3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

Milli Egemenlik ve Ordu - II


Araya sıcak 1 Mayıs gündemi girince, yazımızın devamını ertelemek zorunda kalmıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam edeceğiz:

Bir önceki yazımızda verdiğimiz örneklerin ışığında değerlendirecek olursak; milletlerin, kendi ülkelerinin toprakları içerisinde, her türlü tehdit ve tehlikeden emin olarak yaşamasını, demokrasinin, milli egemenliğin ve ekonominin nimetlerinden faydalanmasını sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi de düşmanlarına karşı “caydırıcılık” unsuru taşıyan silahlı kuvvetleridir.

Doğu ile batının, kuzey ile güneyin birleştiği bu kritik coğrafyada ülke güvenliğini sağlamak gibi zor bir görev üstlenen Türk Silahlı Kuvvetleri, bir yandan da terör, bölgesel siyasi dengeler ile komşu ülkelerdeki iktidar ve güç mücadeleleri gibi “asimetrik tehditlerle” de mücadele etmek durumundadır.

Askerlik hizmetinin her erkek Türk vatandaşı için “mecburi” olması ve “Askeriye’nin” Türk sosyal hayatında bir “son okul” vazifesi görmesi gerekliliğinden vazgeçilmemesi sebebiyle, asker sayımız, nüfus sayımızla paralel olarak her geçen gün artmaktadır.

Türk Ordusu’nun, Kurtuluş Savaşı’nın en büyük muharebesi olan Başkomutanlık Meydan Muharebesine (Büyük Taarruz) 210.000 kişilik bir asker gücüyle girdiği ve düşman kuvvetlerini yenilgiye uğratarak bu toprakların dışına attığı düşünülürse; asimetrik tehditlerin ön plana çıktığı günümüz dünyasında, bugünkü 700.000 kişilik ordu gücünün hangi tehdit algılamasının sonucuna göre silâhaltına alındığını belki de yeniden değerlendirmek uygun olacaktır.

* * *

“Savaşçı bir ruha sahip” profesyonel, küçük ama etkili bir ordu kurmanın ekonomik maliyeti çok yüksektir.

Ancak, bu coğrafyada böyle bir orduya sahip olmanın gerekliliği de tartışılmaz hale gelmiştir.

Artık, arkasında kimlerin olduğunu bizim değil, kendilerinin bile sayamayacağı bir acayip terör örgütü haline gelen pkk ile 30 yıldır mücadele veren TSK’nın bu süreçte “gayri nizami harp” konusunda dünyanın en yetişmiş ordularından birisi haline geldiği bir gerçektir.

NATO’nun en güçlü ikinci ordusu olan TSK’nın, NATO konseptlerini takip etmesi kadar; bölgesel ve küresel diğer güçlerin “milli savunma” stratejilerine göre de hazırlıklı olması, ülkemizin bulunduğu coğrafyanın bir gereği olarak görülmelidir.

Türk halkının bir kısmı, TSK’nın, çeşitli hesaplardan dolayı çok uluslu destek gören pkk gibi bir terör örgütüyle konvansiyonel yollardan mücadele tarzını bırakıp; kurulacak çevik ve “savaşçı ruha” sahip bir profesyonel ordu ile mücadele tazına geçilmesini arzu etmektedir.

Böylece, hem Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kalkışanlara hem de bunların gizli veya açık destekçilerine karşı ciddi bir ders verilmesi ve terörle mücadele tecrübesi olmayan genç nüfusun kaybının önüne geçilmesi beklenmektedir.

* * * 

Bize göre, ordunun görevi sadece ve sadece “savaşmak” ve “savaşa hazırlıklı olmak” olmalıdır.

“Toplumsal Gelişime Destek” adı altında, ülkemiz gerçekleri doğrultusunda iyi planlanmış bir halkla ilişkiler faaliyeti olsa bile askerin okul tamir etmesinin, köylünün ayağına başka hizmetler götürmesinin tasvip edilecek bir yanı yoktur.

Çünkü devletin, bu konuyla ilgilenen birimleri zaten vardır. Onların görevlerini layıkıyla yapmaları, halkın demokratik yollardan takip edeceği veya denetleyeceği bir husustur.

Her ne kadar TSK bu açığı “iyi niyetle” kapatmaya çalışsa da diğer kamu kurumlarının işlerliğinin hükümetlerce sağlanması, milletin menfaatleri açısından daha uygundur.

Diğer yandan, ağır ve ağdalı bir bürokrasinin TSK içinde yer tutmaya başladığını da gözlemliyoruz.

Komutanların en belirgin özelliği “sorumluluk” almaları ve “inisiyatif” kullanmalarıdır. TSK’nın memur tipi bürokrasi içinde değerlendirilmesi, bu sorumluluk ve inisiyatif duygularının kaybolmasına neden olacaktır.

Anlam veremediğimiz bir gayretle sürekli siyaset içine çekilmek istenen TSK’nın, “savaşçı ruhunu” kaybederek sıradan bir kamu kurumu haline gelmesi, aklıselim hiçbir kimsenin ve Türk Milleti’nin faydasına değildir.

Sivil idare, çok fazla külliyatlı olan savunma giderlerini denetlemek konusunda kendisini rahat hissetmekle birlikte bu denetim, ülke güvenliğini tehlikeye düşürecek bir hale de getirilmemelidir.

* * *

Bazı yönlerden TSK idarecilerine kızabilir, geçmişte yaşanan bir takım olaylara bozulabilirsiniz.

Onlar da insandır, hata ve hatta bazıları bilerek yanlış bile yapabilirler; bu hatalarını o kuruma mal etmemek gerekir.

TSK ve Emniyet, bu topraklarda bir devlete, bir vatana sahip olarak özgürce ve insan haklarından sonuna kadar faydalanarak yaşamamızın teminatlarıdır.

İşgal veya tehdit altındaki bir ülkede ne haktan ne hukuktan ne de huzurdan söz edilebilir.


feramuzerdin@kenthaber.com

 

Yayın Tarihi : 6 Mayıs 2008 Salı 16:20:56
Güncelleme :6 Mayıs 2008 Salı 16:23:35


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?