23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Rice ’ya sabır’ çektirdi... Yargıtay’ın kararı...

Son birkaç gündür iki konu gündemin ön sıralarını teşkil etti. Bunlardan birincisi Condoleezza Rice’nin Türkiye’yi ziyareti.



Geçen hafta güzel bir sohbet yaptığım dış politikada çok tecrübeli bir dostum, “Amerikalılar’ın çok önemli bir özelliği vardır, ne yapacaklarını önceden söylerler” dedi. Benim de, ABD’deki tahsil günlerimden beri iştirak ettiğim çok yerinde bir gözlem, hakikaten bütün komplo teorilerinin yanı sıra, ABD’lileri çok basit bir Aristo mantığı içinde öngörebilmek kolaydır. Bazen, inanılmaz derecede basit, hatta safça davranabilirler.



Sayın Rice’nin bu seyahatini de aynı çerçeve içinde değerlendirmek lazım. Kendisiyle görüşen Abdullah Gül’ün bile bazı sözler karşısında, “Ya sabır” çektiğini düşünüyorum.



Bu konuşmalardan, röportajlardan ortaya dört husus çıktı. Bunlardan birincisi ABD, Türkiye’de yükselen, daha doğrusu çok yüksek bir noktaya gelmiş olan Amerikan karşıtlığından rahatsız. Rice’nin ziyareti ile ve özellikle bundan sonra Türk Hükümeti’nin göstereceği büyük gayretle (!) bu Amerikan karşıtlığının azalmasını istiyor.



İkincisi Irak’ın toprak bütünlüğünün savunulacağını ısrarla altını çizerek söylüyor.



Üçüncüsü de, Türkiye’ye açık açık “beni kızdırma haddini bil” diyor. Güya ince bir şekilde zamanlanarak Rice Ankara’ya gelmeden Rumsfeld, “Irak’ta devam eden direniş ve terör Türkiye yüzündendir; tezkerenin 1 Mart’ta reddedilmesi yüzündendir” diyor. Rice’ye de bu soru sorulduğunda, cevap çok ustaca: “Evet hakikaten üzüldük ama yine de size AB ve IMF konusunda büyük destek verdik”!...



Kandil Dağı’ndaki PKK konusunda da, her zamanki genel laflar konuşuluyor; “silahlı müdahale yapmayacağız, para kaynaklarını keseceğiz” vs, vs…



Hakikaten Abdullah Gül herhalde hem “ya sabır” demiş, hem de son iki senede Amerika karşısında düştükleri özellikle ekonomik esaret bakımından ciddi ciddi düşünmüştür.



Rice’nin sözlerinin ne manaya geldiğine hep beraber bakalım:



ABD, dünya ile hiçbir empati yapmadan, emperyal ve kolonyolist bir tavırla dünyayı birbirine katacak, ortada hiçbir hukuki sebep yokken, bir zamanlar desteklediği diktatörü devirmek için koca bir ülkeyi işgal edecek, bölgeyi birbirine katacak, yüzbinlerle insanı öldürecek, bütün İslam dünyasının tepkisini çekecek, kendisi gibi düşünmeyenlere kızacak, azarlayacak, ülkedeki basını yönlendirmek için milyonlarca dolar harcayacak, gizli toplantılar yapacak, askerimizin başına çuval geçirecek, Telafer’deki Türkmen bölgesine girip katliam yapacak, biz “Kandil Dağı’ndaki silahlı PKK ne oluyor?” dedikçe, “Size evvela bir af yasası çıkarın” diyecek, “Kerkük’teki Kürt göçüne mani olun deyince” hem Amerika’daki sözcüler, hem Türkiye’yi ziyaret etmekte olan Savunma Bakanı Müsteşarı bunlar Irak’ın iç işidir, “Türkiye Irak’ı idare etmediğini bilmelidir” diye posta atacak, Musul’da Bağdat’taki elçiliğe giden güvenlik görevlilerimiz gözlerinin önünde katledilecek… Bütün bunlardan sonra da, bütün bu olanlarda Türk kamuoyu nezdinde sorumluluğu olduğu düşünülen Condoleezze Rice gelecek ve Türk Hükümetine “kamuoyunuzdaki Amerikan karşıtlığı için Hükümet olarak bir tedbir alın” diyecek. Abdullah Gül, “Ya sabır” çekmesin de ne yapsın…



Irak’ın toprak bütünlüğü meselesi konusundaki söyledikleri “şimdilik” doğrudur. “Şimdilik” dememin sebebi İran’ın durumu. Irak’ta nüfus çoğunluğunu elinde tutan, Ayetullah el Sistani, Irak’ta İslami bir cumhuriyet istedikçe, İran ve Irak Şii din adamlarının ilişkileri bugünkü kadar kuvvetli devam ettikçe ve İran’daki rejim devrilmedikçe ABD, Irak Şiilerini, Irak Kürtleri ve Irak Sünnileri ile dengelede tutmak ister. Onun için Irak’ın tek ülke olarak kalmasını tercih eder. Eğer günün birinde İran’da rejim değişirse, Amerika’nın teşvik ettiği gibi filan bir şeyler olursa (ki hiç ihtimal vermiyorum) bu takdirde Irak’ın bölünmesi süratlenecek ve Kürtler bağımsızlıklarını ilan edeceklerdir; zaten altyapı hazırdır.



En önemli konu ise Rumsfeld’in Irak’taki direniş yüzünden Türkiye’yi ve TBMM’yi suçlaması üzerine Rice’nin AB ve IMF’yi hatırlatması oldu. Bu çok önemli. Rice açık açık bugünkü hükümete, “Ekonomideki görünen sahte başarın tamamen benim desteğim sayesinde; aklını başına topla” diyor.



Dediği doğru; cari işlemler açığımız 15 milyar doları aştı, 300 milyar doları geçen iç ve dış borçlarımız tarihin en yüksek düzeyinde, faiz dışı fazla hedefi tutmasına rağmen borçlar çığ gibi büyüyor. Türk Lirası aşırı derecede değerli ve reel faizlerde çok ama çok yüksek. Buna rağmen enflasyon düşüyor ve güya bir büyüme var. Ekonomide şu anda her şey toz pembe gösteriliyor. Bunun da sebebi, ABD’nin kontrolündeki medya ve kurumlarla Türkiye’ye çok büyük ölçüde sıcak para pompalanması, dövizin çok düşük fiyatlarda tutularak enflasyonun kontrol altına alınması ve ithal malları ile bir cennet yaratılması. İşin özeti, düşük döviz kuru ve bu kuru temin eden sıcak para akışının kesintisiz devamı.



Rice kısaca, “aklını başına topla, iki tane ters mesajla bütün ekonomini alt üst ederim” mesajını veriverdi. Bunu Erdoğan ve Gül’ün anlamamasına, Ali Babacan’ın da titrememesine imkan yok. Vallahi ABD dediğini yapıverir…. Yani, “Bundan sonraki talepler eksiksiz karşılanmazsa ekonomik bir krize hazır olun”…



****



Laiklik konusunda Yargıtay Genel Kurulu’nun verdiği karar makul ve doğru bir karardır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumludur ve zaten konu AİHM’ye taşınsaydı çıkacak karar muhtemelen aynı şekilde olacaktı. Zira, AİHM, ne kadar aykırı olursa olsun, şiddet ve şiddete teşvik içermeyen fikir ve söylemlerin yasaklanmasına karşı. Doğrusu da bu.



Doğrusu, ben şahsen, “laiklik dinsizliktir” söylemini içime sindiremem. Laik düzeni savunan bir insana “dinsiz” denilmesini de en büyük bir küfür addederim. Hele hele, “laikler dinsizdir” denebilmesinin serbest kalmasını sevinç çığlıkları ile karşılayanları gördüğümde, “Allah’ım sen bizi bu yobazlardan koru” demekten kendimi alamadım.Ama, “laikler dinsizdir” diye yazdı diye, hiç kimsenin de hapse atılmasını katiyen içime sindiremem.



Şimdi, önümüzdeki günlerde daha neler olacak size onu söyleyeyim. TCK yürürlüğe girdikten sonra, şiddet kullanmamak kaydıyla, Türkiye’nin anayasasını değiştirmek, hatta hilafeti getirmek serbest, Türkiye’yi bölmek de serbest. Yapacağınız tek şey şiddet kullanmamak. Uzun vadede de AB Anayasası kabul edilince, zaten bütün hükümranlık Brüksel’e geçecek, biz de burada bir belediye olarak idare edileceğiz. Laiklik konusunda da AB anayasasının iki maddesini size hatırlatayım:



Madde 51: “Birlik, üye devletlerde bulunan kiliselerin ve dini örgütlerin veya toplulukların, ulusal yasa çerçevesindeki statülerine saygı gösterir ve ihlal etmez, felsefi ve dini cemaatlerin statülerine karşı eşit ölçüde saygılıdır”.

Madde II-10: “Herkes düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, tek başına ya da başkaları ile birlikte, topluluk halinde veya herkesin önünde veya özel olarak din ya da inanç değiştirme özgürlüğünün yanı sıra, ibadette, öğretimde, uygulamada ve törenlerde dinini veya inancını açıkça ortaya koyma özgürlüğünü de içerir.”



Bu konu hakkında, belki sizin de aklınıza bazı sorular takılmıştır. Ben, aklıma takılan soruların cevabını bulabilmek için Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e bir soru önergesi verdim. Henüz cevabı gelmeyen soru önergesinde bakın neler sormuşum:



“29 Ekim 2004 tarihinde Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımız tarafından Roma’da imzalanan “Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Anlaşma”, “Avrupa Konvansiyonu”, üye ülkeler tarafından kabul etme işlemleri tamamlanırsa Avrupa Anayasası haline gelecektir. Bu anayasa aynı zamanda Türkiye AB’ye üye olduğu zaman Türkiye’nin de bir anlamda anayasası şeklinde kabul edilecektir.

10. maddenin birinci paragrafında, “Kendilerine verilen yetkilerin uygulanması sırasında anayasa ve birlik kurumları tarafından kabul edilen hukuk, üye devletlerin yasaları karşısında önceliğe sahiptir. Birliğin anayasaya münhasır yetki olarak verdiği konular arasında ortak ticaret politikası, ekonomi politikaları ile istihdam politikalarını koordine etmek, ortak savunma politikasının aşamalı olarak tanımlanması da dahil olmak üzere, ortak bir dış politika ve güvenlik politikası tanımlama ve uygulama yetkisine sahiptir, Birliğin münhasır yetki alanı içindedir” hükmü yer almaktadır.

Madde 17’de yer alan esneklik maddesi, Bakanlar Konseyine geniş bir imkan tanımakta ve anayasadaki münhasır yetki alanını genişletme imkanı vermektedir.

Birliğin kurumlarının, özellikle AB Konseyinin ve Bakanlar Konseyinin kararlarını nitelikli çoğunlukla alacağı da özellikle zikredilmektedir. Bu konuda sadece güvenlik ve dış politikada oybirliği aranacağı, dolayısıyla üye ülkelerin veto hakkının bulunacağı anlaşılmaktadır.

Ayrıca, bir anlamda Avrupa Hükümeti gibi hareket edecek olan Avrupa Komisyonu (madde 25) Birliğin yasama tasarruflarını münhasıran teklif etme hakkına sahip olup, bir başkan, bir başkan yardımcısı ve üye devletler arasında eşit dönüşüm esası ile seçilen 13 Avrupa Komisyonu üyesinden oluşacaktır. Dolayısıyla üye ülkelerin belirli dönemlerde AB Komisyonu üyesi olmayacakları da anlaşılmaktadır.

28. madde de zikredilen Adalet Divanı da her üye başına bir hakimden oluşacaktır ve kararlarını çoğunluk esasına göre verecektir.

32. maddeye göre Birlik, bütün yönleriyle bağlayıcı olan ve tüm Avrupa ülkelerinde geçerli olacak Avrupa yasaları çıkartma hakkına sahiptir.

36. maddeye göre, üye devletler yasa olarak bağlayıcı Birlik faaliyetlerini uygulamak için gereken ulusal hukuki önlemleri almayı kabul ederler.

51. maddeye göre, “Birlik, üye devletlerde bulunan kiliselerin ve dini örgütlerin veya toplulukların, ulusal yasa çerçevesindeki statülerine saygı gösterir ve ihlal etmez, felsefi ve dini cemaatlerin statülerine karşı eşit ölçüde saygılıdır”.



Madde II-10’a göre, “Herkes düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, tek başına ya da başkaları ile birlikte, topluluk halinde veya herkesin önünde veya özel olarak din ya da inanç değiştirme özgürlüğünün yanı sıra, ibadette, öğretimde, uygulamada ve törenlerde dinini veya inancını açıkça ortaya koyma özgürlüğünü de içerir.

İkinci paragrafta da, vicdani nedenlerle itiraz hakkını getirmektedir.



Ek protokoller hariç 225 sayfalık ve yüzlerce maddeyi ihtiva eden bu geniş anlaşmanın gayet sınırlı olarak yukarıda belirtilen maddeleri ile ilgili aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ederim:



1- Birliğin Anayasaya münhasır yetki verdiği konularda nitelikli çoğunluk esasının olması ve üye devletin veto hakkının bulunmaması, üye devletin özellikle iştirak etmediği kararlarda verilen karara uyma mecburiyetinde olması, egemenliğin bu kararla ilgili olarak kayıtsız şartsız devredildiği anlamına gelmez mi?

Bu durum, Anayasanın 6. maddesi olan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eli ile kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette, hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz” maddesi ile 7. madde olan, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM’nindir. Bu yetki devredilemez” hükümleri ile nasıl bağdaşacaktır?

2- Anlaşmadaki 51. madde açıkça cemaat kavramın getirmekte, madde II-10’la beraber yeni bir laiklik tanımı getirmekte ve mevcut anayasamızın başlangıç ve özellikle 24. maddelerinde belirtilen laiklik tanımına uymamaktadır. Bu çerçevede AB’ye üye olunduğu takdirde kabul edilecek laiklik kavramı 51 ve II-10’a göre midir?

3- Anayasamızın 2. maddesinde hükmolunan ve değiştirilemez hükümler arasında olan “laik devlet” tanımı bu tanımlar ile nasıl bağdaşacaktır?

4- Madde II-10 açıkça, Anayasa Mahkemesi kararları ile yasaklanmış olan yüksek öğretimde başörtüsü veya turban takma yasağını ve aynı zamanda kamu alanlarında dini simge kullanma yasağını ortadan kaldırmaktadır. Hükümetinizin müşahit olarak 29 Ekim’de imzaladığı bu anlaşmaya bir itirazı olmadığı, hatta Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ifadesinden, “Türkiye’de AB anayasasına uygun bir anayasa yapmak lazım” geldiği anlaşıldığından, mevcut anayasamıza, Avrupa anayasasının 51. ve II-10. maddesine eşdeğer bir teklif getirmeyi düşünüyor musunuz?

5- Mevcut Anayasanın, Başlangıç bölümünde yer alan “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı” ile 2. maddede yer alan Atatürk Milliyetçiliği kavramları, Avrupa Anayasası taslağı ile ne şekilde bağdaşmaktadır?”





****

Bu gelişmelerin önemli bir kısmı, müspet gelişmeler de olabilir. İşin acı tarafı, tartışmadan, kapılmış bir şekilde sürükleniyoruz.



Yargıtay’da olup bitene de, özellikle tayinler konusunda büyük yetki sahibi olan siyasetin ve mevcut iktidarın tesiri olduğundan hiç şüphe etmeyin.


Yayın Tarihi : 7 Şubat 2005 Pazartesi 17:12:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?