18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Nasıl ’değiştiler’?

Önümüzdeki günler Kurban Bayramı.

Benim için bu günler “modern zamanların” tatillerinden ziyade tevekkül, insan değerlerinin farkına tekrar varma ve yayılan pozitif enerjiyi içime sindirme günleri.

Bayramınızı tebrik ederim…

Siyasetin içinde olunca, bayram arefesinde bile olsak insan bazı siyasi “alametleri” görmemezlik edemiyor:

Başbakan büyük bir törenle çiftçiye müjdeler verdi. Ziraat Bankası kredi faizlerini indirdi, elektrik borcunda faiz uygulaması yok, prim ödemeleri öne çekildi, özellikle “yeni ürün ekim tarihi”nden öne alındı, ekonomiye 1 milyar YTL katkı sağlayacak tohumculuk teşvikleri geldi.

Çiftçiye iktidarın verdiği bu müjdelerin yanı sıra, Halkbank’ın faizleri yüzde 18’e çekmesi kararlaştırıldı. KDV indiriminin temizlik ve şehir içi ulaşım giderlerine de uygulanması için çalışma başlatıldı. Temizlik ve benzin ürünleri de vergi iadesi kapsamına alınıyor. Sokak çocuklarının ailelerine ve 65 yaşını doldurmuş geliri olmayan yaşlılara, özürlülere asgari ücretin yarısı kadar maaş bağlanıyor. 20 bini Milli Eğitim Bakanlığı’nda olmak üzere 48 bin yeni memur alımı Bakanlar Kurulu’nda karara bağlandı.

Bu arada görünürdeki tek muhalefet CHP kendi içinde birbirini yemekle meşgul.

Bütün bunlar sizce neyin “alametleri”? Bir erken seçimin olmasın.

Biz bu bayram günlerinde, kısa vadeli bu meseleleri bırakıp, ana meselemize dönelim.

****

“Değişim”….

Bu konu son birkaç yılın en önemli konularından, söylemlerinden bir tanesi. Herkes “değişiyor”, neredeyse “değişmeyeni” dövecekler!...

İslami kesim diye bilinen, 28 Şubat’ta iyice ön plana çıkan, benim de özellikle bazılarındaki samimiyet, ahlak, iyilik ve çalışkanlık duyguları dolayısıyla takdir ettiğim kesimde değişim moda. Bu konuda en güzel yazılardan bir tanesi geçen Pazar günü Ahmet Hakan’ın Hürriyet gazetesinde yazdığı yazıydı.

Ahmet Hakan özellikle 28 Şubat sürecinde bir semboldü. Haber Müdürlüğünü, ana haber bülteni sunuculuğunu yaptığı, tartışma programlarını yürüttüğü Kanal 7’de o günler için örnek bir mücadele vermişti.

Derken Ahmet Hakan “değişti”…

“Günah çıkarma” başlıklı yazısında, “Kendi değişiminin kefaretini ödediğini” söyleyerek nasıl değiştiğini anlatmış: “Özenti” denilen habis duygunun başrol oynaması dolayısıyla lüks lokantalara gitmeye başlamış, Milli Gazete’yi okuduğu gazeteler sıralamasında gerilere atmış, Mehmet Şevket Eygi, Dilipak gibi İslami kesimin fikir ve mücadele adamlarına nostaljik duygularla bakmaya başlamış, Altemur Kılıç’ı dünyanın en sevimli faşisti bulmaya başlamış, İran filmlerinden köşe bucak kaçıyormuş. Dindar insanların ekonomik faaliyetlerinden ortaya hiçbir netice çıkmayacağına inanmış ve Türkiye’de yaşayan insanları “bizimkiler” ve “bizimki olmaya aday olanlar”, Sudan gibi ülkelerde filiz veren İslami hareketleri dünya çapında hareketlerin işareti olarak görürken ve en önemlisi “eskiden bir adamın kendini ‘Müslüman’ olarak nitelemesini, ‘iyi bir insan’ olmasının baş koşulu sayarken, şimdi bir insanın ‘iyi bir insan olmasını’ iyi bir Müslüman olmasının baş koşulu saymaya” başlamış.

Muazzam bir değişim değil mi?

Doğrusu ben bu değişimi Ahmet Hakan’ın eski arkadaşlarında, AK Parti bünyesinde çok yaygın bir şekilde gözlemliyorum. Ahmet Hakan’ın şahsi değişimini yargılamak pek tabii benim haddim değil ama, neredeyse bir toplumsal değişim haline gelen ve genel hatları sosyal ve siyasi açıdan değerlendirmek beni çok yakından alakadar ediyor. Bu değişimin genel hatlarına baktığımız zaman fanatik bazı unsurların bir kenara terk edildiğini, ancak bu arada Mehmet Şevket Eygi gibilerin temsil ettiği önemli bazı kıymet hükümlerinin de terk edilmeye başlandığını, maddi beklentilerin, özentilerin ön plana çıktığını görüyoruz.

Bence Ahmet Hakan’ı kendisine benzeyen geniş kitlelerden ayıran çok önemli unsur, “iyi bir insan olmaya” yaptığı önemli vurgu. Bu vurguyu geniş kitlelerde görmek kabil değil. Kitlelerin önemli bir kısmı maalesef ahlak kaidelerinden uzaklaşan, özentiye önem veren, maddiyatı ön plana çıkaran, ahlak unsurlarını geriye atmaya başlayan, Müslümanlığı da bir din olmaktan ziyade dincilik olarak ele alan, yani, dini görüntüden menfaat sağlayan bir kitle haline geliyorlar…

Yazık…

Mine Kırıkkanat, İslamiyet Tarihçisi Haşim Cavit’ten bir alıntı yapmıştı. Haşim Cavit, “İslamcı kültür krizi” kitabının önsözünde şöyle yazmış. “Müslümanlar vahim bir psikolojik sorun yaşıyorlar. Bir yandan modernliğin tanımladığı insan modeline ulaşmayı arzuluyor, öte yandan bu isteme erişmek için kültürlerini feda etmek gerektiğinin farkındalar. Bu ikilem müminleri devasa ve içsel bir çatışmaya düşürüyor. “Moderniteyi” tercih eden Müslümanların ezici çoğunluğu yaşamın maddi değerlerini diğer tüm gerekçelere tercih ediyorlar”.

Çağdaş modernlikte süratle değişen “güya” İslami toplum için daha pahalı araba, Hummer cipler, daha pahalı elbiseler, güya modern restaurantlar, Franck Muller saatler, en pahalı eşarplar, çocuklarının düğünlerinde hediye toplamak için dolaştırılan çuval büyüklüğündeki torbalar, vs, vs.

Yazık…

Halbuki ben, o saflığı, o gayreti, ahlak ve geçmişten gelen muhafazakarlığın sağlam ana hatlarını kaybetmeden dünyayla kucaklaşma arzusunu ne kadar sevmiştim.

Tayyip Erdoğan’ın hele hele mazlumiyet dönemindeki duruşunu, "hakiki" oluşunu gözlemlemiş, ’çevre’yi ama dik durmak isteyen çevreyi temsil ettiğini zannettiğim bu insanı alkışlayarak desteklemiştim. Değişimin baş döndürücü sürati o Erdoğan’ı götürdü, bugünkü Erdoğan’ı getirdi. Kimbilir belki de bugünkü gibiydi de, biz yanlış görmüştük.

Para ve maddiyatla ölçülen çağdaş modernite, “güya” sağlam bu tabanı ne kadar süratle değiştiriyor. O cenahın bazı düşünürleri istedikleri kadar, “Osmanlı asıl şimdi yıkıldı” diye çırpınsınlar; onlar için bad-ül harab-ül Basra. Benim “yazık” dediğim gelişmeye, Tayyip Erdoğan’ın ağzından düşürmediği, Ahmet Hakan’ın da “Mea Culpa” ile ortaya koyduğu bu değişime bakın Mehmet Barlas nasıl bakmış:

“Türkiye’deki değişimin en somut göstergelerinden biri de AK Parti’nin iktidar, Tayyip Erdoğan’ın ise Başbakan olması değil midir? Bu olayı sosyopolitik açıdan tahlil etmeyi denerseniz "Çevre’nin Merkez’in yerine geçmesi" diyebilirsiniz. Nilüfer Göle’nin kehanetini vurgulayıp "Modern Mahrem"in, sonunda siyaseti demokratikleştirdiğini de söyleyebilirsiniz.

Hatta işi şakaya vurup, Nilüfer Göle’nin kader çizgisini alaya bile alabilirsiniz..

Bu değerli sosyologumuz Türkiye’deki örtünmeye en doğru teşhisi koydu. Ama onun teşhisi doğrultusunda başı örtülüler Türkiye’de iktidar olurken, gitti Fransa’ya yerleşti. Ve şimdi Fransa’daki başörtüsü krizi, Türkiye’dekinden daha gergin bir konjonktürün öğesi, diyebilirsiniz.

Acaba böyle bir yorum yaparsanız, bu doğruları mı yansıtır? Yani Türkiye’de başı örtülüler gerçekten iktidar oldu mu? Gerçekten "Çevre" topyekün "Merkez"e gelip yerleşti mi? Bence bu yargı da yargılanmalı. İktidar merkezlerindeki büyük değişimler, bildiğimiz gibi demokratik yolla da, devrimlerle de olabiliyor. Örneğin Sovyet Devrimi ile Çarlık oligarşisinin yerine Rusya’nın çalışan sınıflarının (Proletarya) iktidara geldikleri söylenirdi.

Ama sonra anlaşıldı ki çalışan sınıflar yine yönetiliyor. İktidara gelenler ise yeni bir oligarşiyi (Nomenklatura) oluşturdular.

Acaba AK Parti ile "Başı Örtülüler" arasındaki ilişkiler de böyle mi? Çünkü yaşamları zorluklarla dolu olan başı örtülüler de, başı açıklar da aynı yerde, aynı problemlerle duruyorlar.

Ama başı örtülülerin içinden çıkan bir kesim iktidara geldi ve kendi "Nomenklatura"sını oluşturmaya başladı. Onlar büyük düğünler yapıyorlar, devlet protokolünde yer alıyorlar, dış gezilere gidiyorlar, hediyeler alıp veriyorlar ve hatta kendi zengin sınıflarını yaratıyorlar. Buna karşı başı açıklar ve başı örtülüler yine televizyonların sabah programlarında Semranım’ın Sinem’e ve Ata’ya yaptıklarını tartışıp, sonra birlikte karşılıklı oynuyorlar.

İşsizlik, yoksulluk, eşitsizlik, başörtüsü falan dinlemiyor.

AK Parti iktidarının başına gelen, bütün benzer "Değişim"i simgeleyen iktidarların başına gelenlerle aynı. Buna "Yabancılaşma" diyor bazıları.

Bu hastalığın tedavisini bulmak zor. Örneğin Mao, yabancılaşmaya karşı "Proletarya Kültür Devrimi"ni başlatıp, doktorlara tarlada işçilik, mühendislere sokaklarda temizlikçilik yaptırmıştı. Bu girişim Çin’i bunalıma soktu ve sonra başa gelen Deng Şiao Ping, Çin’i Serbest Pazar Ekonomisi’ne taşıdı.

AK Parti iktidarının bir Kültür Devrimi’ne ihtiyacı yok.

Sadece "Devrim" döneminden "Olağan Demokrasi Süreci"ne geçildiğinin kavranması gerekiyor. Yani toplumun bütün kesimlerinin, başı açık veya kapalı denilmeden veya imam hatipli olup olmadığına bakılmadan, yönetim sürecine katılmaları gerekiyor.

Özellikle AB ile müzakere süreci, bu tür bir topyekyönetim ve katılım birlikteliğini gerekli kılmakta. Bu büyük hedef, merkeze gelebilen çevrenin içindeki küçük bir azınlığın " Kendin pişir, kendin ye" yöntemiyle ulaşabileceği kolaylıkta değil.

28 Şubat oligarşisinin antitezi olarak iktidar olanların, kendi oligarşilerini yaratmaları, kesinlikle çözüm olamaz.”

Yaratıyorlar, hem de nasıl yaratıyorlar. Ahmet Hakan’ın bu değişimi nasıl içselleştirdiğine bakarsanız, Mehmet Barlas’ın işaret ettiği gidişatın dönüşü olmayan bir yol olduğunu görürsünüz.

***

O güzel değerlere bugün başkaları sahip çıkıyor. Bu “başkaları” esasında, bozulmayan ve kim ne yaparsa yapsın bozulmayacak bir ahlakın, bir duruşun, bir anlayışın sağlam temsilcileri. Bu gençler, bu insanlar, katiyen İslami kesimden gelen insanlar değiller ama dincilik yapmayan dindar insanlar. Bakın onlardan biri Aydın Türkgücü, Asya’daki afetzedelere yardım için düzenlenen eğlence programını nasıl değerlendirmiş:

“Benzer bir konuda Asya’daki afetzedelere yardım amaçlı düzenlenen ve onlarca sanatçının katıldığı yaklaşık 12 saat süren bir eğlence organizasyonunda yaşadık. Önce Türk Halkına sanatçılarla hazırlanan reklamlarla gaz verildi. Sonra en sevilen sanatçılardan oluşan bir program hazırlandı bilet fiyatları düşürüldü ama sonuç fiyasko.

Uzmanlar televizyonlarda yorumlar yapıyor. Türk Halkı hassasiyetlerini kaybediyor, duyarsız kaldık, İzmit depreminde yaşananlardan dolayı halkın güveni kalmadı vb.

Sonuç tabii ki başarısızlık olacaktır. Dinimize de ters olan bu uygulamalar yerine, ölenler için her ilde bir camide mevlüt okutulsaydı ve cami çıkışında yardım sandıkları kurulsaydı. Hem çok daha başarılı bir kampanya olurdu hem de bize daha yakışırdı.

Konserden toplanan parayı Asya’daki afetzedelere verirken yapılan konuşmayı hayal ediniz “Efendim, bizler Türkiye’de size yardım toplamak için eğlence gecesi düzenledik, oynadık göbek attık size de bu parayı topladık. Acınızı paylaşıyoruz.”

Birde kalkmış başarısızlığı halka yüklemeye kalkıyorlar. Toplum duyarsızlaştı, sınıfta kaldık vb. Bu yorumları yapanlara cevabım “Hayır beyler sınıfta kalan sizlersiniz. Türk Halkı buna ortak olamazdı....”

****

Eski İslamcılar “özenti denilen habis duyguya kapılmışlar” ama yerine dinci olmadan dinini, Türklüğünü bilen, kökenine sahip çıkan yeni bir dalga geliyor.


Bu yeni dalganın bir başka örneğini Akşam Gazetesi vermeye başladı. Serdar Turgut, “önce vatan diyen milliyetçi, muhafazakar bir duruşun” bir toplumsal hareket haline gelmesinin öncülüğünü yapmaya çalışıyor. Belki aynı şeyi SKYTürk’te Serdar Akinan da yapacak. Serdar Akinan, Ahmet Hakan’ın özenti denilen habis duyguya kapıldığı günlerde bakın neler söylüyor:

“1970-80-90 doğumlu kuşak, fırlama, uyanık, pragmatik bir kuşaktır. Bu kuşak, Türkiye’yi dönüştürebilecek potansiyele sahiptir. İyi eğitimli ve üretkendir. Bu genç kuşağın feci halde canı sıkılıyor, manevi boşluk içerisinde. Çok fazla şeyi, çok kısa zamanda tüketti. Birbirimizle sosyal, siyasal ve ekonomik olarak ayrışmış vaziyetteyiz. Bu topraklardaki medeniyetin harmanını incelikli bir süzgeçten geçirip kitlelere nasıl bir ülke üzerinde olduğumuzu hatırlatacak, birleştirici bir ideolojiyi usulca şırınga edecek, estetik bir kültür kanalına ihtiyacımız var. İlk dönem Kanal 7’yi hatırlar mısınız, muhteşem bir kanaldı”.

Serdar Akinan’ın bahsettiği Kanal 7, benim yukarıda bahsettiğim Ahmet Hakan’ın Kanal 7’siydi. Bakın şimdi, Ahmet Hakan nerelerse, “ateist” Serdar Turgut ve onun fikirlerine sahip çıkan Serdar Akinan nerelere geldi?


Yayın Tarihi : 19 Ocak 2005 Çarşamba 14:58:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Serkan TÜRKEŞ IP: 193.110.209.xxx Tarih : 27.01.2007 20:08:32
Ben sormak istiyorum size ne zaman kendiniz gibi düşünmeyenlere saygı göstereceksiniz.Serdar AKINAN'ı sevgi ve saygı ile izliyorum vede gayet usta bir gazeteci.yapmış olduğu proğramlarda halka nasıl hitap edeceğini biliyor.yapmış olduğu proğramlar bizim geçmişimizde yaşananlar ile alakalı olan şeyler.ama Ahmet HAKAN gibi gazeteciler daha hangi tarafta olduğunu bile bilmeyen birisi çıkıp Serdar AKINAN hakkında konuşuyor.Ben Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı olarak Ahmet HAKAN gibi Tuncay ÖZKAN gibi gazeteciyim diye geçinen kimselerin gazetelerde yazı yazmasını bile istemiyorum.çünki onlar hiç bir zaman hiçbir yere gelemezler