Zaman Gazetesi’nde önceki gün bir yazı çıktı.
Yazıyı 07.12.2004 Zaman Gazetesi’nin arşivinden okuyabilirsiniz. Yazısında Ekrem Dumanlı, Gazi Üniversitesi’nde başlayan bir sempozyumun ilginç ayrıntılar taşıdığını, programın sponsorunun Ulusal Kanal, (yani Doğu Perinçek’in desteklediği kanal) olduğunu, davetlilerin arasında eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, İstanbul Milletvekili Emin Şirin, CHP Grup Başkanvekili Ali Topuz ve onun hemen arkasında kırıta kırıta oturan Perinçek’ten müteşekkil davetlilerin düşündürücü bir tablo verdiğini, (kendi cemaatlerine ait) Aksiyon’da Oral Çalışlar’la bir röportaj yapıldığını, Doğu Perinçek’in şu anda durduğu çizginin, derin devletin şahin kanadına yakın bir çizgi izlediğini ve onlardan malzeme geldiğini söylüyor.
Ekrem Dumanlı sonra da devam ediyor, “Gerçekten Perinçek’i destekleyen derin devlet var mı? Ordumuzda önemli görevler yapmış Eruygur ve Kılınç Paşaların, Emin Şirin’in, Ali Topuz’un, Ufuk Söylemez’in, Ulusal Kanal’ın programında Perinçek ile aynı kareye girmesi şüphe doğurmuyor mu? Haydi, bunları açıkladık diyelim, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın, “derin devlet” şaibesi taşıyan bir grubun bulunduğu programda ne işi var?” diye soruyor ve yazısının devamında Perinçek’i, Aydınlık’ı, Ulusal Kanal’ı “derin ilişkili” diye suçlayıp, yerden yere vuruyor.
****
Ben Ekrem Dumanlı’ya dün aşağıdaki yazıyı yolladım:
“Sayın Dumanlı,
Anlaşılan Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında “kan gövdeyi götürecek, kan selleri akacak”; “Bana bu konuları devlet içinden bilen birileri söyledi” ifadelerini sorgulayıp açıklamaya davet edince; ayrıca, Nurettin Veren’in belge olarak ortaya koyduğu eğitim hizmeti verecek vakıflarda “şeriattan ayrılmama yemini” konusunu sorgulayınca aklınıza geliverdim!
Siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz. Beni daha yakından tanımanız için de size geçenlerde mektup yazdım; “bir röportaj yaptırın” dedim, cevap gelmedi. Ancak cevabınızı anlaşılan bugünkü yazınızla vermeye teşebbüs ediyorsunuz...
Siz beni tanımıyorsunuz ama ben yavaş yavaş sizi ve mensup olduğunuz cemaati daha iyi tanımaya başladım.Önce belirteyim (beni yakından tanıyan sizin bazı dostlarınız hiç yalan söylemediğimi ve fevkalade şeffaf olduğumu bilirler) ben ortada derin devlet filan görmüyorum. Doğrusu, 28 Şubat sürecinden sonra, özellikle son iki sene Ankara’da bu konuyu ciddi olarak araştırmaya çalıştım. Ortada derin devlet filan yok; varsa da lütfen bana öğretin, gösterin. Ortada olan bir şey varsa; o da derin cemaatler, Fethullah Hocaefendi’nin söylediği gibi bazı
“teşkilat-ı sırrıyeler”, derin menfaat şebekeleri, yurtdışındaki bazı ülkelerin Türkiye içindeki uzantıları ve derin mi derin bir medya ve iş alemi, buna belki de bir “derin mahkeme mekanizmaları”nı da ekleyebilirsiniz.
“Eruygur ve Kılınç Paşaların, Emin Şirin’in, Ali Topuz’un, Ufuk Söylemez’in
Ulusal Kanal’ın programında, Perinçek’le aynı kareye girmesi şüphe doğurmuyor mu? Haydi bunları açıkladık diyelim, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın “derin devlet şaibesi” taşıyan bir grubun sponsorluğunda yürütülen bir programda ne işi var?” diyorsunuz.
Gazeteciliğinize hayret ettim.
1- Beni, bu toplantıya Sayın Denktaş’ın konuşacağını söyleyerek eski KKTC Ankara Büyükelçisi Ahmet Zeki Bulunç davet etti. Toplantının Ulusal Kanal ile ilgisini bilmiyordum; bilsem de farketmezdi. Bana yapılan davet, “Gazi Üniversitesi’nde, Rauf Denktaş ve Süleyman Demirel’in yapacağı konuşmaya” yapılan davettir.
Aynı anlamda bir gün evvel de Başkent Üniversitesi’nde, Ulusal Kanal’la hiç alakası olmayan bir başka toplantı vardı; oraya da gidip Denktaş’ı selamladım.
2- Ön sırada protokolde biz oturuyorduk. Milletvekili olarak katıldığım toplantılarda ön sırada oturmaya dikkat ediyorum. Bilahare, Ali Topuz, Doğu Perinçek, Tuncer Kılınç salona Sayın Demirel ve Sayın Denktaş ile beraber girince, koltuklara oturulmuş olduğu için ayakta kaldılar. Başta, CHP Grup Başkanvekili olduğu için Ali Topuz’a, bacağında problemi olduğu için de Haymana Hapishanesinden tanıdığım Doğu Perinçek’e yer de verebilirdim. Ancak, görevlilere seslendik, hatta öncelikle ben seslendim. İskemle getirterek önümüzdeki boş sıraya koydurduk.
3- Tuncer Kılınç Paşa’yı hiç tanımam, daha önce de hiç görüşmedim. Şener Eruygur Paşa ile bir tek kere görüştüm. O da, Belediyeler Kanunu’nun İstanbul ve Kocaeli’den (daha ortada yeterli polis kadrosu yokken) Jandarmayı çıkarma hükmü üzerine verdiğim soru önergesi ve konu hakkında yazdığım yazılar ile ilgiliydi.
Şimdi siz bana söyleyin; neymiş duyduğunuz şüphe? Bunu da açıklamak sizin göreviniz.
Ekrem Bey,
Hocaefendi’nin yurtdışında teşvik ettiği okulları en başta savunan benim. Doğrusu başörtülü öğrencilerin, affedilmesi gereken öğrencilerin haklarını da benim kadar yüksek sesle savunan ortada pek bir milletvekili görmüyorum. Hocaefendi’nin açık mektupla cevaplamaya davet ettiğim, henüz sessiz kaldığı, ancak, dolaylı, mazlum ifadelerle kendini korumaya çalıştığı ifadelerden başka bir şey duymadım, görmedim. Ben kendisine daha evvel de açıkladığım gibi, çok detaylı ve uzun bir mektup müsveddesi hazırladım; henüz belki açık mektubuma cevap verir diye bekliyorum.
Ben de size bir kaç şey sorayım:
- Hocaefendi’nin mahkemesi 5 sene ertelenmişken, TCK’da yapılan değişikliklerle zaten eylemleri suç olmaktan çıkarılmışken Hocaefendi Türkiye’ye neden dönmüyor?
- Denktaş ve Süleyman Demirel’in Gazi Üniversitesi’nde dinlenilmesi “şüphe
uyandırıyor da”, “Cemaatinize mensup Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın” Abant Toplantılarını ABD’de, Brüksel’de yapmaları ve kimilerinin iddiasına göre, küresel güçlerin, özellikle ABD’nin maşası haline gelmesi “şüphe” uyandırmıyor mu?
- Sadece bir din adamı olduğunu iddia eden, eğitim faaliyetlerinde de sadece önderlik ettiğini öne süren Fethullah Gülen’in Abant Platformu’na yolladığı mesajda, Orduyu övmesi, bu övgüyü siyasi mana vererek yapması neyin nesi?
Yukarıda, “bu ne biçim gazetecilik?” demiştim. Size, yaptığınız gazeteciliğin ne kadar cemaat tesirli ve taraflı olduğunu somut belgesi ile de ortaya koyayım: İlişikte, sizin tenkit ettiğiniz toplantının davetiyesi var. Bu davetiyeye doğru dürüst bir bakın. Bu davetiyede Gazi Üniversitesi ve Türk-İş, Ulusal Kanal’ın çok üzerinde geliyor.
Bu açıklamamı yayınlamanızı veya Nuriye Akman’dan rica edip bir röportaj yaptırmanızı bekliyorum. Yazarınız Hüseyin Gülerce’ye de, “isterseniz bir program yapalım, canlı yayın da olmasın istediğiniz gibi de gözden geçirirsiniz” demiştim; ondan da bir ses seda çıkmadı.
Son söz, ben Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na davet edildiğimde (insanların korktuğu bir dönemde) seve seve gittim. İftarlara davet edildiğimde, iftarlara umumiyetle katılmasam bile icabet ettim (son iki senedir herhalde muhalefette olduğum için pek bir davet gelmiyor) ama Gülen’in teşvit ettiği bazı faaliyetlere duyduğum sempati, ne cemaat görüşü ile, ne de hatta kör göz ile veya cemaatin oylarından medet uman siyasilerin yaptığı şekilde hareket etmemi gerektirmez. “
****
Bugün Ekrem Dumanlı’dan aşağıdaki e-maili aldım ve ilk mektubumda ne kadar haklı olduğumu üzülerek gördüm. Ne yazık bir gazetecilik anlayışı.
Sayın Emin Şirin,
Kusura bakmayın, yogunlugumdan dolayı mesajınıza ancak bugun cevap verebiliyorum. ’Benı tanımıyorsunuz’ demışsiniz.. Dogru, tanımıyorum; tıpkı sizin beni tanımadığınız gibi.
Benı tanımadığınızı şuradan anlıyorum ki yazımla alakası olmayan pekçok şey yazmışsınız. Oysa benım yazım ne Veren ile ilgili ne de sizin ona verdiğiniz destekle.
’Ortada derin devlet filan yok; varsa da lütfen bana öğretin, gösterin’ demışsiniz. Benim konum derin devletin varlığı ya da yokluğu değil ki! Yazımın başlığı bile yeterince açık: Derin devlet suçlaması’ Bu suçlamayı ben yapmıyorum, bu sayın Çalışlar’ın suçlaması. Böyle bır şeyin olmadığını söylemek istiyorsanız bana değil sayın meslektaşıma bır şeyler demeniz gerekir sanıyorum...
Bana sorduğunuz soruların muhatabı değilim. Sizi bu kadar gergin bulduğum için de üzgünüm. Neticede ben bır yazı yazdım, yazının hedefı de siz değilsiniz. Neden bu kadar alınganlık gösterdiğinizi de anlamış değilim. Galiba gerçekten birbirimizi tanımadığımız için farklı dilden konuşuyoruz. Mektup yazdığınızı söylüyorsunuz, bana öyle bır şey gelmedi. Sadece bir muhabirimize soylediğiniz tuhaf lafları işittim. Bır milletvekili olmanız hasebiyle sizin adınıza üzüldüm. Ayrıca benim yönettiğim gazetede kiminle röportaj yapılacağına ben ve röportajcımız karar verir. Sipariş usulü röportajcılığa sıcak bakmam...
Ben yine iyi niyetle yaklaşmak istiyorum ve diyorum ki galiba beni tanımadığınız için yanlış göndermeler yapıyorsunuz. Benım yazıma asıl kızacak zümreler siz olmamalısınız. O kısılerden cıt yokken neden siz rahatsız oldunuz anlamadım ve üzüldüm. Adamlara SPK ile ilgili bır soru yöneltiyorum. Biliyorum, bu tür konulara ilginiz vardır; onu bile es geçip alınganlık göstermışsiniz. Lütfen biraz daha iyi niyet ve dostlukla yaklaşalım olaylara...."
***
Aşağıda Ekrem Dumanlı’ya yazdığım ikinci mektup var. Kendisi, herhalde “gergin” olduğu için İşçi Partisi Genel Başkanı’ndan “kırıta kırıta oturan” diye bahsediyor. Hakkedilse bile ben aynı üslubu kullanmayacağım.
“Ekrem Bey,
Mektubunuzu doğrusu sizin seviyenizdeki bir insana yakıştıramadan ve üzülerek okudum. Cevabınızı tamamen Oral Çalışlar’ın “derin devlet” suçlaması üzerine kurmuşsunuz. Sonra da, Çalışlar’ın “derin devlet” ve Perinçek’le ilişkileri konusuna devam ediyorsunuz.
Şimdi dönelim içinde benim de ismim geçen cümlelerinize bakalım: “Programın davetlileri düşündürücü bir fotograf vermeyi ihmal etmiyor. Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, İstanbul Milletvekili Emin Şirin, CHP Grup Başkanvekili Ali Topuz ve onun hemen arkasında kırıta kırıta oturan Perinçek?
... “Ordumuzda önemli görevler yapmış Eruygur ve Kılınç Paşaların, Emin Şirin’in, Ali Topuz’un, Ufuk Söylemez’in, Ulusal Kanal’ın programında Perinçek ile aynı kareye girmesi şüphe doğurmuyor mu? Haydi, bunları açıkladık diyelim, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın, “derin devlet” şaibesi taşıyan bir grubun bulunduğu programda ne işi var?”
Ve size soralım:
Oral Çalışlar, herhangi bir ifadesinde, yazısında, konuşmasında veya bahsettiğiniz Aksiyon röportajında benim ismimden bahsetmiş mi? Yoksa siz benim ismimi oraya, işinize geldiği ve cemaatinizin benden rahatsız olduğu için mi koyuyorsunuz?
Ayrıca, güya, en önemli dayanaklarınızdan biri bu programın sponsorluğunu Ulusal Kanal’ın yapıyor olması. Bu konuyu da bir evvel ki mektubumda anlattım. Anlaşılan anlamamışsınız tekrar edeyim: Davetiyenin düzenleyen kurumlar kısmında sırasıyla, Gazi Üniversitesi, Uluslararası Avrasya Hareketi, Türk-İş, Uluslararası Avrasya Metal İşçileri Federasyonu, USİAD, ADD ve Ulusal Kanal var.
Sırasıyla adı geçen yedi kurumun hepsi muteber kurumlar. Toplantının yapıldığı yer de Gazi Üniversitesi. Gazi Üniversitesi’nin, Türk-İş’in düzenlediği, Demirel ve Denktaş’ın katıldığı toplantının neresi sizde şüphe uyandırıyor? Bu da yetmiyormuş gibi, hangi cesaret ve hiddetle bilemem, Denktaş’ın ve Demirel’in, Gazi Üniversitesi’nde yapılan ve organzatörlerinin arasında ve yedi organizatörün başında Gazi Üniversitesi ile Türk-İş bulunurken, yedi organizatörden biri Ulusal Kanal diye ne hakla sorguluyorsunuz?
Perinçek’i seversiniz sevmezsiniz, hatta, Fethullah Hoca Efendi hakkında yaptığı beyanlardan ötürü nefret bile edebilirsiniz, (güya) Oral Çalışlar’a dayanan yazı içine beni iki emekli paşayı, Ufuk Söylemez’i, Ali Topuz’u, hatta hatta Süleyman Demirel ve Rauf Denktaş’ı sokma gayreti nedir?
Mektubunuzda belki dolaylı olarak haklı olduğunuz konu benim Hocaefendi ile ilgili sorduğu üç sorunun sizi alakadar etmediğini söylemeniz. Doğru, bu soruların muhatabı Hocaefendi, ben de hala cevap bekliyorum. Ancak, kimbilir, cemaatin gazetesinin başında olduğunuza göre, hem genel yayın yönetmeni, hem köye yazarı, hem de gazetecilik sıfatınızla belki de merak edip cevap verirsiniz diye düşünmüştüm. Zaten sorular Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaatini alakadar etmekle beraber, bir gazetecinin görüşünü almak üzere yönlendirilmişti...
Gelelim “benim yönettiğim gazetede kimin röportaj yapılacağına ben ve röportajcımız kadar verir. Sipariş üsulu röportajcılığa sıcak bakmam” diyorsunuz. Doğru, Nuriye Akman Hanımefendi’ye bir sorun bakalım: bana bizzat telefon edip röportaj yapmak istediğini söyledikten sonra acaba neden vazgeçti? Sizi direkt olarak alakadar etmez ama Hüseyin Gülerce de bana kaç defa “Seni ilk fırsatta TV’deki programıma davet etmek istiyorum” der dururdu.
“Ben yine iyi niyetle yaklaşmak istiyorum” diyorsunuz. Mutlaka inanmak isterim. “İyi niyetle yaklaşmak istemenizin” bir tek delili olabilir: Açıklamamı, Oral Çalışlar’ın, Doğu Perinçek’le ilgili bir yazıya, beni, Ali Topuz’u, iki emekli Paşayı, Ufuk Söylemez’i karıştırmanızın yanlış anlamalara yol açtığını, yoksa, Gazi Üniversitesi’nde, başta, Gazi Üniversitesi ve Türk-İş’in tertiplediği, Demirel ve Denktaş’ın dinleneceği bir toplantının şüphe doğurmayacağını, “davetlilerin düşündürücü bir fotograf vermediğini” belirterek düzeltmeniz lazım.
Oral Çalışlar üzerinden Perinçek’le siz istediğiniz kadar hesaplaşın. Perinçek’in de sizin hakkınızda mutlaka söyleyecekleri olur; onu da dinleriz. Ama görülüyor ki, beni de, nedense (!) işin içine katmaya çalışmışsınız.
Ben de her zaman iyi niyetliyim; sizin iyi niyetinizin göstergenizi bekliyorum."
Yayın Tarihi :
9 Aralık 2004 Perşembe 18:32:55