31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Avrupa'nın Silahsız Fethi: Euro-Türkler (I)


Meksika Cumhurbaşkanı Felipe Calderon geçen sene “Meksika’nın sınırları sanıldığı gibi Teksas’ta değil, Kanada’da biter. Meksika Devleti’nin nüfuzu Meksikalıların göçmen olarak yaşadığı tüm coğrafyaları kapsar.” diyerek göçmen Meksika vatandaşlarının ABD üzerindeki etkisine gönderme yapınca, ABD’nde yer yerinden oynamıştı.

ABD yazılı ve görsel medyasında, Meksika Cumhurbaşkanı’na ağır eleştiriler yöneltilen programlar ve yorumlar yapılmış; hatta iş, ABD makamlarınca özellikle Meksikalı yasadışı göçmenleri hedef alan bir ‘insan avına’ kadar vardırılmıştı.

Aslında Cumhurbaşkanı Calderon çok da haksız değildi:

Göçmen nüfus, zamanla, göç edilen ülkede bir baskı gurubu haline gelebiliyordu.

Bunun için sadece bu gurubu bir araya toplamak ve tek yumruk halinde hareket etmelerini sağlamak, yani birazcık “ilgi” yeterliydi!

* * *

II. Dünya Savaşı’ndan sonra taş üstünde taş kalmayan Almanya hızlı bir kalkınma hamlesine girişmiş, artan üretim kapasitesine yetmeyen işçi ihtiyacının bir kısmını Türkiye’den karşılamaya karar vermişti.

Böylece, bundan tam 50 yıl önce Türkler’in Avrupa’ya akını yüzyıllar sonra yeniden, ama bu kez “akıncı” değil, “göçmen” olarak başlamıştı.

Bugün artık “birinci kuşak” olarak adlandırdığımız ilk göçmenler, aslında, kısa bir süre sonra‘dönmek üzere’ Avrupa’ya işçi olarak gitmişlerdi.

Dili, dini, kültürü tamamen faklı ve bize yabancı olan bu topraklarda yerleşik hale gelip, çoluk çocuklarını burada büyütecekleri, o zamanlar, akıllarına bile gelmezdi!

* * *

Almanya’ya tamamen yabancı bir kültürden gelen ilk göçmenlerin yaşadıkları zorlukları Günter Wallraff adlı bir gazeteci “En Alttakiler” isimli kitabında tam bir açıklıkla dile getirmişti.

Bu kitabın ana konusu olan ‘en alttakiler’, zamanla, basamakları hızla ve azimle tırmanarak ‘en üste’ kadar çıkmayı başarmışlar, bulundukları ülkelerin ekonomik, siyasi ve kültürel hayatlarında hatırı sayılır bir şekilde yer edinmeye başlamışlardı.

Bazı Avrupalıların kafasındaki “Türk imajıyla” da savaşmak zorunda kalan Türk’lerden bazıları, bununla birlikte, Avrupa’nın sağladığı ‘fırsat eşitliğinden’ de faydalanmak suretiyle bulundukları ülkelerde kısa sürede söz sahibi haline gelmişlerdi.

Hızla yaşlanan bir yerli Avrupa nüfusuna karşılık, genç ve dinamik bir nüfusa sahip olan Türk göçmenler, Avrupa sosyal hayatına da damgasını vurmaya başlamıştı.

Onlar da zaman zaman çeşitli haksızlıklara uğramalarına rağmen, diğer göçmen uluslar gibi kısa yoldan isyan etmeyi tercih etmiyorlar; yakıp-yıkmıyor, kırıp-dökmüyorlardı.

Bu, bizim olduğu gibi, Avrupalıların da gözünden kaçmıyordu!

Çünkü Türkler, diğer göçmenlerin aksine, Avrupalı olmayı çabucak benimsemişti.

Ne de olsa “asil azmaz, bal kokmaz” atasözü, bir Türk atasözüydü!

* * *

Önümüzdeki birkaç yazımızda, Türkler’in Avrupa serüvenlerini, yaşadıkları zorlukları, başarılarını, başarısızlıklarını, hayattan ve ‘anavatandan’ beklentilerini, umutlarını, hayal kırıklıklarını, ‘anavatanın’ yettiği veya yetemediği yerleri ve eskiden “gurbetçi” diye adlandırılırken, artık “Türk asıllı Avrupa vatandaşı” olan bu kimselerin Türkiye’ye nasıl daha faydalı olabileceklerini incelemeye çalışacağız.


feramuzerdin@kenthaber.com

 

Yayın Tarihi : 26 Mayıs 2008 Pazartesi 12:54:53
Güncelleme :26 Mayıs 2008 Pazartesi 12:58:26


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?