19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Zirve'den çıkan sonuç: Tehlikeli kamplaşma...

İstanbul’daki NATO Zirvesi “somut” sonuç verdi mi, vermedi mi konusunda değişik görüşler var.
Öncelikle organizasyonun başarısını takdir edip, bu başarıyı sağlayan Hükümet, ilgili Bakanlık, sponsor ve özel sektörden herkese ve bilhassa Emniyet güçlerine teşekkür etmek lazım.

Evet, bir miktar sıkıntı oldu ama ortaya çıkan başarı, “halkla ilişkiler ve tanıtım” açısından ve daha da mühimi sıcak ilişkiler kurma bakımından önemli.

****

“Somut netice çıkmadı” diyenlerin ciddi bir şekilde yanıldığı kanaatindeyim. Bu zirve, iki dünya görüşünün fevkalade açık bir şekilde ortaya konulduğu, hatta bir çatışmaya götürecek gerginlikle ortaya çıktığı bir zirve oldu. İki farklı dünya görüşüne dayanan bu durum; zirvesi yapılan NATO toplantısından ziyade, evsahipliği yapan Türkiye’yi alakadar ediyor.

Bu iki farklı dünya görüşü ve kamplaşmaların neler olduğuna bir bakalım: Bir tarafta ABD-Ilımlı İslam görüşü-AKP, diğer tarafta AB-Laiklik (hatta militan laiklik)-Devlet.

Bu çok tehlikeli karşılıklı denklemleri açalım:

ABD’nin, “Türkiye’nin AB’ye girmesi lazım” dediğine bakmayın. Ne İsrail, ne de ABD bu konuda çok samimi değiller. ABD, Türkiye AB’ye girdiği takdirde, topluluğun doğu ucunda, İngiltere’nin batı ucunda oynadığı rolü oynamasını istiyor. ABD, Başkan Bush’un dün Galatasaray Üniversitesi’nde de yaptığı konuşmada gördüğümüz gibi, “Geniş Ortadoğu’da reformların ( yani kendi görüşlerinin) ilerletilmesi” kararlılığında. Türkiye’yi de bu konunun merkezi olarak görüyor.

Bush, dine fevkalade önem veren bir insan. Dünkü konuşmasında hukuk devleti ve demokrasinin evrensel prensiplerine dayanmak yerine fikirlerini dini referanslara dayandırmayı tercih etti. Yazısından bazı parçalar okuyalım:

“Müslümanlık adaletin peşinde koşmak, herkese hakkaniyetli davranmak, yabancılara ihtimam ve ihtiyaç halinde olanlara şevkat göstermekle emrolunur”, “Demokrasilerin tümü, dindar insanların, aileye sadakat, hukuka saygı, zayıfa merhamet gibi fiilleri yerine getirmesi ve öğretmesi ile güçlenir”.

Çok doğru sözler. Ancak, doğru olduğu kadar tam manasıyla “dini siyasete alet etmek”. Bush, tam AK Parti paralelinde bir siyaset izleyerek, dini siyasetin bir parçası yaparak, AK Parti ve AK Parti’nin Başkanı Tayyip Erdoğan vasıtası ile Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi’nin merkezi yapmak istiyor.

Bu projenin içerisinde "Türk’ten" ziyade, "Türkiyeli" olacak.

AK Parti, tamamen bu politikaya kaymış vaziyette. Daha evvel de “A Planı AB ise B Planı BOP Projesi; AKP’nin yönetim kadrosunda bir çok kişi de B Planını tercih ediyor” demiştim. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi Başbakanın Dış Politika Danışmanı ve Tercümanı Egemen Bağış’ın ağzından bunun teyidini almıştık.

Diğer tarafta ise AB-Militan bir laiklik anlayışı ve devlet var. AB, kendi hukuk anlayışı ve demokrasinin temeline (bizce fazla katı olan) bir laiklik anlayışı koyuyor. Daha dün AİHM’den çıkan başörtüsü kararı fevkalade çelişkili, çifte standartlı, katı bir karar. Türkiye’deki “devlet”, yargısıyla, askeri ve sivil bürokrasisi ile ve cumhurbaşkanı ile katı laiklik anlayışını sahipleniyorlar. Cumhurbaşkanı neredeyse başörtülü bir kimseyi görmeye tahammül edemiyor, buna mukabil başbakan ve bakanların başörtülü eşleri bütün dünya liderlerinin eşlerini ağırlıyorlar...

****

Bu zirvede, somut olarak bu kamplaşmayı gördük. ABD’li birinci formüle yakın olanlar “bu toplantının, şansı bir istikbalin müjdejisi olmasını niyaz ettiler”, “Başkan Bush’un konuşmasından sonra “Türkiye’nin bugününün ve geleceğinin “ABD tarafından sigortalandığını” söylediler.

Bu tehlikeli kamplaşma Türkiye’yi çok kötü mecralara taşır. ABD’nin Ortadoğu Projesinin içine girmek fevkalade riskli, yanlış bir maceradır. Keza, Egemen Bağış’ın ilan ettiği gibi AB’den vazgeçmek de Türkiye için son derece yanlış bir politikadır. Dini siyasete alet etmek, hele hele bu konuda George Bush’un konuşmasından cesaret alarak Türkiye’yi de aynı mecraya sürüklemeye kalkışmak sonu hüsranla bitecek bir maceradır. Buna mukabil katı bir laiklik anlayışı içinde, bütün dindarları dincilerle aynı kefeye koyan, ancak Stalinist ülkelerde görülebilecek katı bir laiklik anlayışı ile hareket etmek, devletle milleti daha da ayrıştıracaktır.

Çare, rotası kesinlikle AB’ye dönmüş, ABD’nin aşırı kontrolüne girmeyen ama ABD ile şahıstan şahısa değil, devletten devlete en ileri gelişmiş ilişkileri kuran, dini siyasete alet etmeyen bir iktidara sahip ama laiklik anlayışını, dindarlarını mağdur etmeyecek demokratik çerçeveye getirmiş bir Türkiye’dir.

Bu Türkiye gerçekleşebilir, gerçekleşmelidir.


Yayın Tarihi : 30 Haziran 2004 Çarşamba 11:35:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?