30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

AİHM Başkanı: Ayasofya iade edilmeli!


Türklerin tarihi geçmişleriyle, bugünkü küresel sistemi kuran ve yöneten batı dünyasının bazı çevrelerinde yarattığı rahatsızlığın boyutlarını tam anlamıyla gözler önüne serebilmek için, yazıma, çarpıcı bir anımı aktararak başlayacağım: 

Bundan on yıl kadar önceydi.

Dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici, bir toplantı için İstanbul’a gelmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı İsviçreli Luzius Wildhaber’ı boş zamanını değerlendirmesi için bir süre ağırlayarak, uçuş saati geldiğinde havalimanından uğurlama görevini, o zaman Bakanlık Savcısı olarak görev yapan Aytekin İlhan’la bana vermişti.

Sarıyer’de bulunan Hakimevi’nden Eminönü’ne kadar olan boğaz sahil yolunda yaptığımız yolculuk sırasında Wildhaber’in; boğaza yapılan ikinci köprüye neden Fatih Sultan Mehmet adı verildiğinden tutun da Rumelihisarı’nın kim tarafından ne amaçla inşa edildiğine dair soruları bitmek bilmiyordu.

Sorularının hemen hepsinin İstanbul’un Türkler tarafından fethinin arabada bulunan bizlerde uyandırdığı duyguları irdelemeye yönelik olduğu dikkatimden kaçmamıştı.

Wildhaber, Galata köprüsü üzerindeyken, programında bulunan Kapalıçarşı’ya değil, bunun yerine, Ayasofya’ya gitmek istediğini söyledi.

Aytekin Bey’le aramızda Türkçe konuştuk ve gayet makul olan böyle bir talebi yerine getirmekte bir sakınca görmedik.

Meğerse biraz sonra başımıza gelecekleri öngörememişiz?

Ayasofyaya vardıktan sonra, giriş katında müze görevlisinin Ayasofya hakkında verdiği brifingi kaba bir şekilde kesen Wildhaber, artık bir şeyler “yumurtlayacağının” sinyallerini iyiden iyiye vermişti.

Nitekim çok beklemeden, içindekini dışa vurdu:

Birlikte çıktığımız üst katta çevreyi inceleyen Wildhaber, korkuluklardaki haçların tahrip edilmiş olduğunu gördükten sonra bir anda Aytekin Bey’le bana dönerek hiç de dostça olmayan bir tonda Türkler buraya hiç bakamamış. Şu haçların haline bak. Burayı en kısa zamanda bize iade etmelisiniz!” diye bağırdı.

İkimiz de şaşırmıştık.

Aytekin Bey artık böyle bir nezaketsizlik beklemediğinden mi böylesine önemli bir misafire karşı diplomatik davranmak zorunda olduğunu düşündüğünden midir bilinmez, donup kalmıştı?

Ortada artık diplomasi falan kalmadığından, canım da çok acayip sıkıldığından, cevap vermek bana düştü:


Niçin öyle söylüyorsunuz? Burayı kimin adına kimden istiyorsunuz? Burası artık ne kilise ne de bir cami. Uzun süredir müze olarak kullanılıyor. Siz çok dindar bir Hristiyan mısınız ki, burada böyle bir tepki gösterdiniz?”

“Mesele benin inançlı olmam değil. Siz Türkler buraları aldınız ve hiç saygınız yok, bakımını bile yapamıyorsunuz. Ayasofya’yı bize geri vermelisiniz”

İpler artık kopmuştu ve hamaset tavan yaptı:

Burayı ben almadım ve vermeye de ne benim ne de şu an dünya üzerinde yaşayan bir kimsenin en ufak yetkisi yok. Ama çok istiyorsanız, biz İstanbul’u nasıl aldıysak,siz de bizden ancak o yolla alabilirsiniz!”

* * *

Kendi kişisel görüşleri de olsa, o gün, hakim olması sebebiyle kendisinden “tarafsız ve adil” olması beklenen eğitimli bir Avrupalının yaptığı bu kabalık ve Türklere karşı ön yargılı yaklaşımı açıkçası beni çok sarsmıştı.

Oysa ki gerçekte, dini özgürlüğe asla müdahale etmemeyi düstur edinen Osmanlı Sultanı “Fatih” Mehmet, fethettiği topraklardaki Bizans İmparatorunun “özel mülkü” olan bir ibadethaneyi, kendi mülkü olarak edinmişti.

Müslüman bir sultanın mülkiyetinde kilisesi olamayacağına göre, burayı aslına çok zarar vermeden camiye çevirtmişti.

* * *

Bugünlerde, Ermenistan’ı sürpriz bir şekilde ziyaret ederek yeni açılımlara imza atan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “fikir özgürlüğü” kapsamında değerlendirmesine rağmen, Başbakan Erdoğan ve tüm muhalefet liderleri tarafından karşı çıkılan yeni bir “Ermenilerden özür dileme” furyası ortaya çıktı.

Bu kampanyaya göre kendilerini “aydın” olarak adlandıran kimseler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde tehcir uygulamasına tabi olan Ermenilerden özür dileyen bir metne imza koyuyordu.

Türkiye’nin bu konudaki tezlerini bir yana bırakın, böyle bir şeye kalkışmamak için, insanın aydın değil, okur yazar olması bile kafidir.

Bunun iki önemli nedeni var:

1915 yılında meydana gelen tehcir uygulamaları, 1923 yılında ortadan kalkan Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, aynı topraklar üzerinde farklı bir anlayışla kurulan yeni bir devlettir. İdare şekli demokratik cumhuriyet olarak belirlenmiş olup, başkenti de İstanbul değil, Ankara’dır!

Bu bildiriye imza koyan aydınlar, bu durumda kimi temsil etmektedirler?

Kendileri eğer Osmanlı hanedanından gelme değillerse, kimin adına kimden özür dilemektedirler?

Diğer yandan, aydın olmak bir bakıma zaman zaman “milliyetler üstü” bir bakış açısına sahip olmayı gerektirir.

O zaman bu aydınlar burada başka bir çelişki daha yaşamaktadır:

Aralarında “Türk” sıfatını şiddetle reddeden ve bazen bir hakaret unsuru olarak gören kimselerin bile bulunduğu bu gurup, Türkler adına özür dileme hakkını kendilerinde nasıl görmektedirler?

Aydın olmak, yaşanılan, kanaat önderi olunan topluma karşı da bir takım sorumluluklar taşımayı gerektirir.

Buna “şaşkın” olmamak ve “aydın” ismini lekelememek de dahildir.

* * *

Bu halimle bana Nobel ödülü veya batılı bazı çevrelerde prestij kazandırır mı bilemem ama içerde ve dışarıda örgütlenenTürkleri aşağılama bloğunun” hoşuna gidecek süper fikirlerim var:

Türklere, her sabah kalktıklarında aynada gördükleri kendi suratlarına tükürme ve “Allah belanı versin” diye haykırma zorunluluğu getirilsin.

Camiler, Saraybosna’da olduğu gibi, taş üstünde taş kalmayacak şekilde derhal yıkılsın.

Türk Lirası yerine tedavüle Bizans parası alınsın.

Ekümenik Fener Rum Patriği aynı zamanda Konstantinopol Valisi de olsun.

Bizans İmparatoru klonlansın, Ayasofya “özür dilenerek” kendisine iade edilsin.

Ağrı Dağının tapusu, şu anki sahibi Ahmet Çoktin’den alınarak Ermenistan’a verilsin.

Türk diplomatlar ASALA’yı boşuna uğraştırmasın, kendiliğinden intihar etsin!

Var oluşlarıyla bu coğrafyada görüntü kirliliği yaratan Türkler, en kısa zamanda Orta Asya steplerinde kendileri için kurulacak olan Kızılhaç çadırlarına göç etsin.

Kömürde olduğu gibi,Türklere karşı hazımsızlığı olanlara bedava soda dağıtılsın.

* * *

Sayın egemen ağabeylerim fikirlerimi nasıl buldunuz?

Türklerin artık bu coğrafyanın bir parçası olduğunun hazmedilmesi gerektiğini ve dostça yaşamak zorunda olduğumuz fikrini size anlatmaya çalışmak gibi bir günahım olmasına rağmen yine de Nobel falan vermek için beni ararsanız, benim yerim belli:

Kırmızı üzerinde beyaz Ay - Yıldız olan bayrağı takip et, hemen altındayım!

Yayın Tarihi : 19 Aralık 2008 Cuma 14:11:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ertan yaman IP: 84.56.113.xxx Tarih : 20.12.2008 01:23:22

agzina saglik sayin agabeyim pasam babam ne desem azdir sendeki olan cesaret biraz aydin gecinen yumusaklarda da olsa keske ama nerde odul bekledikleri icin olsa gerek turke hakaret etmeyen avrupadan odul alamaz onlarda odul istiyorlar sanirsam ellerin den oprim saygilar sunuyorum hürmetler


Murat ASLAN IP: 78.167.186.xxx Tarih : 21.12.2008 18:33:23

yazınızı beğendim feramuz bey yeni imajınız hayırlı olur inşallah...