Tayyip Erdoğan kantarın topuzunu tamamen kaçırdı. Sinirleri laçka. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Daha doğrusu, anlaşılan hakiki Tayyip Erdoğan ortaya çıktı.
***
Ben Tayyip Erdoğanı mahkemeye veriyorum.
Kendisine 1000 YTLlik bir tazminat davası açacağım. Tazminatın miktarı mühim değil, manası ve sembolik değeri yüksek. Belki bu dava sayesinde Erdoğanın aklı- çok zor- ama biraz başına gelmeye başlar. Ne de olsa halen Türkiyenin Başbakanı ve hazretin ruh halleri Türkiyenin durumunu da maalesef etkiliyor.
Tayyip Erdoğanı neden mahkemeye vereceğimi anlatayım:
Erdoğan, sık sık yaptığı gibi ağzından çıkanı kulağı duymadığı bir ortamda şöyle demiş:
AK Partiden istifalar varmış. Bunların hepsi çuvalın içindeki çürükler. Bunları ona sayın. Çünkü yola çıkarken AK Partinin tüzüğünü biliyorsunuz, programını biliyorsunuz. Bütün bunları bilerek yola çıkıyorsunuz. Ondan sonra dökülüyorsunuz. Olabilir. Siyasi tercihinizi bu istikamette yaptınız. Hayırlı olsun. Biz, yolumuzda emin adımlarla yürüyoruz. Çünkü biz, milletimizin bize verdiği vekalete ve bu vekalet AK Partiye verilmiş bir vekalettir, AK Partiye verilmiş vekaleti hakkıyla yerine getirmenin gayreti içinde olacağız.
AKPden halka verdiği sözleri tutmadığı, tutamayacağı ve bu politbüro anlayışı ile kolektif akıldan uzaklaşarak Türkiyeyi sıkıntıya sokacağını söyleyerek ilk istifa eden benim. Yani, Tayyip Erdoğanın gözünde, çuvalın içindeki çürüklerden biri benim. Kendimi hiç çürük filan gördüğüm yok. Bilakis, Partisini çuval zanneden Tayyip Erdoğanın sıkıntıları var.
Durum vahim. Hazret, hakikaten söylediklerine inanıyorsa Türkiyenin geleceği de karanlık ve vahim. Çünkü Erdoğan, hakikaten ne yaptığını bilmez halde. Kendisi AKPnin Tüzüğünü, programını filan uyguladığını zannediyor. Uygulanıp uygulanmadığına isterseniz birlikte bakalım:
Şimdi size takriben 1.5 sene evvel partiden ayrılırken 09.09.2003 tarihte yazdığım yazıyı tekrar sizinle paylaşıyorum:
Bugün itibariyle Başkanı bulunduğunuz Adalet Ve Kalkınma Partisinden ayrılıyorum. Milletvekilliğine (bir müddet) bağımsız olarak devam edeceğim.
Ak Partiden ayrılırken, size iletmeyi arzu ettiğim kısa görüşlerimi kamuoyu ile de paylaşmak istediğim için mektubumu açık olarak yazıyorum.
Öncelikle size ve partinize, bizleri aktif siyasete taşıdığı için teşekkür ederim.
Partiye mensup olarak milletvekilliği yaptığım 3 Kasım seçimlerinden bu yana, ben şahsen partide aradığımı bulamadım. Doğrusu, partiye aykırı düştüğümü de zannetmiyorum. Partiye ve gruba ısrarla hatırlatmaya çalıştığım her konu; partinin tüzüğünde, programında, acil eylem planında ve seçim beyannamesinde bulunan, seçimden önce halka verilmiş sözlere uygun hareketlerdi. Partinin bu sözleri tutmakta ciddi eksiklikleri olduğu kanaatindeyim.
Çok önemli bir modernizasyon ve demokrasi projesi olarak başlayan, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele ile ve demokrasi konusunda halka verdiği sözler ile iktidara gelen AK Parti, sizce bu sözlerini tutuyor mu? Parti içi demokrasi, katılımcılık, kollektif akıl konularında söyledikleriyle yaptıkları ne kadar örtüşüyor?
AK Parti, kurulduğu günlerdeki felsefeye ve görüşlere dönerse, bir türlü ortaya koyamadığı samimiyetini ortaya koyup, takiyye görüntüsünden kurtulursa, yolsuzluk ve yoksullukla mücadeleye samimi olarak başlarsa; yani özetle, halkın dertlerine deva olacak bir çizgiye gelirse, dış politikada örneğin hiç olmazsa askerimizin başına çuval geçirtmeyecek ve PKK meselesini halledecek bir politika izlerse ve en önemli sözlerinden biri olan parti içi demokrasi ve genel demokrasi ile hukukun üstünlüğüne hakikaten sahip çıkarsa, İnşallah, memlekete hayırlı işler yapar.
3 Kasım seçimlerinden beri kurulan iki hükümet, 1980lerden hatta 1970lerden beri kurulan bütün hükümetlerden daha başarılı gibi görünebilir. Ancak bir taraftan kurum ve kurullarla yaratılan gerginlikler, diğer taraftan yapılması gerekenlerin yarısını, hatta üçte birini bile yapamadığı düşünülürse, milletvekilleri ve hükümet arasında bir sinerji de kurulamadığı göz önüne alınırsa halkın dertlerine deva olmaktan çok uzakta olduğu görülür.
Sabır! diyebilirsiniz. Sizce halkın sabrı ve takati var mı?
Eski bir dost olarak, teşekkürlerimle beraber bu kısa hatırlatmayı yapmayı bir görev addettim.
****
Tayyip Erdoğanın tavırlarına ilişkin bir başka yazım da 16.05.2003 tarihli. Bu yazıda üzerinde durduğum önemli bir konu, Parti içinde konuşmanın nasıl istenmediği ve Parti yönetiminin partiden çıksın, gitsin öyle muhalefet yapsın ifadesiydi. (tıklayınız)
Geçmişe şöyle bir baktım; AK Parti Milletvekili olduğum dönemde, bugün bazı arkadaşlarımızın yaptığı eleştiriler konusunda AKP Grubuna bakın neler yazmışım:
Tarih 21.12.2002. Mektubun Muhatabı AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan. Daha kendisi Başbakan olamamış:
363 kişilik Meclis Grubumuza hakim olmak lazım. Bu hakimiyet talimat veya sert bir tavırla olmaz. Bu hakimiyet ancak moral ve katılımcılıkla sağlanır. Katılımcılık konusunda ciddi sorunlar var. Haftada iki saatlik bir grup toplantısı, istenilen morali ve katılımcılığı sağlamıyor. 363 kişilik AK Parti Grubunun hakiki meclis olduğunu unutmamak lazım.Kontrolsüz güç, güç değildir. Grup, Hükümetin yaptıklarından olan bitenden habersiz. Genel Kurula sevk edilen kanun tasarılarından komisyon üyesi milletvekillerimiz hariç, Genel Kurulda haberdar olunuyor. Milletvekilleri, bakanlara ulaşamadıklarından şikayetçi. Bakanlara iletilen yazılı notlara aradan haftalar geçse bile bir cevap gelmiyor. Yazılı soru önergeleri cevapsız kalıyor. Yolsuzluklarla ilgili araştırma yapılıp yapılmayacağı belli değil. Grup Başkanvekilliği çok daha aktif, sevecen ve kucaklayıcı olmalı. Milletvekillerinin her konuda katılımcılığı teşvik edilmeli ve sağlanmalı.
Tarih 24.12.2002. Mektup AKPnin dört Grup Başkanvekiline yazılmış. Henüz AKP Grup Başkanvekili sayısı beşe çıkmamış:
Mektupta, Hükümet-Grup-Milletvekili işbirliğinin artmasını teminen, Grup Başkanvekillerine bazı tavsiyelerde bulunmuş ve Bakanlarımız medyadan şikayet ediyorlar. Haklılar. Ancak bizde olup biteni medyadan öğrenmekten şikayetçiyiz. Bu problemi halletmek ve doğru bilgilendirme sistemini bulmak bakanlara düşmez mi? demişim.
Kendilerine yaptığım tavsiye hiç dikkate alınmamış olacak ki, 02.01.2003 tarihinde yine AK Parti Grubuna aynı konuda bir mektup daha yazmışım: İhale Yasası, nema ödemeleri ve Kıbrıs konusunda olduğu gibi, aynı konuyla ilgili farklı kişiler tarafından yapılan farklı açıklamalar basında çelişki olarak gündeme getiriliyor. Milletvekillerinin de bu tür bilgileri konuları takip eden gazetelerden öğrenmesi doğru olmuyor.
Milletvekili olarak olup bitenden haberimiz olmamakta, tasarıları da ancak Genel Kurula indiği zaman öğrenmekteyiz. Bu konuda tetkik alınması hususunu tetkiklerinize arz ederim.
Dikkat ettiyseniz yazıların tarihleri daha AK Parti Hükümetinin ilk ayları.
Tarih 20.01.2003. Mektup yine Tayyip Erdoğana yazılmış:
Bazı Başbakan Yardımcısı ve Bakan arkadaşlarımız sorularımdan rahatsız olmuş olabilirler. Konuların basın tarafından tahrif edilmiş olması, kendilerinde rahatsızlık da yaratmış olabilir. Böyle bir durumda beni itham etmek yerine benimle konuşmak acaba daha doğru olmaz mıydı? Ben kimseyi şifahen rahatsız etmek istemiyorum. Zira, arayan değil, aranan makbuldür demiştiniz.
Tarih 24.02.2003
Mektup, AK Parti Grup Başkanlığına yazılmış:
Irak konusunun Grupda tartışılmamasını ve milletvekillerine kendi fikirlerini izah etmek imkanının verilmemesini çok büyük eksiklik olarak görüyorum. Hükümetten ve partiden milletvekillerini bilgilendirme hemen hemen hiç yok. Milletvekilleri ancak basını takip edip, bilgi sahibi olabiliyorlar.
Hükümetimize ve partimize kendi görüşlerimizi nasıl intikal ettireceğiz? Örneğin, benim çok somut olan iki görüşüm var ve herhangi bir şekilde oy vermeden önce, bu sorularımın cevaplandırılmasını istiyorum.
Tarih 02.03.2003
Mektubun muhatabı Recep Tayyip Erdoğan:
Şu anda parti içindeki fikir ayrılığı sadece Irak konusuyla ilgili bir fikir ayrılığı. Bu fikir ayrılığı temelinde herhangi bir parçalanmanın veya bölünmenin tohumlarını taşımıyor. Ancak durumun birlik ve bütünlüğü bozması seviyesine gelmesi istenmiyorsa katılımcılığa muhakkak önem verilmeli, diyalog kapıları açık tutulmalı ve sertleşilmemeli. Partinin dar bir kadro tarafından idare edildiği intibaı verilmemeli, hükümet bu kadar hayati bir konuda grubun katılımcılığını, parlamentoda da ilgili komisyonların katılımını da aramalı.
Ve size yine dikkat çeken bir mektup: Mektubun tarihi 24.07.2003 ve AK Partinin 5 Grup Başkanvekiline yazılmış:
Benim parlamento çalışmalarımla ilgili olarak bazı genel başkan yardımcılarımızın, Burası ABD Meclisi değil. Senin çalışma tarzın ABD Parlamentosundaki temsilcilere benziyor, bize uymuyor şeklindeki değerlendirmeleri oluyor. Aynı değerlendirmeyi, siz muhterem Grup Başkanvekili arkadaşlarımızdan bazılarının da yapmakta olduğunu duydum ve bu konuda sizlerle fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
Benim yaptığım oy vereceğim konularda bilgi sahibi olmayı istemek, kanun tasarılarının muhalefetten, ilgili sivil örgütlerinden fikir alınarak, tartışılarak hazırlandığı bir ortamda, daha komisyona gelmeden bizim partimizin milletvekillerine de dağıtılarak katkılarının istenmesi, çeşitli yazılı soru önergelerimize bakanlardan tatminkar ve zamanında cevap verilmemesi, Hükümetimizin ve bakanların Grubu ciddiye alarak gerek yazılı, gerek sözlü doğru dürüst bilgilendirmede bulunmaları ve milletvekillerinin birer el kaldırma makinesi olarak değerlendirilmemeleri, meydanlarda söz verdiğimiz, Tüzüğümüze koyduğumuz parti içi demokrasinin işlemesi ve Parti Tüzüğüne, parti içindeki mevki ne olursa olsun herkesin uyması. Ben bu prensiplerin dışında hiçbir zaman hareket etmedim.
****
Bunlar sadece tarihe kayıt düştüğüm birkaç örnek. Buna benzer, muhtelif tarihlerde, muhtelif konularda yazılmış daha bir çok mektup var. Tarihlere dikkat ettiyseniz görürsünüz, o günden bugüne değişen bir şey olmamış.
Tayyip Erdoğan o sıralarda daha misyonu bitmediği için pohpohlanıyor, el üstünde tutuluyor, bir çok yağcı tarafından Türk tarihinin gelmiş geçmiş en büyük Başbakanı diye gösteriliyor, dolayısıyla kimseyi dinleme lüzumu hissetmiyordu. Müridleri şeyhi uçurmuştu
Kendisinin ve Hükümetinin icraatının, ne Partinin Tüzüğü ile, ne Partinin kuruluş felsefesi ile ne de programı ile alakalı olmadığının farkında değildi
Derken, 17 Aralık geldi, AB ile durum, şöyle böyle netleşti.
Ve, Tayyip Erdoğanın misyonu bitti
Hem de herkesin gözünde bitti
ABD için, gerekli desteği alamadıkları için bitti.
İsrail için, İsraili ziyaret etmediği ve Şarona terörist dediği için bitti.
Türkiye içindeki yeni Tanzimatçılar ve ABciler için, 3.10.2005ten sonraki müzakereleri yürütme kabiliyeti olamayacağı için bitti.
Kendisine oy veren kitlenin önemli bir kısmı için de Tayyip Erdoğan icraat yapamayan bir popstar olduğu için misyonu bitti
Söz verdiği başörtüsünü halledemedi, YÖK Kanununu çıkartamadı, RTÜK Kanununu toparlayamadı, imam-hatip meselesini halledemedi, ekonomide başta tarım kesimi ve esnaf olmak üzere milleti perperişan etti, yeni iş sahası açamadı, devletin borcuna borç kattı, hortumları kestiğimiz için çıldırıyorlar demesine rağmen ortaya, yolsuzlukla mücadelede hiçbir somut netice koyamadı; bilakis ortaya ak hortumlar çıkmaya başladı.
Tabii Tayyip Erdoğandan memnun olanlar da var: IMF memnun, kendisine istediklerini yaptırabilen bazı dış odaklar memnun, içerideki rantiye, hortumcu kesimi ve kapkaççılar memnun
Son iki aydır Tayyip Erdoğanın yetersizliğini gören bazı milletvekilleri, benim 1.5 sene evvel yaptığımı yapmaya başlayıp, aynı sözleri söyleyip gecikmeli de olsa partiden ayrılmaya başladı. Esasında bu milletvekillerinin hepsi değil ama önemli bir kısmı, çok gecikmeli de olsa, halkın AKPye verdiği vekaleti çok daha ciddiye alan, AK Partinin mevcut politbürosunun da verilen sözlerden, programdan, tüzükten uzaklaştığını gören milletvekilleri. Bilakis onur ödülünün onlara verilmesi lazım.
Tayyipin medyaya da tahammülü kalmadı. Sinirleri laçka olduğundan, hakkında en ufak bir tenkit yazısı çıktığında, kendini kaybedercesine medyaya hücum ediyor. 17 Aralık 2004den sonrada artık AB konusunda gelinen noktadan sonra Tayyip Erdoğanı desteklemenin lüzumsuzluğunu gören basın da, Tayyipin gerçek yüzünü teşhir etmeye başladı. AKPnin artık sıradan bir parti olduğunu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın bir süredir inanılmaz bir siyasetçi portresi çizmeye başladığını, Başbakan Tayyip Erdoğanın artık o çok kalabalık, kimsenin hatırlamak istemediği siyasetçi portreleri galerisine girdiğini, sözcüklerinin ruhsuzlaştığını, gülümseyişinin pozlaştığını, AK Partinin sistemsiz bir parti olduğunu, zaten sağlıksız bir şekilde büyüyen böyle bir partiden sistemli olmasının beklenemeyeceğini, Partinin bir kanser hücresi gibi birden büyüdüğünü yazıyorlar.
Üstelik de bu yazıları yazanların çok önemli bir kısmı Tayyip Erdoğanı zamanında desteklemiş kalemler.
****
Düşünmeden edemedim:
Çürük kim?