi çeşitli konularda çok tenkit etmiş ve iktidara en fazla soru önergesini yöneltmiş kişi, diğer taraftan, CHP’de parti içi demokrasi konusunu gündeme getirip, hararetle savunan ve o sebepten de takdir etmiş olduğumuz bir kişi.
Atilla Başoğlu ayrıca milletvekillerinin bürolarının bulunduğu binada benim koridor arkadaşım. Kendisi fevkalade samimi görünen, mücadelesini inançla yaptığı intibaını veren bir kişi idi. Benimle de partiiçi demokrasi, demokrasi konularını tartışmış, ortaya fevkalade inandırıcı argümanlar koymuş bir milletvekiliydi. Hala da öyle olduğunu düşünmek istiyorum ve AK Parti’ye neden gittiğini anlamakta çok büyük zorluk çekiyorum. Muhakkak geçerli bir sebebi olması gerektiği kanaatini hala taşıyorum. Hayretim devam ediyor, zaman içinde ne olup bittiğini anlayacağız.
Kimbilir belki önümüzdeki günlerde Kemal Derviş ve ekibi de CHP’den ayrılıp, AK Parti’ye geçiverir!..
Ben de partisinden istifa etmiş bir milletvekili olarak bu tartışmanın içine girmek istiyorum ve hatta icap ediyorsa ortaya atacağım konuları benim üzerimden de tartışılabileceğini, bundan hiç rahatsız olmayacağımı, bilakis konuyu ucuzlatmadan tartışabilirsek önemli bir meseleyi gündeme getirmiş olabileceğimizi düşünüyorum.
Ben kendi istifa sürecimi sizlere kısaca hatırlatayım:
3 Kasım seçimlerinde AK Parti’den milletvekili oldum. AK Parti’ye çok severek ve inanarak girdim. Kuruluş felsefesini çok doğru buluyorum, önde gelen kadronun da bu felsefeye sahip çıkacak bir annı içindeydim.
Ancak hemen seçimlerden sonraki süreçlerde gördük ki, partiyi idare eden anlayışın maalesef eskiden tenkit ettikleri anlayıştan hiçbir farkı yok.
AK Parti partiçi demokrasi prensibi üzerine kurulmuş bir partiydi, yolsuzlukla, yoksullukla mücadele edecekti, haysiyetli bir dış politika izleyecekti, Türkiye’de kurumlarla çatışmadan samimi olacak, samimi bir itimat temin edecek ve demokrasi alanını genişletecekti, şeffaf olacaktı. Gördüm ki, bunların hiç biri yapılmıyor. Evet, AK Parti’nin kurduğu 58 ve 59. Hükümetler kendisinden önce kurulan hükümetlerden belki iki kere, üç kere daha iyi netice veren hükümetlerdi. Ama, olması gerekenin üçte biri, beşte biri değillerdi. Yapılması gerekenin de üçte birini, beşte birini yapamıyorlardı. Yapamamak bir tarafa, bazı yaptıklarıyla da Türkiye’yi fevkalade bir mecraya sürüklüyorlardı.
Bunun üzerine partiden istifa ettim. Partiden istifa ederken özellikle partinin prensipleri ile çatışmadığımı, bilakis o prensipleri partiyi idare eden politbüro zihniyetinden daha fazla benimsediğimi söyledim. Bugüne kadar da ortaya koydum. Bu fikirleri partiden ayrıldığım gün yazdığım, 09.09.2003 tarihli, "Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a açık mektup" başlıklı yazımda okuyabilirsiniz. www.haberx.com/w/1883/sayin-recep-tayyip-erdogana-acik.htm
Ayrılırken milletvekilliğinden de ayrılıp ayrılmamayı çok ciddi olarak düşündüm. AK Parti’den seçilmiştim; ancak AK Parti’nin politbürosu, partinin prensiplerinin tamamen tersine bir uygulama içine girmişti. Ne yapmalıydım?
Ben partiden istifa etmeden önce CHP’den bir kişi istifa etti ve AK Parti’ye girdi. Demek ki, AK Parti’nin bu konudaki söylemleri de boş söylemlerdi.
Bana milletvekilliğinden istifa etmemi söyleyenlerle, milletvekili kalarak doğru bildiğim mücadeleye devam etmemi söyleyenler arasında bir karşılaştırma yaptığımda, milletvekili kalarak mücadeleye devam etmem gerektiğini söyleyenler çok daha ağır bastı. Bana üç kişi tenkit yazısı yazdı. Bu yazılara verdiğim cevapları da sütunlarında yayınlamadılar.
Şimdi size aşağıda bir sorular manzumesi sunacağım. Hiç bir demogojiye sapmadan, popülizme kaymadan konular üzerinde düşünün, özellikle bu konu üzerinde bazen pek de fazla düşünmeden yazı yazan basının önde gelen kalemleri düşünsün.
- Milletvekili partinin vekili midir, milletin vekili midir?
- Anayasanın 80. maddesi aynen şöyle diyor: "TBMM üyeleri seçildikleri bölgeyi veya kendileri seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler". Tekrar ediyorum: "Milletvekilleri kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler". Yani, AK Parti’den seçilen bir milletvekili, kendisini aday gösteren genel başkanı, seçtirdiğini iddia ettiği partiyi, hatta kendisine oy veren seçmeni değil, milleti temsil ediyor. Bu sayede, özellikle tenkit edilen lider sultası ve partizanlığın önüne geçilmek isteniyor.
81. maddede de, bu anayasa üzerine andiçiliyor.
Şimdi, milletvekilinin seçildiği partiden istifa edip edemeyeceği, ederse başka bir partiye geçip geçemeyeceği konuşuluyor. Sizce ne yapmak lazım?
Tayyip Erdoğan, "CHP de iştirak etsin, Meclis’te parti değiştirmeyi yasaklayacak kanun çıkartalım" diyor. Bunu nasıl yapacağız? Anayasanın 80. maddesini değiştirip, "TBMM üyeleri, seçildikleri bölgeyi ya da kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler hükmü değiştirilmiş ve milletvekilleri seçildikleri partiyi temsil ederler" mi diyeceğiz?
Tayyip Erdoğan Anayasayı değiştirecek bir milletvekili çoğunluğuna hükmediyor. Bugünlerde de, TBMM 22. Dönemin neredeyse yarısına geldi ve neredeyse 2 seneyi bitirdik. Hani Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’ndaki değişiklikler?
- Bir başka soru; bir milletvekilinin seçildiği partinin yönetimi, benim örneğimde iddia ettiğim gibi partinin kuruluş felsefesinden ve halka verdiği sözlerden uzaklaşırsa, o milletvekili ne yapmalıdır?
- Bir kaç milletvekili partilerinin kuruluş felsefesinden uzaklaştığını ve/veya ülke menfaatlerine aykırı hareket ettiğini düşünürlerse, eski partilerinin 81. maddede yemin edilen, "Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, devletin varlığı ve bağımsızlığını" sıkıntıya soktuklarını düşünürlerse, yine yemin edilen "milli dayanışma, adalet, toplumun huzuru ve refahı" prensiplerinden uzaklaştıklarını düşünürlerse ne yapmalılar? Her türlü şahsi beklenti ve menfaatten uzak, hakikaten bu prensipleri hayata geçirecek bir oluşuma giremezler mi?
Her milletvekili illa ki şahsi menfaat ve ikbal peşinde koşan insan mıdır? Bazı milletvekillerinin samimiyetle Türkiye’nin Islahat Fermanı’ndan beri doğru dürüst idare edilemediğini, 1920-1935 arasındaki dönemin neredeyse istisna teşkil ettiğini, Türkiye’nin, devleti ve milleti ile hakikaten yükselebileceğini, bunun için Anayasanın 2. maddesindeki prensiplerin yeterli olduğunu, bu prensiplerin dürüstlük, çalışkanlık ve haysiyetli bir tavırla hayata geçirilebileceğini düşünmeleri mümkün değil midir? Neden bütün milletvekillerinin hepsine ön yargı ile bakılmaktadır? Ve, altını çizerek söylüyorum medya (istisnaları tenzih ederek söylüyorum) neden aynayı kendine tutmamaktadır?
- Partiler kendilerini nasıl finanse etmelidirler? Partilere devlet yardımı kaldırılırsa, partilerin sermaye ve güç odaklarına mahkum olması, menfaat şebekelerinin eline düşmesi nasıl önlenecektir? Daha doğrusu önlenebilecek midir?
Evet, hepinizi tartışmaya çağırıyorum. Dediğim gibi tartışmayı benim üzerimden de yapabilirsiniz, buyurun tartışalım.
Yayın Tarihi :
15 Temmuz 2004 Perşembe 13:51:14