19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Sayın Ahmet Necdet Sezer ve Sayın Hilmi Özkök’e açık mektup ve yenilediğimiz görüşümüz...

Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Genelkurmay Başkanımız,

Size bu açık mektubu yazarken henüz Brüksel’de yapılan AB görüşmelerinden haber alınmamıştı. Gerek basında, gerek Brüksel’de bulunan Maliye Bakanı Unakıtan’ın izahatlarından öğrendiğimiz kadarıyla Hükümet, her ne kadar konuyu Meclisle görüşmeyip, Meclisi devre dışı tutmuş ise de, zat-ı alilerinizle devamlı temas halindeler. AB’nin, askerin politika ve siyasetteki rolünü tenkit etmesine ve bizlerin de askerin siyaset dışı kalması gerektiğini düşünmesine rağmen, MGK Üyesi Sayın Genelkurmay Başkanımızın da konuyla ilgili görüşünün alınmakta olması memnuniyet vericidir.

Aynı zamanda MGK Başkanı ve icranın başı olan Cumhurbaşkanımıza ve Kurul üyesi Genelkurmay Başkanımıza buradan açıkça soruyorum ve sorduğum sorunun cevabı konusunda kamuoyunu bilgilendirmelerini arz ediyorum:

AB ile ilgili olarak konuşulan “ucu açık müzakere”, Kıbrıs, Kürt meselesi gibi sayısız bir çok problemin yanı sıra, daha da önemlisi, AB’ye üye olduğumuz takdirde, 2006’ya kadar 25 üye ülke tarafından kabul edilince AB Anayasası haline gelecek “Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Anlaşma” 29 Ekim’de Roma’da imzalanmıştır. Bu anayasa, Türkiye AB’ye girerse, Türkiye’nin de anayasası haline gelecektir. Bu anayasa kabul edilince, bizim anayasamız da “Atatürk Milliyetçiliği” yer alamayacak, laikliğe kesinlikle yeni bir tarif gelecek ve “ tek başına ya da topluluk halinde ibadette, öğretimde, uygulamalarda ve törenlerde dinini veya inancını açıkça ortaya koyma özgürlüğü” gelecek, “ebeveynlerin kendi çocuklarının eğitimini ve öğretimini, kendi dini kanaatlerine uygun olarak sağlama hakkına saygı gösterilecek”, “dini cemaatlerin statülerine eşit ölçüde saygılı olunacak” ve Birlik’in münhasıran yetkisinde olan özellikle ekonomi, ticaret ve tarım konularında veto hakkı olmadığından bir anlamda egemenlik hakkı kayıtsız şartsız AB’ye devredilmiş olacaktır.

Sorumuz şudur:

Bu konular tarafınızdan tetkik edilmiş midir? Bu konular hakkındaki görüş ve kanaatleriniz nelerdir? “AB’ye tam üyeliğe evet” derken, AB anayasasının bu şartlarını bilerek mi “evet” diyorsunuz?

Hürmetlerimle arz ederim.

****

Ben bu yazıyı yazarken saat:11:00 civarı, yani nihai cevap ve netice ortaya çıkmış değildi.

Brüksel’de anlaşılan Türkiye köşeye sıkışmış vaziyette. Geçen Salı günü Abdullah Gül’ün TBMM’de milletvekillerine hitaben anlattığı “kırmızı çizgiler” berhava olmuş durumda. Ortada bir hayal kırıklığı var.

Kıbrıs meselesi sanki bir sürprizmiş gibi moralimizi bozdu. Bunun hiçbir sürpriz tarafı yok. Zaten, biz Ekim ayında Kıbrıs Rum Kesiminin mallarını Gümrük Birliği kapsamına almıştık. Şimdi bize, resmen tanıttırmak istiyorlar.

Tayyip Erdoğan müzakere tarihi almaktan elde edeceği siyasi avantajları kaybetmek istemiyor. Önümüzdeki saatlerde de pazarlıklar devam edecek.

Durumu bir milli maç seyredermiş gibi izliyoruz. Halkımızdaki psikoloji milli maç psikolojisi; bunu da yaratan Hükümet. AB de hiçbir şekilde sözünün eri olmadığını, Kopenhag Kriterlerinden başka kriterleri ortaya koyduğunu da gösterdi.

Ben, doğrusunu isterseniz bunları hiç fazla önemsemiyorum çünkü; zaten son iki aylık gelişmelerden sonra Türkiye’nin AB’ye tam üye olmaması gerektiğini ve özel statüyü kendisinin talep etmesi gerektiğini savunuyorum.

Bu konuyla ilgili dün çok kıymet verdiğim bir kişiye yazdığım mektubu sizlerle paylaşıyorum. Bugün öğleden sonra ortaya çıkacak durum kanaatimi hiçbir şekilde değiştirmeyecek.

Bakın mektubumda neleri dile getirmişim:

“Yarın, 17 Aralık’tan sonra herkes çok daha rahat konuşacak. Onun için ben söyleyeceğimi baştan söylemek ve özellikle sizin de çok hassas olduğunuz bir konuyu dikkatinize getirmek istiyorum.

Yarın, AB’den AB taraftarlarını rahat ettirecek bir karar mutlaka çıkacak ve bizi muhtemelen ekim ayında müzakerelerin başlayacağını, müzakerelerin doğası gereği (doğrudur) ucu açık olacağını söyleyecekler. Ekim ayına kadar da “tarama” yapılacağı belirtilecek.

Dün AP’nin aldığı (kendi tabirleriyle söylüyorum) “Kürt” partilerinin Meclise girmesi, silah bırakan “Kürt” kuvvetleri ile Hükümetin uzlaşması, Ermeni meselesi, Irak ve İran’ın Şat’ül Arap’daki sazlıklarının korunması için Fırat’tan daha fazla su verilmesi, Aleviler meselesi, Kıbrıs Rum Kesiminin tanınması meselesi gibi konular da zaman içinde, ne zaman işlerine gelirse önümüze çıkacak.

Ben bunların hiçbirinin çok fazla önemli olduğu kanaatinde değilim. Bunlar sadece siyasi pazarlama veya siyasi tenkid açısından kullanılacak mevzular. Esas ana konu, AB’nin anayasası.

Ben hem Avrupalı, hem Avrupacıyım. Ancak, özellikle 29 Ekim’de Roma’da imzalanan anlaşmanın metnini okuyup, tetkik ettikten sonra tam üyelik konusunda fevkalade çekimserleştim ve ortaya bir teklif koydum:

AB’ye özel statüyü biz teklif edelim, hemen teklif edelim ve 2005 tarihinden itibaren, senede yüzbin işçiyi aileleri ile birlikte almaları karşılığında bu özel anlaşmayı imzalayalım. Kabul etmezlerse, Gümrük Birliği’ni gözden geçirelim.

Bu teklif pek tabii zenginleştirilebilir. Bu konuda yazdığım 06.12.2004, 30.11.2004, 18.11.2004 tarihli 3 makalemi de haberx.com’da bulabilirsiniz.

Bu anayasaya en büyük itirazım: Özellikle muhalif olduğumuz konularda alınacak olan kararlara uymak mecburiyetinde olduğumuzdan, egemenliği kayıtsız şartsız devredeceğimiz keyfiyetidir.

Türkiye, kendi anayasası yerine geçecek bu anayasa ile yaşayamaz; çünkü, ikisi hariç (güvenlik ve dış politika) diğer konularda, özellikle ekonomi ve tarımda nispi temsille alınacak kararlarda Türkiye, muhalif olduğu ve iştirak etmediği kararların bile kendi anayasası hükmüne geleceğini kabul etmiş olacaktır. Bu husus, “egemenliğin paylaşılması” değil, “özellikle mutabık olunmayan konularda egemenliğin kayıtsız şartsız devri” manasına gelmektedir.

Tavrım çok belli: AB’nin bu anayasası ile biz AB’ye girmemeliyiz. Bu anayasa referandumlardan geçip kabul edilince bizi, 2009’da (zaten para istemediğimize ve serbest dolaşımı 2025’e bırakmayı kabul ettiğimize göre) bizi almamaları ve bu anayasanın cenderesine sokmamaları AB tarafından kabul edilemez bir hata olur. AB’ye topyekün hayır demek de büyük bir hatadır. Mal, hizmet, sermaye ve serbest dolaşım anlaşmalarımız geliştirilerek devam etmeli, Kopenhag Kriterlerinin ülke bütünlüğünü bozmayacak kısımları hariç, geniş bir şekilde uygulaması temin edilmeli, güvenlik sistemlerinde de makul ölçülerde yer almalıyız. Karşılığında istediğim açık: 300 milyonluk işçi pazarından, koskoca 25 ülke senede bizden istedikleri vasıfta, yüzbin işçi alsılar ve 15 sene almaya devam etsinler, yoksa Gümrük Birliğini gözden geçirelim. Sonra oturur bakarız.

Bu kanaatimi ve tavrımı benim değiştirebilmem için aşağıdaki soruların cevabını bulabilmem lazım:

1- Sizin çok hassas olduğunuz laiklik tarifini tamamen değiştireceğiz (esasında uzlaşılan bir laiklik tarifine zaten ihtiyacımız var) ama anayasadan Atatürk Milliyetçiliğini çıkaracağız, kamu alanı tartışmalarını tamamen bırakacağız, Tekke ve Zaviye Kanununu kaldıracağız ve cemaatleri kabul edeceğiz; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” maddesini iptal edeceğiz. Bu konuda dün Abdullah Gül’e verdiğim soru önergesi ek’te.

2- Fevkalade bürokratik ve merkezi bir yapıya sahip olan Brüksel’e, teknokratların hakim olacağını, bu bürokratik yapının 50 senedir örgütlendiğini ve Türkiye’nin nüfuz etme imkanının fevkalade düşük olduğunu, güvenlik ve dış politika hariç konularda veto hakkımın olmadığını, bu anayasanın ülkeleri neredeyse geliştirilmiş belediyelere çevireceğini ve bu arada imzaladığımız uluslararası anlaşmalar ve AKP’nin çıkarttığı Belediyeler Kanunu da dikkate alırsak, mesela Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği ile özel anlaşmalar yapabilmelerinin önünde hiç bir engel kalmadığı; ayrıca, bize, bizim üzerinde toplumsal uzlaşma sağlamadığımız RP’nin savunduğu manada bir laiklik anlayışını anayasa hükmü olarak empoze edeceği düşünülürse, bu anayasayı neden kabul edeyim? Türkiye’ye menfaati ne?

3- Ben serbest dolaşımı 2020-2025’e bırakacaksam, mali yardımlar konusunu ikinci plana atıyorsam, Gümrük Birliği’nin negatif dengesi 75 milyar doları geçmişken, AB’ye benim tam üye olmam bana ayrıca fiili katkı olarak ne getirecek?

Benim için son 15-20 senenin en önemli sosyopolitik hadiselerinden bir tanesi de KKTC’de yapılan 25 Nisan referandumunun hazırlanış ve yapılış sürecidir. Bir laboratuvar deneyi gibi yapılan bu referandumda, ne olduğu belli olmayan bir hayal uğruna KKTC halkı, yüzde 70 ile devletini yok etmeyi kabul etti. Biz de, bu laboratuvar deneyinin büyük ölçeklisi denenebilir. Zaten kanaatimce denenecektir.

Ben yarın tarih alındıktan sonra AKP’nin erken seçimi gündeme getirmekten ziyade, yeni anayasayı ve Başkanlık Sistemini gündeme getireceği kanaatindeyim.

AKP, aynen Kıbrıs’ta 25 Nisan’da olduğu gibi çok büyük paralarla (muhtemelen 1- 1.5 milyar dolarlık dış destekli bir kampanya) yapacağı bir kamyanya ve yarın ortaya çıkacak neticenin pazarlanması ile mevcut anayasayı değiştirmek yerine (özellikle ilk 4 maddeden kurtulmak üzere) “yeni” bir anayasa getirecek; bu anayasanın esasını da AB anayasasından işine gelen kısımlarla kendi programındaki konular teşkil edecek. Böyle bir teşebbüste bulunurlarsa referandumda yüzde 50’yi çok rahat geçerler. Yeni bir anayasayı referanduma götürmeyecek bir mekanizma da mevcut değil.

Ben bu ihtimali çok kuvvetli görüyorum.

****

Bu şartlarla AB’ye tam üyeliği talep etmenin hiçbir mantıki tarafı kalmamıştır, bu konudan vazgeçilmelidir. Ancak vazgeçilirken de ihtiyaçlarımıza uygun şartlar da en ajantajlı bir şekilde temin edilmelidir.




Yayın Tarihi : 17 Aralık 2004 Cuma 16:01:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?